mhp etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mhp etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ekim 2025 Çarşamba

TÜRKÇÜLÜĞÜN VE KÜRTÇÜLÜĞÜN DİN VE ALEVİLİK MESELESİ



Etnik dinsizliğin temel nedeni, dinlerin bazı milletleri daha çok sevmesidir. İslam dini ise fazlası ile Arap dinidir. Bunun tek sebebi peygamberinin Arap, kitabının Arapça olması değildir; Arapların genel tavrıdır. Araplar için Mevaliler, yani Arap olmayan Müslümanlar, alt sınıftır. Kendileri içinde de birbirlerini seyit-şerif olarak görme, ötekileştirdiklerini yarım Arap yada sonradan Arap diye yaftalarlar. Yıllar önce duyduğum bir habere göre dünya Müslümanlarının beşte biri Arap yada ana dili Arapça'nın lehçe-aksan yada ağızlarından biri. Aslınada Kuran'ın ilk indiği Arapça'yı ana dili olarak bilen oldukça az, belki de hiç yok. Klasik Arapça, sonradan öğreniliyor. Körfez Arapları, özellikle Suudiler, diğer Arapları, özellikle Şii-Nuseyrileri, eksik Arap olarak görür; BAAS'çılar ise tüm Araplar, bir millettir sloganını ortaya attı. Tüm mezhep ve ülkedeki Arapları birleştirmek istedi ama pek beceremedi.

Arapların Mevalileri pek sevmediği doğru; özel olarak nefret ettikleri üç millet vardır; Türkler, Kürtler ve İranlılar. Bu üç toplum, Arapların egemenliğinde yaşadığı ve birazcık da Arap zoru ile Müslüman olduğu halde, Araplar içinde asimile olmadı. Keldaniler, Süryaniler, Kıptiler, Berberiler ve daha nice millet, Müslüman olduktan sonra ana dilini ve geleneklerini unutup, ya tamamen yok oldu, ya da sembolik, küçük bir miktar kaldı. Süryaniler ve Kıptilerden sadece Hristiyan olarak kalanları ve çok azı kendi dillerini koruyor. Arap birliği ülkeleri haritasına ve Arapça'nın yayılışına bakarsanız, batıya ve güneye doğru yayıldığını; bu yayılımın da İslamla beraber olduğunu görürsünüz. Bu yayılmanın batı sınırı Atlas Okyanusu, güney sınırı da Sahel denen, Sahra çölü-tropikal iklim üstü ülkeleridir. Gine körfezi ve Ekvator altı ülkelere batılı ülkeler daha önce ulaşmış, oraları Hristiyan etmiştir. Araplar, İber yarımadasını yüz yıllarca işgale edip, yönetmiş de olsa, İspanyolları, Portekizlileri, Baskları, Katalanları, Galiçyalıları ve diğer milletleri Müslüman yapamamış, dolayısı ile Araplaştırıp, buralara yerleşememiştir. Akdeniz havzasında da Arap denizciliğinin egemenliği kısa sürmüş, Kuzey Afrika kıyısında yaşayan halklar, Osmanlı himayesine sığınmış, Osmanlı'yı kendileri çağırmışlardır. Buna rağmen Tunuslular, daha sonra Osmanlı'ya isyan etmişti.

Arapların; Türklere ve Kürtlere olan nefretini çok eski kaynaklardan okuyabilmekteyiz.Bunun en ilginci Mevlana'dır. Mevlana'nın babası Bahaeddin Veled, Kürt yattım, Arap uyandım demiş, kendisini böyle tarif etmiştir. Aslında bu söz, sufiler arasında yaygındır. Mesenevi'de defalarca Türklere hakaret edilir. Selçuklu ve Osmanlı'da farklı değildir. Selçuklular, isyan eden yörüklere Biidrak Türkler derken, Osmanlı'da da Türk'ü vurun, öldürün diye şiirler yazılmıştır. Selçukluların resmi dili Farsça olmuş, Anadolu beylikleri, yörük isyanı sonrasında Karamanoğlu Mehmet Beyi takip ederek, Türkçeyi resmi dil yapmışlar, Osmanlılar ise Türkçelerinin için Arapça ve Farsça'dan kelime, tamlama ve kurallarla doldurarak, Osmanlıca denen ucube dil yaratmışlardır.

Buna rağmen Türkler, dindar Müslüman olmuş, Araplara karşılı da saygılı olmuştur. Osmanlı devleti, Arapları askere almamış, almak istemiş, Arap bölgeleri çoğu kez yerel derebeyleriyle beraber yönetmiştir. Barbaros Hayrettin Paşa ve pek çok Osmanlı askeri, Arapları askerliğe uygun bulmamış, onları sadece yağma yapan kalabalıklar olarak nitelemiştir. Araplarsa, Mevali yada Mevali kökenli hanedanlarla yönetilmeyi, kendilerine zul saymış, Mevali'nin Hristiyanlara karşı zaferlerini de küçümsemiştir. Bazı Arap yazarlar, İstanbul'un fethini bile, gerçek fetih, bu şehrin Türklerin elinden, Araplarca alınmasıdır diye yazmıştır. Kavalalı Mehmet Ali Paşa, aslında Türk olduğu halde, Arapların bu nefretini bildiğinden, kendisini Arnavut olarak tanıtmış, ancak saltanatı 1952'de Hür Subaylar Birliği tarafından yıkılmıştır. Libya ve Tunus'un kraliyet aileleri de , kuzey Arap hanedanlıkları (Suriye ve Irak'da dahil) 1960'lara kadar yıkıldı, Fas hariç, orası halen (2025) halen ayakta. Arap yarım adasının güneyindeki krallıklar (Kuveyt, Suudi Arabistan, B.A.E VS) halen ayakta.

Bütün bunlara rağmen Türk milliyetçiliği uzun zaman boyunca genelde dindar, hatta dinci oldu. Osmanlı'ya ulus fikrini ilk getiren Namık Kemal fazlası ile dindar (rakı düşkünü olmasına rağmen) ve hatta dinciydi. Öyle ki bu gün ulus-nationality anlamında kullandığımız millet kelimesi Arapça din birliği, dindarlık anlamına gelir. İlk dönem Türkçülere baktığımızda, dinci ve hatta mezhepçi olduklarını görürüz. Namık Kemal, Cezmi romanını, Ömer Seyfettin, Pembe İncili Kaftan romancığı (novella) Kızılbaşlığa (Alevilik) saldırı amacı ile yazmışlardır. Ziya Gökalp, Gayrı Müsülümlerin seçme ve seçilme hakkına karşıydı. Sünni bir Kürt yada Arap, benim damadım olabilir ama Kızılbaş bir Türk, damadım olamaz demiştir.

Kürtçülük ise din kavramı ile çekingen bir ilişkisi vardı. Kürdistan'ı kurma amaçlı ilk isyan olan Koçgiri isyanı, bir Alevi isyanıydı. Nur Dersimi'nin bir Kürtçü olduğu kadar Alevici olduğunu görürüz. Koçgiri isyanı sırasında, Divriği'de bir toplantı düzenlemiş, Türk Alevilerini de bu isyana teşvik etmeye çalışmıştır. Dersimi'ye göre Alevilik-Kızılbaşlık; Kürt kökenli bir inançtı ve tüm Aleviler aslında Kürt'tü. Oysa Kürtlerin de çoğu Sünni'di ve Seyit Rıza;  Seyh Said'in temsilcileri, Kızılbaşın yediklerini yemedikleri için isyana destek vermekte vazgeçmişti; üstelik Türk devletinin kendisine ve Dersime harekat planladığını bildiği halde.  PKK ise, Marksit-Leninist bir devlet olarak kuruldu ve ilk militanlarında bolca Alevi vardı. Buna rağmen Kürtler, genel anlamda Aleviliğe mesafeli oldu.

Ülkücü-MHP hareket ise, ilk başlangıcında bile Alevi düşmaıydı ve bilinen ilk Alevi katliamları (en azından benim bildiğim) 1965'de Aydın'da beş Alevi'yi öldürerek başlamıştı ve o zamanlar daha henüz Sağ-Sol çatışması yoktu. 1961'de MÇP, daha MHP olmadan evvel,  komando kampları kurduğunda, daha ortada sol örgütler yoktu. Buraları herkes biliyor, uzatmayacağım. 1991'de Sovyetler Birliği dağılınca, bu dincilik yavaş yavaş sorun oldu. Azeriler Şii, Gagauzlar Ortodoks Hristiyan'dı. MHP ise artık DP, DYP ve ANAP'ın yancısı olmaktan sıkılmış, kitle partisi olmak istemişti. Kürtlerden, Alevilerden oy almadan olmazdı.

2002'den itibaren, dinin somut siyasi iktiadrı ile Milliyetçi, hatta Faşistler de dini ve dindarlığı sorgulamaya başladı. Ülkeye doluşan Suriyeli ve Iraklılara karşı antipati de, dinsizliğin artmasına yol açtı. Aleviliğin, Türk ve Kürt kültürünü asıl taşıyıcısı olması, yeni nesil milliyetçilerin, Aleviliğe bakış açısını da değiştirdi.

Peki bunca yılın acısı, yarası ne olacak? 

21 Mart 2025 Cuma

BAHÇELİ'NİN PİLAVI

 Bu olay benim başımdan geçmedi. Kısa süre bana müdürlük ve müdür yardımcılığı yapan arkadaşlarımın başından geçti, adlarını unuttum, beni affetsinler. Yaklaşık iki aydır kameralar agörünmeyen ama birilerine telefon eden, MHP'nin şu andaki başkanı Devlet Bahçeli'nin de bu olayla ilişkisi fazlasıyla dolaylı ve hikaye dikkat çeksin diye onun adını kullanıyorum. Öte yandan, o dönemde koalisyonun kilit partisinin başkanı ve devlet başkanı olmasaydı, olay bu duruma gelmeyebilirdi diye de düşünüyorum. 



Olay, benim iki yıl görev yaptığım, Kırıkkale'nin, Karakeçili ilçesinde, doksanların sonlarında, iki binlerin başlarında olmuş. Karakeçili,  Bala ilçesinin eski kasabasıyken, Kırıkkale'nin il olması ile ilçe olmuş. Kendi merkezi haricinde iki tane de köyü var. Bu küçük ilçenin her yıl yapılan şenlikleri vardır. Ben bu şenliklere hiç katılmadım. Katılan arkadaşlardan öğrenebildiğime göre, bu şenliklerin esas önemli kısmı, yağlı güreşler oluyormuş. Doksanlı yıllarda, belediye MHP'de ve MHP'de koalisyonda iken Devlet Bahçeli, her sene mutlaka katılır, partisinden ve koalisyon ortaklarından bir kaç bakanı falan da yanında getirirmiş. Arkadaşlar da o zamanlar, yaz tatiline gelen bu günlerde, ilçenin o zamanki kaymakamı tarafından bu şenliklerde, aldıkları cezaya göre yemek organizasyonunda görevlendirilmişler. Arkadaşların aşçılıkla alakaları yok. Hatırladığım kadarı ile biri biyoloji, diğeri de elektirik öğretmeniydi. Her türlü organizasyonda illa bir aksilik olur ya, bu sefer aksilik, yemekte sunulan pilavdaki pirincin pişmemesi ve diri kalması olmuş. Bahçeli'nin de bulunduğu protokolun hoşuna gitmemiş bu durum. Protokol valiyi, vali kaymakamı, kaymakam da çok programlı lisenin müdürünü azarlamış. Müdür de iki yardımcının sicil notunu düşürmüş.

Asıl olay bu değil. Ben bu olayı 2005'de, bu iki arkadaşla beraber öğrendim. O zamanlar milli eğitim bakanlığı, uzman öğretmenlik ve okul yöneticiliği için sınav açtı. İlk şartlardan biri de on yıllık öğretmen olmaktı ve ben o zamanlar bu şartları sağlayamıyordum ve başvuramamıştım. Diğer bir şartta, son beş yıl boyunca sicil notlarının doksan ve üzeri olmasıydı. Başvurunca önce acı gerçeği, sonra da sebebini öğrendiler. Dava açıp, notu düzelttiler ama o sene sınava giremediler. Uzun zamandır da yöneticilik sınavı yapılmıyor.

Uzun zamandır kameralara görünmeyen sayın Bahçeliye şifalar dileyerek, hikayeyi bitiriyorum.