11 Mayıs 2025 Pazar

10 mayıs 2025 GÜNEDÜŞEN.

 


Dün, yani 10 mayıs 2025'de önemli iki olay oldu. Biri açılım, diğeri de bir işçinin öldürülmesi:

Ülkemizde terör kadar eski olan terörün bitirilmesi muhabbeti gene başladı. Bir zamanlar şehrin en büyük camilerinde (Ankara'da Kocatepe'de. 15 Temmuz'dan sonra cami terk edilmiş gibi bir şey oldu.), üst düzey protokol katılımlarıyla (Ankara'da en az 1 Orgeneral ve illerde Vali ve vali yardımcılarıyla) yapılan şehit cenazesi namazı, sessiz, sedasız otoparkta kılındı. Doksanlarda taşrada, özellikle kıyı ilçelerinde,  şehit cenazeleri sonrasında, Kürtlerin ev ve iş yerlerinin taşlanıp, yaklıp, yıkılması, yani progrom yapılması olağandı. Şimdilerde şehit de demiyorlar, bir adet asker diyorlar. Son bir ayda, yirmi adet askerimiz şehit oldu. Basın çoğunu anlatmaya değer bulmadı. Zira hiç birinin oğlu, ne askerde, ne teröristlikte şehit olmadı. Benim hatırladığım, Muhsin Yazıcıoğlu'nun yeğeni, Kahramanmaraş'ta öldürüldü (Olay, bombalı tuzaktı.  Yazıcıoğlu'nun yeğeni diye özellikle kişi olarak hedef alınmış olabilir), diğeri de bir dönemin dış işleri bakanı Ali Babacan'ın kuzeni Erkut Babacan'dır. Bu kuzen de, uzaktan akraba ve fakir bir ailenin çocuğudur. Zenginlerin çocuğu, bedelli yapmasa bile, batıda, büyük şehirlerdeki, rahat birliklerde askerlik yapar.

Kamuoyu şehit denilince sadece askerleri anlıyor. Oysa PKK,  yüzlerce öğretmeni katlettti. Milli Eğitim Bakanlığı, 383 diye bir rakam veriyor. Bu rakam, üsteğmen ve üzeri askerden daha fazla, öğretmen şehit olmuştur. Öğretmenden sonra en fazla şehit veren memuriyetler, din adamları ve postacılardır (PTT teşkiları.) DEM, HDP gibi partilerin milletvekilleri ve belediye başkanlarının da dağda ölmüş yakınları yok gibidir. Kürt atasözünün dediği gibi, ölü senin sevdiğin değilse, helva kokusu tatlı gelir.

Gene aynı gün yada günlede Sırrı Süreyya Önder, görkemli bir cenaze töreni ile gömüldü.  Kendisine Allah Rahmet Etsin, sevenlerinin başı sağolsun derim. Kimsenin acısına oh, sevincine ah dememe taraftarıyım. Kendisini sevmemin sebebi aşırı oportünistliği ve her dalda oynamasıydı. Abo babam gibidir, cumhuriyetin ne hayrını gördük deyip, Sait-i Nursi'yi övüp, Bir Cumhuriyet Şarkısı adlı, tipik Atatürkçülükten para kazanma filminin senaryosunu yazması (Her sene Kasım ara tatilinde, böylesi bir kaç Atatürk filmi sinemalarda gösterilir. ), onun opotünist (fırsattan faydacı) biri olduğunu gösterir. Halkı sarı torba ve başçavuştan cevapla tehdit eden birisi yada birilerinin amacı barış değildir. Sırrı bey sanatçı değil, bürokrat yada tüccar olsa, sağcı olacak biriydi. Bir insan hem sosyalist, hem se Nursi hayranı olması, mantıksal ve her açıdan zırvadır.

Örgütte silah bırakmaktan bahsetmiyor halen. 1983 Orly havalimanı katliamından sonra ASALA tasfiye edildi ve ardından PKK kuruldu.  Yani PKK dağılsa bile daha büyük bela sırada demektir.

Bu güne düşeni yazmamın asıl sebebi, Erol Eğrek'in öldürülmesi. Öldürdüler çünkü öldürebiliyorlar, devlet hemen katilleri korumaya alıyor. Çorlu tren kazasından, Grand Kartal yangınına, kaç kişi istifa etti, kaç kişi tutuklandı ki, bir işçinin fütursuzca ve ölümüne dövülmesinden solayı, birileri sorumlu tutulsun? 12 Eylülden beri kurulan sistemin ahlakı bu. Açıkça, öldürdük işte, var mı diyeceğiniz konumundalar.

Barış, ahlak işidir. Savaş, tüm ahlaksızlıkları, misli ile karşılıklılık ilkesi ile meşru kılar.

Barış ahlak işidir.

BADEM GÖZLÜ Yazan: Suay KARAMAN



BADEM GÖZLÜ
Yazan:
Suay KARAMAN
Ölüm, hangi yaşta olursa olsun, zor bir olaydır; özellikle geride kalanlar için büyük bir travmadır. Ölüm sonucunda, ölen insanın genellikle olumlu yanları anımsanır. Ancak ölüm, hiç kimseye ayrıcalık kazandırmaz, ölen kişinin olumlu ve olumsuz yanları masaya yatırılır. Türkçemizde bir atasözü vardır: “kel ölür sırma saçlı, kör ölür badem gözlü olur.” Bu atasözü yaşarken olumlu işlerde bulunmamış ve değer verilecek bir insan olmamasına karşın, öldüğü zaman, ‘ölüye saygı’ ya da ‘aslında iyi bir insandı' gibi sözlerle övgü düzmek anlamına gelmektedir.
Atatürk’ün ölümüyle birlikte cumhuriyetin aydınlanma devrimi kısa sürmüştür ama uzun olan karşı devrimi halen sürmektedir. Emperyalizmin kayığına binen maşaların kimisi sosyalist, kimisi milliyetçi, kimisi de sosyal demokrat olduğunu söyler. Emperyalizmin kucağında siyaset yaparlar ve kimsesizlerin kimsesi cumhuriyet için “ben bu cumhuriyetin ne hıyrını görmüşüm” demeye utanmazlar.
3 Mayıs Türkçülük Gününde hayata veda eden Kürtçülük hareketi postacılarından Süreyya Sırrı Önder için yapılan güzellemeler, toplumun gerçekten balık hafızalı olduğunu ve bir şekilde uyuşturulduğunu kanıtlamaktadır. Gezi olaylarında önce görünen, sonra PKK terör örgütünün emriyle kayıplara karışan Sırrı, kendisini sosyalist olarak tanımlamaktadır.
Sosyalistim demek kolaydır ama sosyalist olmak zordur. Sosyalizm her türlü ırkçılığın, ayrımcılığın ve zulmün düşmanıdır, sorunların çözümü için emperyalizmle iş birliğine gidilmez. Sosyalist olmak için önce emperyalizm karşıtı olmak gerekir. Ardından toprak ağalığına, feodaliteye karşı çıkmak gerekir; PKK terör örgütünün öldürdüğü binlerce masum insan için üzüntü duymak gerekir. Sosyalist Sırrı, sözde Ermeni Soykırımını ananlar arasında da yerini almıştır. Said Nursi’yi hayatının çok önemli bir yerine koyduğunu söyleyen birine, olsa olsa pabucumun sosyalisti denilir.
“Yetim değilim, Öcalan benim babamdır” diyen Sırrı, eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk için “kendini Allah'ın yerine koydu” demeye utanmamıştır. 20 Mart 2023 tarihinde İzmir Anakent Belediyesi tarafından düzenlenen İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nde yaptığı konuşmada “Atatürk'ün 'Yurtta sulh cihanda sulh' sözünün barış mesajı vermediğini” söylemiştir. Demek ki Sırrı ve benzerleri, PKK terör örgütünün yaptığı katliamları barış olarak görmektedirler. İşte PKK terör örgütünün şiddetini reddetmeyen birinden barış insanı yaratılmak istendi.
Abdullah Öcalan’a terörist başı denmesinden rahatsızlık duyan Sırrı, “siz bizi kentinize kabul etmezseniz kapınıza bir başçavuş dayanacak ve vatan sağ olsun, başınız sağ olsun” diyecek kadar kendini bilmez biridir. PKK terör örgütünün ve DEM partinin siyasetçisi olan Sırrı, barış elçisi değil, başkanım dediği İmralı’daki bebek katilinin postacısıydı. İşte bu Sırrı ölünce ardından övgü yağdıranların, ağıtlar yakanların gerçek yüzleri belli olmuştur. Bunlar ne Kemalist ne de Sosyalist olamazlar, olsa olsa düzenin uyuşturduğu aydın insan taklitleri olabilirler. İşin üzücü bir yanı da Ergenekon, Balyoz, 28 Şubat kumpaslarında hapse atılan, kanser olup, cansız bedeniyle ailesine teslim edilen değerli subaylarımızın bir Sırrı kadar değer görmemesidir.
Emperyalizmin düzenlediği sistem Sırrı’yı, bulunduğu yeri sevimli göstermek için PKK terör örgütünün uzantısı bir partiye soktu. Böylece PKK terör örgütünün kanlı eylemlerine güler yüzlülük ve masumiyet kazandırılmaya çalışıldı. Az da olsa başarıya ulaşıldığı söylenebilir.
Barış süreci ve terörsüz Türkiye diye diye, ülkemizi bölmek isteyenlere karşı sessiz kalan toplum, PKK terör örgütünü ve bebek katili başını yere göğe koyamayacak bir duruma getirilmiştir. 4 Mayıs günü yapılan cenaze töreninde, bebek katili terörist başının mektubu Atatürk Kültür Merkezi’nde “PeKeKe lideri” denilerek okundu, alkışlandı ve bu olay televizyonlarda canlı yayınlandı. Binlerce şehidimiz bir kez daha öldürüldü.
Terörü desteklemek, ülkenin bölünmesine çalışmak, feodal düzenin sürmesini sağlamak, emperyalizmin emrinde olmak gibi olguların peşinde koşanlara, sanatçıymış, şakacıymış, güler yüzlüymüş, halk çocuğuymuş gibi olgular yakıştırarak sempatik görünmesini sağlamak boşuna bir çabadır. Gerçek Atatürkçüler bu sahte oyunlara kanmayacaktır.
Bu arada CHP genel başkanı Özgür Özel, Sırrı Süreyya Önder’in kendisine çok özel bir sırrını verdiğini ve “ben ölene kadar bu sır sende kalsın” diyerek, “Bir Cumhuriyet Şarkısı” adlı filmin senaryosunu yazdığını ve bu senaryoyu kaleme alma sürecini kendisine anlattığını belirtti. “Bir Cumhuriyet Şarkısı” adlı film, Atatürk döneminde Özsoy Operası’nın yapım sürecini anlatmaktadır. Kürtçülük yapan birinin böyle bir senaryo yazması düşünülemez. Bu da yeni açılımın yolunu açmak ve Sırrı’yı parlatmanın başka bir yoludur.
28 Ağustos 2014 tarihinde Çankaya Köşkü’nde düzenlenen resepsiyonda Emine Erdoğan, Sırrı Süreyya Önder’e “siz nerelisiniz?” diye sormuş ve Sırrı’nın yanıtı şöyle olmuş, “Adıyamanlıyım, çok affedersiniz Türk’üm, tedavi oluyorum.” Böyle diyen birinden cumhuriyeti ve Atatürk’ü övmesi beklenemez.
Terörün, cehaletin, yoksulluğun ve eğitimsizliğin kıskacındaki garibanların duygularını sömürerek, kendi ayrıcalıklı hayatlarını devam ettirenler, cumhuriyet olmasaydı bugün bir ağanın uşağıydı ama şimdi Türkiye’nin kaymağını yiyorlar. Bütün bunları unutanlar ise kör ölür badem gözlü olur atasözüne katkı sağlıyorlar. Ölenlere ‘huzur içinde uyusun’ demek, gelenek haline gelmiştir. 3 Mayıs tarihinde Irak’ın kuzeyinde şehit olan Uzman Çavuş Önder Özen’i anımsayan bile olmadı. ‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez’ diye yürüyenler de kalmadı artık. Hangi konuma geldiğimiz, nasıl duyarsızlaştığımız, nereye gideceğimiz belli oluyor…
Suay KARAMAN
Akademisyen
Azim ve Karar, 5 Mayıs 2025.

9 Mayıs 2025 Cuma

MAHKEMELER İKNA ÜRETMELİDİR.

 


Yıllar önce, Mehmet Ali Birand'ın Demirkırat belgeseli, televizyonda  ilk yayımlandığı zamanlar babama, Adnan Menderes'in idamını sormuştum. Bebek davası, köpek davası diye astılar adamı demişti. Hayatı boyunca sağa hiç oy vermemiş, lisede Ülkü ocağına gittim diye benimle hiç konuşmayan babamın (kendisi şu günlerde demanslı), Menderes ve arkadaşlarının idamına yorumu buydu. Radyodan naklen yayımlanan yargılamalar, Menderes o kadar da ateşli bir savuma yapmadığı halde, halkın gözünde Menderes'i suçlu yapmaya yetmemişti. On sene boyunca ülkeyi tek başına yöneten iktidarın ihaleleri, kimleri zengin ettiği, hiç konuşulmadı mahkemeler boyunca. 

Sonuçta 27 Mayısçılar kaybetti. Demokrat partinin ardılı merkez sağ, 2002'e kadar ülkeye egemen ideoloji oldu. Akp'nin ilk dönem vekillerinin çoğu eski merkez sağcıydı. Zamanla hemen hemen hepsi, siyaset dışına itildi. 2002'e kadar merkez sağ, darbeler atlattı, seçimler kaybetti ama bir şekilde geri döndü. Aydın üniversitesinin adı Adnan Menderes, Manisa üniversitesinin adı Celal Bayar oldu. Cemal Gürsel'in adı, Erzurum stadından kaldırıldı, adı Kazım Karabekir stadı oldu. Darbenin asıl lideri Cemal Madanoğlu'nun adı ise unutuluyor. Yassıada mahkemelerinin ikna edici olmayışı, bunun en büyük sebebiydi. Mahkemeler sadece suçluların, cezalandırılıp, cezalandırılmayacağı yada nasıl, ne zaman yargıalancağı yerler değil; yargılananların suçlu ve cezaya layık olduklarına dair, sanığı ve halkı ikna etme kurumlarıdır. İkna edemezse, halkın kalbinde mahkeme ve devlet yargılanır. İkna etme gücü düşen devletin, bir süre sonra baskı kurma gücü de düşer. 12 Eylül rejimi,  kendisini ideoljiler üstü göstermek amacı ile 9 tane sağcı astı. Darbenin esas amacı solu ezmekti. Bunun için sadece sağı değil, solun kendisini de ezilmeyi hakettiğine inandırmalıydı. Bu yüzden sağcıları da ezdi. İşçileri suçluluğuna inandırmak için, işverenleri ezme ihtiyacı duymadı. İşverenler hakkında soruşturma bile açılmadı. İşçi sendikaları, solculukla (Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu MİSK bile), solculukla suçlandı. 12 Eylül rejimi yargılamalarda ilk hatasını, Erdal Eren'i asmakla yaptı. Kamuoyunu, ne Eren'in 18 yaşından büyük olduğuna inandırabildi, ne de o askeri öldürdüğüne. Bir zamanlar her ilde bir Kenan Evren  mahallesi ve Kenan Evren adını taşıyan bir okul (ilkokul, ortaokul, lise vs) vardı. Kenan Evren mahallelerinin de  tamamı, bir zamanlar DEV-GENÇ'li ve DEV-YOL'lu gençlerin elleri ile kurup, 1 MAYIS, Özgürlük, Devrim gibi isimler verdiği gecekondu mahalleleriydi. 12 Eylül rejimi, ilk yıllarında halkın gözünde çok popülerdi. Basının da yardımıyla halk, darbeci generalleri, iç savaşı önleyen kahramanlar olarak görüyordu. Bu durum seksenlerin sonu, doksanların başına kadar sürdü. 

Darbe rejiminin başına, Kenan Evren'in elim titremedi diye övüne övüne anlattığı, Erdal Eren idamı bela oldu. Erdal Eren'in idamı, onlarca şarkıya, şiire (Grup Yorum-Büyü, aynı zamanda Gülten Akın'ın şiiridir; Teoman-Daha On Yediymiş; Sezen Aksu-Ah O Gözler ve daha niceleri), benim bildiğim bir tiyatro oyununa (Haluk Işık-Kül Renkli Sabahlar) konu oldu. Tarih boyunca insanları ikna edemeyen pek çok ceza, halkın öfkesine sebep oldu. 2. Abdülhamit'in Mithat Paşa'yı sürgünü ve idamı (Abdülhemit bu idamın emrini verdiğini kabullenmemiş, muhalifler ide hep onu suçlamıştır.) Buna karşın Abdülhamid, babası Abdülmecid'in, bıyık makasıyla intihar ettiğine inanmadı ve bundan Mithat Paşa başta olmak üzere muhaliflerini suçlu tuttu. İkna üretmeyen kararlar, düşmanlığı körürkler ve daha kararlı duruma gelmesine sebep olur. Yüzbaşı Dreyfus davasını izleyen gazeteci Teodor Hertz, Yahudi düşmanlığına karşı, Yahudilerin kendi devleti olması gerektiğine karar verdi ve birinci Siyonizm kongresini toplamak için çalışmalara başladı. Yıllar sonra Dreysfus'a rütbeleri geri verilip, madalyalar takıldıktan sonra da Siyonist hareket durmayacaktı. 2.Dünya savaşı ve Holokost, İsrail'in kuruluşunu hızlandıracaktı. A.B.D'de George Stinney davası, Erdal Eren davasına benzer tepkilere yol açtı. On dört yaşında, karanlıktan korkan bir çocuğun, iki küçük kızı tecavüz edip, öldürdüğüne, siyahiler başta olmak üzere, A.B.D. halkı ikna olmadı. Olay, onlarca roman, hikaye ve filme (Türk halkı için en bilineni Stephan King'in Yeşil Yol romanı ve ondan uyarlanan filmdir.) konu oldu. Stinney, idamından yetmiş, Yeşil Yol filminden on sene sonra tekrar yargılandı ve en azından ismi beraat etti. 

İkna etmeyen yargılamalar, rejimlerin sonunu getirmiştir. FÖCÖ tarikatı da, Ergenekon, Balyoz gibi -kumpas davalarında inandırıcı olamadığı gibi, 17-25 soruşturmaları da, yılların ortaklığı yüzünden inandırıcı olmadı. İmamoğlu soruşturması ise, silkeleyin, turpun büyüğü gibi söylemlerle, baştan inandırcılığını yitirmiş, astronomik yolsuzluk iddiasıyla açılan soruşturma, kız çocuğunun küpeleri, üç yüz gram bakır (Bakır'ın kilosu üç yüz lira), çocuğun kumbarasında çıkan para tartışmalarına dönmüştür. Soruşturma yıllar sonra, Menderes'i bebek davasıynan, köpek davasıynan astılar diye hatırlanması gibi, turpunan, şalgamınan devlet yönetilmez sözleri ile hatırlanacaktır. 

İkna üretemeyen mahkemenin ürettiği karar, adalet olarak anılmaz.

6 Mayıs 2025 Salı

BÜYÜK İSKENDER'İN YIKIMInın RÖNESANS'A ENGELİ



Tarih, belgeleri okuma kadar, yorum bilimidir de. Tarihin belli dönüm noktalarını nasıl yorumladığınız da önemlidir. Tarihin belli döneminde, herşeyi değiştiren büyük olaylar vardır ve pek çoğu da askeri zaferlerdir. Bunların en büyüklerinden biri de şüphesiz, Makedonya kralı Büyük İskenderin, antik İran (Pers) imparatorluğunu altı yılda, üç meydan savaşı ile yıkıp, sekiz yılda tamamen işgal etmesi, Levant (Orta Doğu) bölgesinde Helenistlik dönemi başlatmasıdır. Bu dönemi, Roma imparatorluğu ile bitirilirse , yaklaşık üç yüz yıl, Arap egemenliği ve İslam'ın yükselişi ile bitirilirse bin yıl kadar sürmüştür. Çünkü Roma ve Doğu Roma imparatorluğu döneminde de etkin kültürel güç, Yunanlılardı. Hatta Doğu Roma imparatorluğunun resmi dili, imparator Herakleios (610-641) döneminde ülkenin resmi dili Yunanca oldu. Yunan kültür egemenliği, Mısır ve Arap yarım adasında halife Ömer'in fetihleri, İran'da Arşaklı (Part) hanedanlığının, Helenistlik Selevkos imparatorluğu ile yüz yıldan uzun süren mücadelesi ile bitti. Hatta Arşaklı döneminde bazı Yunan şehir devletlerinin kısmi bağımsızlığı, Sasani hanedanlığı ile bitmişti.

Yunan egemenliği, bölgenin yazılı kültürünü tamamen bitirdi. O çağlarda, orta çağlarda ve hatta sanayileşmenin başlarında bile yazı, nüfusun çok az zenginin, kaymak tabakasının,  katiplerin ve saray çalışanlarının işiydi. Bu elitlerde artık Yunanlıydı ve bin yıla yakın bir süre öyle kalacaktı. Mısır'ın son Firavun sülalesi Plotemai'ler hanedanlığında, üç yüz yıl boyunca Mısır'ın yerli dili Kıptice'yi öğrenen tek bireyi, son firavunu Kleopatra oldu. Sorun sadece elit sınıfın millet değiştirmedi değildi. İskender'in fetihleri ve erken ölümü sonrası generallerinin taht kavgaları ve toprak savaşları ile yok olan kültürdü. Bu yıkım, Yunanlıların Persepolis adını verdiği Farsis saray kompleksinin yıkımıyla başladı. İskender'i ikna eden kadın fahişe değil, saraydaki cariyelerden biriydi. İskender'i ve Yunanlıları, bir şehir büyüklüğünde olan bu yapıyı yıkan iki temel güdü,  yüz elli yıl kadar önce Atina'ya kadar gelen ve neredeyse tüm Yunan şehirlerini egemenliği altına almış yada yağmalamış İran'a karşı nefret ve saray duvarları ardındaki devasa servetti. Düşünün ki bin  yıl sonra, başka bir İran devleti olan Sasani sarayı, halife Ömer orduları tarafından fethedildiğinde, deve yükü ile elmas çıktığı efsanesi anlatılır. Deve yüküyle elmasın varlığı efsane olabilir ama böyle bir efsanenin varlığı bile, nasıl bir zenginlik olduğunu bize gösterir. İskender, bu saraylardaki zenginlikleri taşımak için Babil'den kırk bin katır getirtmiş. İki yüz yıldan fazla bir süre, dünya nüfusunun yüzde otuz ile kırkı kadar insanı egemenliği altına almış yada yağmalamış  devasa imparatorluğun servetinin bir kısmıydı bu. Ektebana'daki kışlık, Susa'daki yazlık saray ve daha nice hanedan ve kamu binaları yağmalandı. Bu yağma,  İskender'in ölümünden sonra da devam etti. İskender'in çocuğu yada çocuklarının yaşlarının küçük olması bir yana, İskender her ne kadar fethettiği ülkelerin insanlarınca, tanrısallaştırılmış olsa da (hatta Kuran'da adı geçen Zülkarneyn'in aslında İskender olduğu söylenir), Yunanlılarca, Makedon olduğu için sevilmiyordu. Sonradan İskender'in annesi ve diğer akrabaları da öldürülecekti. Bu kavga ve savaşlarda, Levant uluslarının üç bin yıllık yazılı gemişi yok olacak yada yanacaktı.  Bölge uzun zamandır haberleşmede, papirüs kağıdı kullanıyordu. Serhas, Yunanistan'a sefer yaparken,  tonlarca kağıtta (Papirüs) istiflemişti,  haberleşme için. Devrin teknolojisiyle papirüs üretimi zor olduğu için, üzeri silinip, tekrar tekrar kullanılabiliyordu. Kağıt yanıcı ve çürümesi kolay bir maddedir, bu yüzden eski çağlardan bu günlere kağıt belgeden çok, yaş ve pişmiş tuğladan yazıtlar kaldı. Onların da çok azı kaldı. Yunanlıların bilmediği ve keşfetmediği Ninova sarayı ve Hattuşa, bunların başlıacalarıdır. Hitit kralı Hattuşili'nin Babil'i yağmalaması sonucu binlerce Akadca (1. Babil) ve  Sümerce tablet, Hattuşa'ya taşındı. Sümerler, Anadolu'da yada Türkiye cumhuriyeti sınırları içerisinde hiç yaşamadı, ticaret bile yapmadı ama bu yağma yüzünden dünyadaki Sümerce tabletlerin üçte biri Türkiye'de.

İskender'in erken yaşta ölümünden sonra toprakları paylaşan generallerinin, ülke yönetimi tecrübesi yoktu. Pek çoğu İskenderin babası-dedesi yaşındaydı ve İskender'in babası Filip'e de hizmet etmişti. Tecrübeleri sadece askeri birlikler yönetip,  savaşlarda çarpışmışlardı. Valilik bile yapmamışlardı. Yerel halkları da tanımıyor ve sevmiyorlardı. Dev gibi imparatorluğu, çok kolay yıktıkları için, yerel halkların kültürünü de küçümsüyorlardı. Çoğu İskender'in zoruyla evlendikleri yerel eşlerini boşadı ve yüz yıllarca yerli halkla çok az karşıştı. Yerli halkın tanrılarına ve kültürlerine saygı duymadı.  Mısır haricinde (orada Plotemai hanedanlığı konumunu sağlamlaştırmak için kendilerini firavun ilan etmişti) Yunan tanrıları dayatıldı. Yunan tanrıları, andtromoporfik, yani insan biçimli tanrılar olmakla birlikte,  fazları ile düşkündüler. Kız kaçırıyor, kovalıyor, entirka çeviriyor, hırsızılık falan yapıyorlardı. Tanrılar tanrısı Zeus, karısının verdiği sıçan otlu şarap yüzünden on gün boyunca uyuyor, o uyurken de Yunanlılar, Truva'yı işgal ediyordu. Ardından ölünce tanrı ilan edilen Roma imparatorları geldi. Bunun sonucu olarak bölgede Yahudilik yayıldı, Yahudiler, aslında o kadar kalabalık değildi. Yahudi olduklarında, tanrıların tapınak ve sunaklarına adak adamaları gerekmiyordu. Yahudilik, Roma imparatorluğuna karşı isyanların da merkezi oldu. Avrupa'da ve Hrisitiyanlarda Yahudi nefretinin kökeni, Roma imparatorluğundaki Yahudi nefretiydi. Gerçekte ise Hristiyanlık ve İslam, Yahudiliğin mezhepleriydi. Aralrındaki kavga da karedeş kavgasıydı.

Avrupa, Rönesans'la beraber, kültürünün kökleri olran Roma-Yunan köklerine geri döndü. Doğunun ise tüm yığılımı ve birikimi, İskender'in fetihleri ile yok oldu. Bu yok oluşa, Arap fetihleri ve Arapların, kendilerinden önceki kültürleri putperest ve ateşperest diye aşağılaması eklendi. Hristiyanlık ve İslam bir olup, Yunan felsefesini tamamen yok olmaktan, Süryani rahipler sayesinde kurtuldu. Doğu ile tarihsel köklerini kaybettiği için, kendi Rönesasnsını yapma çabaları hep eksik kaldı. Türkler de Müslüman olunca, Sibirya-Orta Asya kültürlerini büyük ölçüde kaybetti. Cumhuriyetle beraber, tekrar Orta Asya köklerini, Orhun kitabelerinden, Divan-ı Lügat-ı Türk'ten, Radlof ve Aralof gibi Sibirya'yı gezmiş antropologlarda aradı. Orta Doğu kültürlerinin köklerini bulmaları Rosetta taşının keşfi ve 18-19. yüz yıllar boyunca arkeolojik keşiflerle başladı. Yeni keşiflerle de devam ediliyor. Bir kaç yıl öncesine kadar ilk okul ders kitaplarında bile kedilerin,  ilk defa Mısır'da keşfedildiği yazıyordu. DNA analizlerinden anlaşıldı ki, önce Anadolu'da evcilleştirilmiş, sonra Kıbrıs adasına, adadan da Mısır'a gitmiş. Çatalhöyük'te bulunan karbonlaşmış bir ekmek kalıntısı, hem ilk ekmek üretimin merkezinin Mısır değil, Anadolu olduğunu gösterdi,  hem de ilk ekmek üretiminin tarihini, beş bin beş yüz yıl gibi astronomik (En eski Sümer tableti o kadar eski değil) bir miktarda geriye çekti.  Her yeni buluntu, bildiklerimizi değiştiriyor.



Yaklaşık sekiz yıl önce, Dedem Korkut Hikayelerini okuduğumda, gerçeği keşfetmiştim. Alevilik, aslında Türkler'in İslam öncesi inanışlarının, Şii İslam boyası, boyanmış haliydi. Ahmet Bican Yazıcıoğlu'nun Dürr-i Mekrun kitabını okuyunca (Pir Sultan Abdal, bir deyişinde, Dürr-i Mekrun'u oku, der.), bu görüşümü sağlamlaştırdı. Bu inanç, Kürtler ve diğer milletler arasında yayılmıştı. Blogumu okuyan bazı tanıdıklarda bana Tenrici diye takılıyordu. Gudea Silindirlerini okuduktan sonra, bu görüşüm sarsıldı. Alevilikteki 12 hizmet,  dört bin yıldan uzun bir süre önce, M.Ö.2125 yılında, 1. Babil, yani Akad kültüründe varmış. Demek ki tek bilmemiz gereken, hiç bir şey bilmediğimizmiş. Yezidiler, Sabiler, Süryaniler ve diğer topluluklarda olmayan 12 Hizmet, nasıl Alevilike buluştu, çok ilginç bir durum.

Muazzez İlmiye Çığ gibi ilk çağ kültürlerini anlatan yazarlara daha çok ihtiyacımız var. Kendimizi anlamak için, köklerimizi anlamalıyız. Kendi Rönesasnsımız için, kendi köklerimizi incelemeliyiz. 

Ek olarak: İskender'in bu fetihleri, diğer Avrupalı fatihlere de ilham oldu. Sezar'da Galya'yı, görece çok az askeriyle, beş yılda fethetti. Benzer şekilde Asya'yı fethetmek için İran üzerine sefer hazırlıkları yapmak üzereyken, suikasta uğradı. Daha sonra bunu yapmak isteyen Roma imparatorları hezimete uğradı. Biri ağzına erimiş, sıcak altınla öldü, bir başkası İran şahına köle oldu. Doğu Roma imparatoru Roma Diyojen, kendinden o kadar emindi ki, Selçuklu Sultanı Alparslan'a, barış ancak Rey (Tahran yakınlarında artık harabeleri kalmış bir şehir) şehrinde olur derken, İskender gibi bir zafer düşlüyordu. Malazgirt'te yenilince, benzer bir toprak kaybını, Doğu Roma yaşadı. Napolyon bile Mısır'ı kolayca fethettikten sonra, savaşa savaşa Hindistan'a gitmeyi düşledi. Akka'da yenilmeseydim, tüm Asya benimdi falan dedi.

3 Mayıs 2025 Cumartesi

Mustafa Kemal'in Arıburnu'ndan, Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili Enver Paşa'ya mektubu: (3 Mayıs 1915)

 


BAŞKOMUTAN VEKİLİ ENVER PAŞAYA MEKTUP


Muazzez Huzura
Muhteremim,
20 Nisan 331 (3 Mayıs 1915)

Evvelce ahalilerinize bu mıntıkanın bütün mıntıkalarla olan fark-ı ehemmiyetini arzetmiştim. Maydos mıntıkası kuvvetlerine kumanda ettiğim zaman aldığım tertibat ile düşmanın karaya çıkmasına imkân verilmeyebilirdi, von Sanders Paşa Hazretleri bizi, bizim orduları, bizim memleketimizi tanımadığı ve lâyıkıyle tetkikatta bulunacak kadar bir zamana malik olamadığından sahilde ihraç noktalarını kamilen açık bırakacak tertibat almış ve bugün düşmanın karaya asker ihracını teshil eylemiştir.

Ben düşmanın Arıbumu arazisine dört livası çıktığı zaman mıntıka kumandanlığını deruhte eden miralay Sami Bey tarafından haberdar edildim. Bu kuvvetin sol cenahına taarruz ve kâifesini denize döktüm.

Fakat düşman aynı derecede kuvveti aynı mıntıkaya tekrar çıkardı ve mukabil taarruz yaptı. Bunu defettim. Fırkama iltihak eden kuvvetlerle tekrar faik kuvvete taarruz etmekten başka bir çare bulamadım.

Ve yine düşman kuvveti mahvedildi. Fakat düşman üçüncü defa olmak üzere tekrar kuvvet çıkardı. Bu defa da yine düşmana taarruz ediyorum. Kıtaatım hücum mesafesinde düşmanla karşı karşıya bulunuyor. Arazinin menaati, maiyet kumandanlarının sevk ve idaredeki beceriksizlikleri yüzünden netice-i kat’iye henüz istihsal edilemiyor.

Bu vaziyetimizle dahi, düşmanın boğazı zaptetmek üzere çıkardığı kuvvetleri imha edilmiş ve tedafüi bir vaziyette muhafazaya çalıştığı üssül hareketlerine uzaktan yeni kuvvetler celbetmekle meşgul bulunmuş olduğu itikadındayım.

Vatanımızın müdafaasında kalp ve vicdanları bizim kadar daraban etmeyeceği şüphe olmayan başta von Sanders olmak üzere bütün Almanların iktidar-ı fikrilerine de itimat buyurmamanızı suret-i kafiyede temin ederim. Bizzat buraya teşrif eder, vaziyet-i umumiyemizin icabatına göre bizzat sevk ve idare etmeniz münasip olur kardeşim.

Fırka 19 Kumandanı
Kaymakam
M. Kemal (İmza)
TURSAN, Nurettin E. Tuğg. ATATÜRK’ÜN ASKERİ DEHASI (ATATÜRK VE ÇANAKKALE) 1988-1989 Öğrt. Yılı İlk Dersi, Harp Ak. Yayını, 1st. 1988 s. 21, 22.


30 Nisan 2025 Çarşamba

SUSKUNLUK FAŞİZMİ-2 KONUŞULMAYIP, UNUTULAN SUÇLAR

 


Nuri Dersimi, anılarının bir yerinde, Kemah boğazında Ermeni göç kafilelerinin katliamına şahit olduğunu, gördüğü vahşeti anlatamayacağını söyleyip, kısa kesmiş. Bu bana tuhaf geldi. Kendisi Türkler aleyhine her şeyi, ballandıra ballandıra anlatması ile ünlü. O an bir aydınlanma yaşadım. Ermeni tehcirini katliama, hatta soykırına çevirenler, Osmanlı devleti veya İttihat ve Terakki hükumetinden çok, fırsatı ganimet sayan eşkiya-haydut gruplarıydı. İngilizlerin, Malta adasında uzun süre tutuklu kalan İttihatçıları yargılayamama sebebi de büyük ölçüde buydu. İngiliz savcılar, hem resmi bir katliam emri bulamıyorlardı, hem de daha sonra kullanabileceklerini düşündükleri Kürtleri ve Arapları küstürmek istemiyorlardı. İttiharçıların salıverilmesini, esir değişimi gibi gösterdiler. Ardından Boğazlıyan Kaymakamı Ali Kemal'i, aynı suçtan daha önce yargılanıp, suçsuz bulunduğu halde, Nemrut Mustafa Paşa tarafından tekrar yargılayıp, idam etmekte buldu.

Türkiye'de devletin ve sağcıların kafasındaki, eşkiylara, asiler yurdu,  asker vermez, vergi vermez Dersim ve sürekli baş belası Kürtler mitosu, Ermeni tehcir kafilelerinin yağmalanmasıyla ortaya çıkmıştır.  Osmanlı döneminde Dersim'in, diğer illerden çok bir farkı yoktu. Ermenilerin mallarını ve kadınlarını yağmalamaları yüzünden İstanbul hukümeti ile araları açılmıştı. Koçgiri isyanına destek vermemeleri ve bir kısım aşiretlerin Kurtuluş savaşına destek vermesi de bu yüzdendi. Koçgiriler, Alişan beyin babası Mustafa Paşadan beri İstanbul hukümetinin adamıydı. Bu kanlı coğrafyada Alevilerin, Kürtlerin veya diğer azınlık-çoğunluk milletlerin elleri temiz değildir. 

Olayları tekrar yaşamanın tek yolu unutmak, unutmanın da tek yolu o olayları hiç anmamaktır. Faşizm, özelikle bazı anmaları istmez ve unutturmaya çalışır; 1934 Trakya olaylarını hiç anmayıp,  Hüseyin Nihal Atsız'ı sadece ütopik roman ve hikayeler yazan bir edebiyatçı olarak göstermek gibi.  Anılmayan olaylar, bir kaç nesil sonra unutulur. Kurbanlar olanları sık sık hatırlar, unutanlar, katiller ve onların çocukları olur. Bir kaç yıl önce İnstagram'da, hatırlamadığım bir gönderiye yorum yazmış, Maraş ve . Çorum unutulmamalı demiştim. Baş örtülü bir kız, özelden mesaj atıp, bana, 16-17. yy, Celali İsyanlarından bahsedip, bahsetmediğimi sormuştu. Ben de ona 1980 yılında önce şubat, sonra temmuz ayı boyunca, tüm ili saran katliamlardan bahsetmiştim, sinirle. Sonra da sohbeti bıraktık. Ailesi bundan hiç bahsetmemiş ve bu olanları ilk defa benden öğrenmiş. Kürtlerin dediği gibi, ölen senin sevdiğin değilse, helva kokusu tatlı gelirmiş. Katliamda bir yada bir kaç yakınını kaybetmiş olsaydı, olanları ondan öğrenirdi.

Sadece kitlelerin değil, bireylerin suçları da unutuluyor.  Elli bir yaşını yaşayıp, elli ikisinden gün alan bendeniz, 12 Eylül darbesi sonrası yıllarda çocuktum.  Bazı kişiler, benim zihnimde 12 Eylül ünlüsüdür. Bunların en başında Emel Sayın gelir. Sürekli televizyonlarda canlı yayınlarda ( TRT'nin günde beş-altı saat yayın yapan televizyonun canlı yayını büyük olaydı), Kenan Evren'in karşısında konserler veren Emel Sayın gelir. Evren'in, Dersim kökenli, kızlar tertelesi ile ailesinden koparılmış ve ihtiyarlık günlerinde de Dersimlilere özgü bir sürü batıl itikadı olan karısı yerine, Emel Sayın'la vakit geçirdiği, fısıltı ile konuşulurdu. Şimdilerde gazeteci Sabaattin Önkibar, youtube yayınlarında açıkça söylüyor. Hüla Kpçyiğit'te o yıllarda sinema filminden çok, TRT'ye, 12 Eylül Atatürkçüsü, her bölümü ayrı hikaye olan filmler çekerdi. Metin Milli var, o çok kötü sesiyle süreki televizyona çıkan ve hatta Erovizyon'da komik ve zırva şarksıyla Türkiye'yi rezil  etmişti. Rivayete göre Ankara'da benzinlikleri olan bir mirasyediydi  ve TRT'yi yöneten albayla arkadaşlığı sayesinde şarkıcı olmuştu. Şimdilerde bilenler de, üç ünite kan almış Dracula diye alay edilen bir klip videosu ile biliniyor. Video demişken, şu günlerde gene sosyal medyada (çeşitli sitelerde) ,Allahsızlığı yayma kürsü başkanı videosu ile bilinen bir film var; Güneş Ne Zaman Doğacak. Bu film, sırf 1978 Maraş katliamında provakasyonluk yapsın diye üretilmiştir. Filmin ne oyuncuları, ne  yapımcısı, ne senaristi, ne de başka bir şeyi, bu absürtlük hakkında konuşmamıştır ve yaşayan son bir kaç kişi de konuşmamaktadır. (Bu salak sahnedeki kadın oyuncu doksanlarında ve sağ.) Filmi izleyen Ruslar vardır muhakkak. Sözde Sovyetler Birliği hicvi olan bu film hakkında neler düşünmektedir acaba?

Unutmak, tekrar yaşamaya sebep olur demiştim. 12 Eylülün en ateşli destekçisi TÜSİAD'dı ve TÜSİAD'ın sağcı iktidarlarla çatışmaları hep naza çekme olmuştu. Geçen ay iki tane TÜSİAD üyesine yurt dışına çıkma yasağı konuldu. Şimdi iktidar partileri, TÜSAD'la tekrar barışma çabasında.  

Suçlarınızı konuşmazsanız, sadece siz unutursunuz, kurbanlarınız daima hatırlar.

Pek çok 12 Eylül destekçisinin, bugünün iktidarın da destekçisidir. Bunu unutmayalım.

29 Nisan 2025 Salı

YOZGAT SEYAHATNAMESİ



 2013'de Gezi zamanı hemen her eyleme katılıyordum. Hatta şiir bile yazmıştım, Gezi'nin tam ortasındayım diye. Şimdi ise demans-alzeimer hastalığı her gün ilerleyen babam var. Bakımını büyük ölçüde annem yapsa da, onu evde tek başına bırakıp, hiç bir yere gidemiyor. Ayrıca düştüğünde kaldırmak ve belli durumda iki kişi olmak gerekiyor.  Bu yüzden doğru düzgün konser yada tiyatroya bile gidemiyorum. Gitsem bile doğruca eve geliyorum. Bu yüzden de çok bunalmıştım. Sonuçta bir günlüğüne kendime de izin vermek adına, CHP'nin  19 Nisan Yozgat mitingine gitmeye karar verdim. Bunun içinde Yozgat'a, yeni yapılan Sivas hattından, hızlı tren bileti aldım. Tren bileti sabah 7'ye idi. Ben de hata ederek saati altıya kurdum. Çünkü altıyı çeyrek geçe gibi yola çıktığımda, caddenin boşluğunu ve dolmuş bile olmayışını gördüm ve aceleyle taksi durdrudum. Ucu ucuna trene yetiştim. Tren bileti, öğretmen indirimi ile dört yüz lirayken (gidiş-geliş 800 vermiştim internetten), taksiye iki yüz verdim ancak bilmiyordum ki daha fazlasını dönüşte, başka bir hata yüzünden verecektim.

Yolculuk sakin ve vaktinde geçti. Tren istasyonundan, şehir merkezine, belediyenin otobüsleri vardı, bende Yozgat kart olmadığından, kredi kartı ile bindim. Yolda bir kaç kişi ile konuştum.  Bazıları benim gibi mitinge gelmişti ve genelde de Yozgat'ın yerlisi Alevilerdendi. Yozgat, Ankara civarının en sağcı şehridir.  Konya'nın, Kırşehir'in yada Çankırı'nın bazı ilçelerinden, bazı dönemlerde neredeyse İzmir kadar CHP'ye oy çıkar, milletvekili çıkar. Yozgat'ta Bahadınlı isimli bir Alevi beldesinin belediye sol partilerden çıkar, bazı küçük ilçeleri, adayın gücüyle, ucu ucuna CHP-SHP almıştır. Ülke çapında sağcılıkta rakibi, Reis'in memleketi Rize olabilir ancak. Ankara'da ülkü ocakları, Yozgatlıların elindedir yada ben Ülkücü^yken öyleydi. Türkiye genelinde, özellikle de büyük şehirlerde, Ülkü ocaklarını işletenler genelde Erzurum-Elazığı ve Yozgatlılardır. Tren istasyonu ile şehir merkezi arasındaki yolda tanıdığım bir kaç Yozgat Alevisi ile bunları konuştum. Otobüsün ikinci istasyonu şehrin otogarıydı ama ben şehri gezmek için yarı yolda indim. 

Saat bire kadar şehir merkezinde dolaştım. Tarihi Yozgat lisesi haricinde tarihi bir binaya rastlayamadım. Kapanıp, giden Yimpaş Holding'den hatıra AVM'ye gittim, üst katlar boştu ve hafta sonu olmasına rağmen ıssızdı. Şehirde bilmem kaç yıldır üniversite olmasına rağmen, şöyle eli yüzü düzgün bir kitabevine de rastlamadım. Öğle yemeği için, şehrin meşhur desti kebabını denemek istedim, bir lokantada buldum. Şehirde genelde tandır kebabı yeniliyordu. Bana desti diye gelen, bir çeşit taskebaptı ve eti, fiyatına göre boldu ve yağsızdı. Lakin dana eti olduğu için ve desti kebabının sadece kuzu etinden yapıldığını bildiğim için, bu kebabıbın tadını keşfetmeyi, sonraya bıraktım. Saat 13'e yaklaşırken, miting alanına doğru yürümeye başladım. Yolda yağmur başladı ve tuhafiyecinin birinden şemsiye aldım. Evdeki tüm şemsiyelerim siyah olduğundan, gökkuşağı desenli bir şemsiye aldım. Yolda önce Yozgat CHP'nin kendi gençlik örgütünün konvoyuna katıldım. Biraz ilerde de Mamak teşkilatı gelmişti ama sayıları azdı, muhtemelen bir otobüs anca. İnternette trolün biri bin beş yüz otobüs demiş., Yozgat'ta o kadar otobüsü park edecek yer yok. Benim görebildiğim, dışarıdan gelenler, Mamak teşkiları ile Çorum'dan bir gruptu. Çorum'dan gelenler de CHP teşkilatı değil, Alevi dernekleriydi. Meydan çabucak doldu. CHP ile anılan tipik şehirli kıyafetli kimse yoktu. Yağmur da bir yağdı bir durdu. Saat 2'ye doğru CHP'nin millet vekilleri, yöneticileri falan yavaş yavaş kürsüye çıkıp,  yerini aldı. Onlardan bazıları,, kendilerince bir şeyler anlattı. Saat ikiye doğru Özgür Özel, traktör konvoyuyla geldi. Önce saygı duruşu, istiklal marşı, ardından da, konuşmalara geçildi. Yozgat'ın yerlisi  çiftçi, meşhur turbunan, şalgamına devlet yönetilmez, ddevlet adaletle yönetilir sözlerini de ettiği konuşmasını yaptı Sonra Özgür Özel konuşmaya başladı. Biz, meydanda demir barikatların ardında kalabalıktık ama bir o kadar da barikatların ve polislerin arkasıda bir kalabalık olduğunu söyledi. Miting dağıldığında, dediklerinin gerçek olduğunu görecektim. Meydan coşkulu ve güzeldi. Özel'de muhteşem bir konuşma yaptı. Yağmur, fırtınaya dönecek gibiydi. Bir kaç kere kürsüyü göremiyoruz diye şemsiyemi kapattılar. Görüntülerde gökkuşağı desenli bir şemsiye gördüyseniz, o benim muhtemelen. Elimde de galiba Çorumluların verdiği bir Türk bayrağı vardı. Özel bir aa burad kimler çiftçi diye soru, meydandakilerin yarısının eli kalktı. Yağmur, fırtınaya dönüşüyordu, bu yüzden Özel'in konuşması hızlandı. Konuşma bitince de meydan hızla boşaldı. Ben de fırtınadan korunmak için bir kafeye girdim, ucuz dönerle karnımı doyurdum. Trenim akşem yedideydi, saat beş buçuk gibi tren istasyınuna gitmek üzere, otobüs durağona doğru gittim. Bana otogara gitmemi tavsiye ettiler.

Otogara saat altıyı bir kaç geçe gittim ama son otobüs altıdaymış ve tren gari şehre çok uzakta olduğundan taksi de minimum dört yüz tutuyormuş, tren bileti o kadar. Başkaca araç aradımi, o da yok. Yozgat belediyesini aradım, mesai saatleri dışında açmıyorlarmış. Küçük yerlerden, geç saatlere kalmadan kaçmam gerekliğini unutmuşum. Mecburen tren biletini yakıp, beş yüz liraya  otobüs bileti alıp, döndğm. Yolculukta tahmininin yarısı kadar elbise, iki katı kadar para bulundurmalısın kuralını unutmamıştım en azından. Akşam on buçuk gibi Ankara'da eve vardım.

2013'de Gezi'de, başlancının sonunu görmüştüm, 2025 Yozgat'ta sonun başlangıcı. O kadar kalabalığın toplanması bir yana, mitingde konser veren sanatçı bile yoktu. CHP o kadar kendinden emindi.