29 Nisan 2024 Pazartesi

Feriman Mehfam- İSLAMİYET KADINA DEĞER VERİYOR MU?


 

İSLAMİYET KADINA DEĞER VERİYOR MU?

Bu soruya en güzel cevabı İranlı Feriman Mehfam vermiş..
———————————————
Ben Müslüman bir kadınım..
Kardeşlerimin aldığı mirasın sadece yarısını alıyorum..
Ben Müslüman bir kadınım.. Benim tanıklığım, bir erkeğin tanıklığının ancak yarısı kadardır..
Ben Müslüman bir kadınım..
Namazlarda oğullarımla aynı safta namaz kılamam, hep onların arkasında olmalıyım..
Ben Müslüman bir kadınım..
Evimden çıkmadan önce kocamdan izin alıp evden çıkmam gerektiğini söylüyorlar..
Ben Müslüman bir kadınım..
Bir eş olarak kocamın 3 kadınla daha evlenme hakkı var ama ben sadece kocamın eşi olabiliyorum..
Ben Müslüman bir kadınım..
Bir eş olarak kocama itaat etmek zorundayım..
Ben Müslüman bir kadınım..
Bir eş olarak, kocamın mirasının yalnızca 8/1’ine hakkım var (yani, yalnızca bir karısı varsa) aksi takdirde, 4 karısı varsa, mirasının yalnızca 32/1’ine hakkım var.. Ama ben ölürsem kocam benim bıraktığım mirasın yarısını almaya hakkı var..
Ben Müslüman bir kadınım..
Erkekler istediklerini giyebilirlerken, benim yüzüm ve ellerim dışında tüm vücudumu örtmem gerekiyor..
Ben Müslüman bir kadınım..
Kocam kabul etmedikçe boşanamam.. Kendimi Khul' aracılığıyla kurtarmazsam yasa Mahkemelerde özgürlük hakkım için savaşmaya karar verirsem bu yıllar alır..
Ben Müslüman bir kadınım..
Eski kocam çocuklarımın nafakasını ödemeye zahmet etmiyor.. Bu bir suç değil..
Ben Müslüman bir kadınım..
Kocamın her türlü seks yapmasına itaat etmezsem melekler beni ziyaret etmeyecekler..
Ben Müslüman bir kadınım..
Müslüman erkek haricinde, bir Yahudi ya da Hristiyan ile evlenemem..
Ben Müslüman bir kadınım..
Yaşadığım bu dünyada ve (eğer gidebilirsem) Cennette bana bir vaat yok.. Ben yine kocamın eşlerinden biri olarak orada da köleliğime devam edeceğim.. ❦
Tüm ifadeler:
Sen ve 14 diğer kişi

27 Nisan 2024 Cumartesi

TEŞVİK KAPİTALİZMİ



Devlet şeker üretemez, çikolata üreme, işine baksin diyen neoliberaller, devletin burjuvalara düşük faizli kredi vermesine ses çıkarmaz. Dikkat ettiyseniz ülkemizde kamu bankalarının özelleştirilmesi hiç gündeme gelmedi. çünkü kapitalizmin istediği ucuz ve pek çoğunun da geri dönmesiz kredileri, fakirlerin vergiler ile oluşan hazineden karşılanmalıdır.

Kapitalizm, serbest piyasa rejimi değildir. Büyük burjuvaların çıkarını koruma rejimidir. Adam Simth nile İskoçya gümrük bakanıyken, İngiltere'den gelen kumaşlara fahiş gümrük uygulamıştır. (https://onbinkitap.blogspot.com/2016/11/kapitalizm-ile-ilgiliyanlis-bilgiler-su.html) Altmışlarda ortaya çıkan Neoliberalizmin sloganı, güçlü devlet ve serbest piyasa, lakabı da askeri Keynesyenliktir. (https://onbinkitap.blogspot.com/2024/04/devletcilik-icin-iktisat-felsefesi.html)

Rönesansı, reformu pas geçen, sömürgeciliğe katılmayan,  sanayileşmemiş, sanayileşmiş gibi görünse de markalaşmamış ülkelerin, milli burjuva ve yerli dev şirketler yaratma hayali vardır. Bu ülkelere Osmanlı'da dahildi. Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin düzeni kitabının bir kısmını buna ayırmıştır. (https://onbinkitap.blogspot.com/2022/06/dogan-avcioglu-tarihciligi.html) Hatta padişah Abdülhamit, şehzadeleğinde ticaretle uğraşmış ve bizzat öz torununun anılarına göre padişahken bile borsa oyunları oynamıştır. İttihat ve Terakki ise bu yolda savaş zenginleri yaratmış, savaş sırasındaki vurgundan zengin olan ve Macar metreslerine binlik banknotlardan yatak hazırlayan bu zenginler, İttihatçıları da yüz üstü bırakmıştır.

Cumhuriyet döneminde de bu alışkanlık devam eder. Bu sefer balık kralı, kömür kralı gibi ticaret tekelleri oluşur. Bazı tüccarlar sermaye biriktirsin diye, belli iş kollarının onlara bırakılmasıdır bu teşvik. Yer yer müteahitlerin fazla kazanması sağlanarak da bu yapılmıştır. (Vehbi Koç, Hayat Hikayem adlı otobiyografisinde bunu ballandıra ballandıra anlatır.)

Bu teşviki kredi olarak verilmesi, daha önce bankalar aracılığıyla olurken, Devlet Planlama Teşkilatının kurulmasıyla beraber (İller Bankası ve diğer bir kaç kurumla beraber, Kalkınma Bakanlığı kurumuna devredilmiştir.), banka dışı yollardan, doğrudan kamu eliyle olmaya başladı. Emin Çölaşan, kitaplarında (Turgut Nereden Koşuyor, Önce İnsanım Sonra Gazeteci başta olmak üzere, bugünlerde yeni baskısı olmayan kitapları. Nadirkitap, Kitantik gibi sitelerde bulunabilir) yazdığına göre, Turgut Özal, Devlet Planlama Teşkilatını tamamen burjuvalara teşvik kredisi verme kurumuna dönüyor.

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/07/turgut-nereye-kostu.html

Emin Çölaşan'ın, Turgut Özal ile, bu günlerin gençlerinin deyimiyle toksik bir ilişki oldu, Özal ölene kadar.  İkisinin  tanışması, Çölaşan'ın üniversite yıllarına dayanır. Çölaşan ODTÜ'de okurken, Genelkurmay başkanlığında askerliğini yapan Turgut Özal'da matematik derslerine girmektedir. (Gene askerliğini yapan Süleyman Demirel ile sonradan hem fizik profesörü, hem de politikacı olacak Erdal İnönü'de üniversite de derslere girmektedir.)Özal, Çölaşan ve arkadaşlarını sınavda kopta çekerken yakalar ama ispatlayamaz. (Bunu, Çölaşan anlatmaktadır.) Bu ilk karşılaşmalarıdır. Daha sonra Çölaşan, Devlet Planlama Teşkilatında çalışırken, Özal, teşkilatın müsteşarı olarak amiri konumundadır. Özal, teşkilatı burjuvalar için ucuz kredi merkezine dönüştürür. Çölaşan'da memurluğu ile ele geçirdiği bilgilerle gazetecilik yapar. Sözde takma isim kullanır ama herkes bilir. Bazı yazılarını da açıkça yazar. Hatta Milliyet gazetesinin düzenlediği Ali Nail Karacan Yazı Yarışmasını iki kere üst üste kazanır. Özal'la sürtüşmesi sonucunda kurumdan kovulur ama babası olan, Meteoroloji Genel Müdürlüğünün ilk genel müdürü Ümran Çölaşan'ın çabaları ile kovulduğu kurumdan tavsiye mektubu alır. Sonra sırası ile Maliye bakanlığı, Ticaret Bakanlığı ve Petkim'de, hem memurluk, hem gazetecilik yapıp, kovulur. En sonunda 1977'de, otuz beş yaşında memuriyeti tamamen bırakıp, Milliyet gazetesinde gazeteciliğe başlar.

Biz teşvik konusuna geri dönelim. (Özal'ın Neolibralizm-Neoklasik okul peygamberliği ve Özal-Çölaşan toksik ilişkisi ayrı ayrı konular) Teşvikçilik, 12 Eylülden sonra hızla yaygınlaştı. Doksanların başında, özelikle Güney Doğu Anadoluda komediye dönüştü.  Ortalık sözde fabrikalardan geçilmez oldu. Bir kaç kişiye mmaaş bile vermeyip, SSK (SSK,Bağ-Kur ve Emekli Sandığı henüz birleşip SSK olmamıştı) pirimini ödeyen sözde fabrikalardan alınan krediler, gene bankalardan faizle işletilerek, kazanca dönüştürüldü.  Aydın Doağn ve Dinç Bilgin medyası, Tansu Çiller ve DYP'ye sırt çevirdiğinde, bu holdinglere akratılan asronomik teşvikler ifşa edilmişti. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/11/aydin-dogan-kimdir.html)

Günümüzde ise teşvik sadece kredi olarka verilmiyor. İşverenler, ÇEDES yada stajyerlik adı altında öğrencileri yok pahasına (bazen yemek bile vermeden) çalıştırdıkları yetmiyormuş gibi,   (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/11/stajyer-emegi-somurusu.html) İŞKUR gibi kurumlar aracılığı ile çalıştırdıkları işçilerin sigortası devlete ödetmektedirler. Şirketler, kırk yıllık çalışanlarını bile, işe yeni başlayan kursiyer  gibi göstermekte, işçiler her iş değiştirdiklerinde kursiyer olmaktadırlar.

Burada bir de değil ben gibi aslında  öğretmen, amatör bir blog yazarının, en acar gazetecilerin bile bilmediği ne teşvikler var. Hatta bazıları kredi bile değil, hibe. Halka yıllarca kamu iktisadi kuruluşları zarar ediyor, hazine bu zararı ödememeli diyenler, daha fazlasını özel sektöre ödüyor.


23 Nisan 2024 Salı

AŞIK İBRETİ-Bir Şah olsam hükmeylesem cihana



 Bir Şah olsam hükmeylesem cihana

Kilise , mescidi yıkar giderdim

Okullar yapardım bütün insana
Cehaleti kökten siler giderdim
Fabrikalar kurar idim her yerde
İkiliği kovar idim bu serde
Ayrı gözle bakmaz idim bir ferde
Cihana bir gözle bakar giderdim
Gerçek insanları bilirdim Allah
Ondan gayrisine tapmazdım billâh
Ne Kâbe kalırdı ne de Beytullah
Yerine bir arpa diker giderdim
İnsanlıktan başka olamazdı Cennet
Yok olurdu İsa, Musa, Muhammet
Kalkardı dünyada mezhep, tarikat
Dinlerin bağını çözer giderdim
Bir olurdu zengin fakir her zaman
Çaresiz dertlere olurdum derman
Ne gavur kalırdı ne de Müslüman
Tümünü bir yola çeker giderdim
Gece gündüz çalışırdım millete
Bir faydalı kul olurdum elbette
Bir ırmak olurdum Günèş' ten öte
Yeni fezalara akar giderdim
O günü görseydim yüzüm gülerdi
Dünyada insanlar bayram ederdi
Ne bir silah ne bir atom kalırdı
Bir ulu deryaya döker giderdim
İbreti der varlığımız bitmezdi
İnsanoğlu yanlış yola gitmezdi
Ayrı gayrı devlet icap etmezdi
Dünyaya bir bayrak diker giderdim
AŞIK İBRETİ____

17 Nisan 2024 Çarşamba

BİR İKARUS HİKAYESİ



 Kuzey Rönesans'ının ünlü ressamı Pieter Brueghel'in 1558 yılında yaptığı meşhur bir resmin adı İkarus'un Düşüşü (yada İkarus'un düşüşü sırasında bir manzara) resmi, kuzey Rönesansının simgesi olmuştur. Resim, tipik bir Rönesans resmi gibi pek çok imge, simge ve izleyenin her baktığında ayrı anlam verebileceği simgelerle doludur. Kabaca resimde üç ana görüntü vardır. Atıyla tarlasını süren bir çiftçi, koyunlarını otlatan bir çoban ve yüküyle, silüeti görünenbir şehre giden bir gemi. Geminin dibinde suda bacakları görünen kişi de resme adını veren İkarus'tur. Kendisi balmumu kanatlarıyla uçarken, güneşe yaklaşmış,  kanatları eriyince Ege denizine düşmüştür. Sisam civarındaki İkarya adası onun adını taşır. (Destanın ayrıntısını başka kaynaktan öğrenebilirsiniz) Polonyalı yazar Jaroslaw Iwabskiewicz'in, bu resimden ilhamla yazdığı İkarus hikayesi vardır. Polonya, Alman işgalindeyken bir gencin, tramvayda, yanında oturanların bile farkında olmadan tutuklanmasını anlatır.

Hayatımızda görmediğimiz pek çok İkarus ve hikayesi var. Züğürt Ağa filminde Şener Şen, kahyasına veda eder, tazminat olarak elindeki son değerli şeylerini (sigara tabakası, saat, tesbih vesaire) verir. Sonra her ikisi, birbirlerine zıt yönde ve yokuş yukarı yürürler. Etrafta mahşeri bir kalabalıktır ve hiç biride  bu olayın farkına varmaz. Benzer bir ayrıntısa, prodüksiyon ekibinin dikkatsizliği yüzünden Ezel dizisinde olur. Ramiz dayı karakterinin öldüğü sahnenin gerisinde yaşlı birisi, bir ağacın dibine, gündüz gözüyle ayakta işer. Böyle önemli bir dizinin, böyle önemli bir sahnesinin çekilmesi yada böyle önemli bir karaktetin ölümü, birilerinin çişini tutmasına sebep değildir.

Benzer bir olaya da geçen günlerde şahit oldum. Ankara'da yaşayan ve Kızılay meydanına uğrayanlar, keman çalan sokak sanatçısı genç adamı biliyordur muhtemelen. Genelde Kızılay metro istasyonunun, Soysal çarşısı çıkışında, Yapı Kredi Bankası tabelası önünde (bankanın girişi bulvara bakıyor) keman çalarak sokak sanatçılığı yapan genç bir adam vardır. Çok da iyi keman çalar. Gördükçe önüne bir kaç kuruş atarım. Acıdığımdan değil, yoksa dilencilere ve kendini acındırarak bir şeyler satanlara hiç bir şey vermem. Sokak müzisyenlerini beğenmezsem de bir şey vermem. Verdiğim ciddibir para değildir ama kıymetlidir.

Bu anlatacağım olay iki yada üç hafta önce oldu. Okuldan çıkmıştım ve yanılmıyorsam sınav yada seçim ücreti yatmış, bankada uygulama ile bana haber vermişti. Ben de Kızılay'da otobüsten inince bankamatiklere doğru yöneldim. Kemancı da oradaydı. Cebimdeki yedi tane birliği önüne atıp,  bankamatiğe yöneldim. O sırada polise olduğunu tahmin ettiğim birisi, bizim kemancıya yöneldi. Kemancının yüzü bir anda kireç gibi bembeyaz oldu. Polis, size zabıta müdahale etmiyor mu diye azarladı. Ben o sırada para çekiyordum. Aralarında garip bir muhabbet geçiyordu. Sakarya caddesindeki bir eylemden bahsediyordu polis. Kemancı da abi abi deyip duruyordu. Polis,  Sakarya caddesindeki bir eylemden bahsediyordu. Zaten Ankara'da basın açıklamaları ve gösteriler genelse ya Sakarya caddesinde yada Yüksel'de olur genelde. Sonra zabıtalar sana neden ceza yazmıyorlar, o paraları da topla dedi. Kemancı abi diye diye kemanı kapatıp, polisin ardına düştü.

Olay etraftaki hiçkimsenin dikkatini çekmedi. Ben de bir şey diyemedim zira önümüzdeki binanın


hemen arkasında bulunan Sakarya caddesinde ne olduğunu da bilmiyorum. Belli ki polis de kendince haklı. Üstelik müdahale etmeye kalkarsam işler, bizim kemancı lehine ters tepecek. Beni de o göstericilerle irtibatlı falan sanacak.

Diğer yandan polise abi deyip durmasından kemancının gariban, muhtemelen ailece gariban biri olduğunu ve yine uzun süredir sokak müzisyenliği yaptığı sonucunu çıkardım. Güvenlik görevlisine hitap şekliniz sınıfsaldır. Memur bey, komserim, amirim falan, normal hitabettir. Abi demekse tamamen garibanlıktır. Hayatta kimseyi bilmeden kıskanmayacaksın. Keman çalışındaki ustalığa, yakışıklılığına bakıp, kıskanıyorsun, geride ne garibanlık var.

Güzel haber, iki gün sonra onu aynı yerde gene keman çalarken gördüm, epeydir de görmüyorum.En azından balmumu kanadı olan kemanını kurtarmış.

Görürseniz, okuduğunuz hikayenin hatırına da bir kaç kuruş atın.


11 Nisan 2024 Perşembe

DEVLETÇİLİK İÇİN İKTİSAT FELSEFESİ



Seksenlerin başından itibaren merkez medya denen, TÜSİAD destekli holding  medyası,  sürekli özelleştirme diye inledi. Sonuçta istediğini başardı. Satıla satıla devlete ait fabrika kalmadığı gibi TİGEM (Tarımsal İşletmeleri Geliştirme Çiftliği) bile kalmadı. Özelleştirme destekçilerinin iddialarına göre, serbest piyasa rejiminin gizli eli,  bu fabrikaların daha iyi işlemesini sağlayacak,  piyasa ucuzlayacaktı. Oysa kapitalizm, teorisyen, iktisatçı kılıklı propagandacıların anlattığı gibi bir şey değildir:

https://onbinkitap.blogspot.com/2016/11/kapitalizm-ile-ilgiliyanlis-bilgiler-su.html

Kapitalizmde serbest piyasa yalandır. Kapitalizmin demokrasiyi sevdiği de yalandır. Bu destek sadece şirketlerin ve Amerika Birleşik Devletleri gibi kapitalsit devletlerin diktatörlere desteği ile sınırlı olmadı. Latin Amerika'ya altmışlardan, doksanlara kadar kan kusturan askeri diktatörlükleri, Malcom Frieadman, James M. Buchanan gibi pek çoğu Nobel ödüllü Neoliberalist iktisatçı, askeri darbeleri öven teoriler geliştirdi. (Siz Nobel kurumunu demokratik bir kurum sanıyorsunuz. 2019'da Avusturyalı,ırkçı, özellikle de Bosna katliamı konusunda Sırpları desteklemiş olan Peter Handke, Nobel ödülü aldığında,  ülkemizdeki yetmaz amacılar başta olmak üzere pek çok kişi hayret etmişti. Oysa neoliberalizmin kurucu Friedman'ın görüşlerini bilse şok geçirirdi. Kaynar; Yıkıcı Olumsuzlama-Werner bonefeld) Bu iktisatçılar, güçlü devlet-serbest piyasa diyerek, anti komünist diktatörlüklere yetmez ama evet demişlerdir. Yani yetme ama evetçiliğe adını Hayko Bağdat vermiş olabilir ama Yetmez Ama Evet, bir Türk icadı değildir.

https://onbinkitap.blogspot.com/2017/10/doksanli-yillar-7-yetmez-ama-evetcilik.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2017/10/doksanli-yillar-7-yetmez-ama-evetcilik.html

Özelleştirme de Türk icadı değil. Sezar bile R oma cumhuriyetini, o zamanın yetmez amacılığı ile yıktı. Aslında diktatörlük, roma cumhuriyetinde bir çeşit olağan üstü hal yetkisiydi. Sezar, bu yetkiyi ömür boyu için aldı. Sezar, suikasle öldürülünce ortaya çokan karışıklıktan faydalanarak, tekrar diktatör oldu. Sonrasında Roma'da diktatörlük, kurumsallaştı ama teoride Roma cumhuriyeti hep vardı.

Devletçi ekonomi ise, büyük ölçüde Türk, daha doğrusu Atatürk icadıdır. Tek sebebi, sermaye sahibi bir burjuvazinin oluşmaması değildir. Pek çok ürünün ithal edilmesi sonucu oluşan döviz kıtlığı da değildir. Asıl sebep, ekonomiye bakış açısıdır. Ekonominin amacı tüm halkın refahını sağlamak olmalıdır. Devler, kar etmesi gereken bir şirket değildir. Şirketler, sadece patronlarının yada ortkalarının karını amaçlar. Geri kalmış ülkelerde şirketler yada burjuva, çoğunlukla kompradordur. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/10/kompradorlar-isgalciler-kadar.html)

Komprador kelimesi, İspanyolca satın alıcı yada Türkçe ticaret diline çevirirsek, mümessil demektir. İspanyollar, işgal ettikleri pek çok bölgede yerli halkı, kendi aralarından seçtikleri kişiler aracılığıyla yönetmiş, bu kişileri de daha çok çok ürün satın alanlardan seçtikleri için, böyle demişlerdir. Devletçiliğin bir sebebi de ülke ekonomisini kompradorlaşmasını engellemektir.

Devlet, herkesin devleti olmalıdır. Devletin başarısı, mümkün olduğunca herkesin refahı ve mutluluğudur. Bunu da ülkenin tüm bölgeleri, tüm etnik grupları ve tüm sınıfları aynı anda kalkındırarak yapmalıdır. Süper zenginler, servetine servet katarken, uzun vadede işçiler de refah bulacak diyemezsiniz. J.M.Keynes'in dediği gibi, uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız.

Keynes demişken. Neoklasik liberal okulun, yani neoliberalizmin diğer bir adı da Askeri Keynesyenliktir. Eski başbakanlardan Mesut Yılmaz'da bir keresinde, en büyük yolsuzluklar, askeri darbe dönemlerinde olur demişti.

Mesut Yılmaz demişken de ekleyelim: https://onbinkitap.blogspot.com/2022/08/yildirim-akbulut-ve-mesut-yilmaz.html

Devletçilik, devletin de fabrika sahibi olduğu kapitalizm ya da sosyalizm ile kapitalizm arasına bir sistem değildir. Devletin, tüm vatandaşlarını iktisadi olarak sahiplenmesidir ve halkçılık ilkesiyle bağlıdır. Devletçiliği iktisat bilimine illk yerleştirmeye çalışanlar,  Şevket Süreyya Aydemir ve Kadro dergisi grubu üyeleridir. 

https://onbinkitap.blogspot.com/2018/01/sevket-sureyyaaydemirin-kitaplari.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2020/04/insaatcilik-ve-insancilik.html

Türk iktisatçıları, devletçiliği tekrar incelemeli, yeni bir Kadro hareketi kurmalıdır.


9 Nisan 2024 Salı

KÖY ENSTİTÜLERİ ŞİİRİ...

 


KÖY ENSTİTÜLERİ ŞİİRİ...

Onlar,
Köy çocuklarıydı.
Kurumuş çalılar gibiydiler bozkırda.
Kavrulmuş ekinler gibiydiler.
Geldiler,
Yalın ayakları
Ve
Yırtık mintanlarıyla geldiler,
Gönen’e, Aksu’ya, Kepirtepe’ye.
Ezilmiş, sömürülmüş, horlanmış
Ve
Unutulmuştular bin yıldır.
Ferhat oldular,
Yardılar İdris Dağını.
Gürül gürül akıttılar suyunu,
Hasanoğlan’a.
Köroğlu oldular,
Kafa tuttular Bolu Beylerine.
Yıktılar saltanatını ağaların.
Tolstoy’u Balzac’ı okudular koyun güderken.
Mozart’ı, Bethoven’i çaldılar dağ başlarında.
Moliere’i, Sophokles’i oynadılar.
Horon teptiler Beşikdüzü’nde kol kola.
Halay çektiler Yıldızeli’nde türkülerle.
Diz vurdular Ortaklar’da efece...
Siz,
Her gece,
Mehtaba çıkarken Heybeli’de,
Onlar,
Duvar ördüler,
Çatı çattılar.
Yıldızlara bakarak yaz geceleri,
Harman yerlerinde yattılar.
Kazma salladılar yorulmadan.
Kerpiç döktüler
Kerpiç.
Sızlanmadılar hiç.
Yakıştı nasırlı ellerine,
Kitap ve çekiç.
Başladı yurt harmanında imece...
Bir gece,
Karanlık inlerinden sinsice,
Brütüsler çıktı ansızın.
Çektiler zehirli hançerlerini,
Vurdular sırtlarından haince...
Çıktı mağaralarından yarasalar,
Çıktı halk düşmanları,
Üşüştü sülükler gibi üstümüze.
Emdiler kanımızı,
Doymadılar.
Yıktılar umudunu Türkiyemin.
Aydınlık bir Türkiye gelir aklıma,
Kalkınmış bir Türkiye gelir,
Köy Enstitüleri denince.
Özbek İNCEBAYRAKTAR

5 Nisan 2024 Cuma

KILIÇDAROĞLU'NUN Y.VŞAK FAŞİZMLE MÜCADELESİ



 En başta, bu konudan bir bahsetmiştim: )https://onbinkitap.blogspot.com/2024/01/fasizm-ve-yvsak-fasizm.html) 

Y.vşak faşizm, iki yüzlü, suçu başkalarına atan ve gerçek yüzünü göstermek için, gerçek faşizmin yükselmesini bekleyen faşizmdir. Gerçek faşizm, biz NAZİYİZ, burada Yahudileri sevmeyiz der, y.vşak faşist, burada naziler çok der. Suçu genelde başkalarına atar. Bu başkalarına atma da genelde her şey olup, bittikten sonra olur. Y.vaş faşist, sizle dost olmaktan öte, size akraba bile olur. Sizden kız almkatan öte, size kız bile verir.  İşine gelmediğinde birden senin öteki olduğunu hatırlar. Faşist ise sizi her zaman öteki ilan eder.

Bunu daha anlaşılır olması için bir örnekle anlatayım. Faşist size kız vermez, kız alabilir ama onu sizden uzaklaştırır. Diyelim  bu aileye gelin yada damat (içgüveysi yada hanımköylü) oldunuz. Orada uzun yıllar kimseden kötü bir laf bir yana sitem bile duymadınız. Zencisinizidir ama kışlık odunu kıran bir damadı sizsinizidir. Kürtsünüzdür ama kucağına oynayıp, şımartacağı torun veren gelini sizsinizdir. Sizden ala akraba mı vardır? Bu mutluluk yıllarca sürer ama tabiki bitecektir. Büyük baba ölünce miras davası açılır ve o zaman o dostlarının sana olan nefretini görürsünüz. Ülkemizde en kanlı davalar, miras, hele de arazi kavgalarıdır. Küçücük çocukları, hamile kadınları bile acımadan öldürürler.  İşte o an, bırakın Alevi, Ermeni falan olmayı,  annenizin  yakın bir köyden gelin gelmiş olması bile sizin için kabahat olur.

İşte bu yavşak faşizm, gerçek yüzünü böyle fırsat anlarında gösterir. Progrom yapacağı zaman, devletin desteğini alır.  Yağmalayacağını yağmalayıp,  tüm insanlık suçlarını işledikten sonra, kendisini  aklamanın yollarını arar. Sonra da olayı hızla unutturmaya çalışır.

https://onbinkitap.blogspot.com/2019/12/maras-corum-sivas-ve-diger-katliamlar.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2019/12/maras-corum-sivas-ve-diger-katliamlar_21.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2020/03/maras-corum-sivas-ve-diger-katliamlar.html

Bu faşist zihnşyet, elbette Kılıçdaroğlu ile gerçek bir ittifak yapmayacaktı, hem tabanda, hem de tavandan. En başından,  Kılıçdaroğlu aday olmasın propagandası, böyle bir propagandaydı ve arkasında iktidar vardı. Altılı masayı bir araya getirmesi bir yana,  İyi partinin de seçilmesini sağlayan da Kılıçdaroğlu'ydu. Kılıçdaroğlu, Alevi ve Kürt, hatta Tuncelili diye oy vermeyiz demiyorlar da,  diğerleri oy vermez diyorlar. Diğer yandan, Ekrem İmamoğlu yada Mansur Yavaş aday olsaydı bile, bu adaylara karşı da bir B kumpas planı vardı muhtemelen.

Kılıçdaroğlu, yavşak faşizmle mücadele etmesini bilmedi, çok fazla uzlaşmacıydı. Zamanı gelince açıkça ve tek başına savaşmasını bilmedi. Aslında en baştan istifa etmeliydi. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/07/neden-kilicdaroglu-istifasini-istemek.html)

Gene de partiye katkısı yadsınamaz. Meral Akşener ve Yılmaz Özdil'in ihanetine rağmen, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin  2. tura kalmasını sağlamıştır.Bu arada y.vşak faşizm, özellikle  Yılmaz Özdil gibilerinin faşizmidir. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/05/14-mayis-secimleri-nde-muhalefet-neden.html)

Sonuçta Kemal Kılıçdaroğlu, hem kendi hataları, hem de ihanetler yüzünden önce Cumhurbaşkanlığı seçimini, sonra CHP genel başkanlığını kaybetti. CHP'nin 31 Mart yerel seçim zaferinden sonra geri dönme ihtimali da kalmadı. Kalmasın, yetmiş beş yaşından sonra da siyaseti bıraksın zaten. Kılıçdaoğlu'nun hataları çoktu ama doğru işleri de çoktu. İmamoğlu'nu Beylikdüzü'nden alıp, İstanbul Büyükşehir için aday gösteren, kırk yıllık MHP'li Mansur Yavaş'ı kırk bin yıllık CHP'liye çeviren oydu. Gene de çoktan istifa etmeliydi, o ayrı konu.

Bu aşamadan sonra sağcılar, muhafazakarlar ve tarikatlar,  keşke Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı olsaydı diyecekler. Onun gibi uyumlu ve uzlaşmacı bir CHP'li bir daha bulamazlar. Hele CHP, İyi parti yada başka birileri olmadan da başaracağını anladı ki, kimseye de acımaz. Kılıçdaroğlu gidince, hele de kurultayı kaybedip gidince, ellerinden mezhep silahı da alındı.

Mezhep demişken. Dada 1996 Gazi Mahallesi, 1992 Sivas katliamlarının hesabı sorulmamışken, daha geride Maraş-Çorum-Malatya ve bir sürü katliamın dosyası duruken, Kılıçdaroğlu'nun memleketi Tunceli'nin 1990-1995 arası güvenlik güçleri zorbalığı yüzünden nüfusunun göçe zorlanması tazeyken, bir Alevi cumhurbaşkanı seçilme rüyasına ne güzel inanmışız, akıl alır gibi değil. Hele de Maraş ve Çorum'un planlıyıcıs ve uygulaıyıcısı MHP kökenli, üzerine de Tansu Çiller'in iç işleri bakanı Meral Akşener'in CHP ile ortaklığa sonuna kadar gideceğine,  y.vşaklık yapmayacğına inanmak, meğer ne büyük saflıkmış. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2022/04/tansu-cillerin-siyasi-tarihi.html)

Ama gene de Alevilerden kurtulamadılarç O da ayrı konu.