1)Ani öfke krizi:
Ahmet Kaya'nın saldırıya uğradığı gecenin, Gülten Kaya'nın ağzından anlatıldığı Ordaydım belgeselini izledim. Orada saldırganların ani öfke krizinin yalan olduğunu anladım. Aslında saldırganlar, çok önceden örgütlenmiş, ne söyleyeceklerini ve nerede duracakları bile önceden belirlemiş. Bu örgütlenmeye katılmayan sanatçıların bir kısmı ortadan sıvışmış, bir kısmı da Ahmet ve Gülten Kaya'yı savunmaya çalışmış.
Basın mensupları ise ilginç bir şekilde saldırganları net çekme çabasında. Ayrıca her şey bitip, evlerini dönmek için arabalarına binerken de suratlarına flaşları patlatıp, daha da yaralama çabasından da olayların planlı olduğu anlaşılıyor.
Öte yandan linçe katılanlar, o yıllarda Tansu Çiller-Sedat Peker etrafında dolaşan, bu ikilinin her etkinliğine koşan sanatçılar. Sonraki yıllarda da Reisçi olmuşlar, kazara bile muhalif olmamışlar. Zaten pek çoğu yırtık dondan çıkarcasına iktidar yanlısı ya da muhafazakar açıklamalar yapıyor.
Sivas katliamı için de benzer şeyler denildi. Oysa yıllar sonra ortaya çıkan bazı fotoğraflarda, pek çok kişinin camiden ellerinden benzin-gaz yağı bidonlarıyla çıktığı görülüyor. Yani masumca namaz kılmaya gittiğiniz camilerde, progrom yapmak için silah ve yanıcı maddeler olabilir.
Ahmet Kaya'nın linç gecesi öncesi Kürtçe klip çekeceğini belli ki daha önce birilerine söylemiş. Oradakilere pek de sürpriz olmamış. Öyle olsaydı tek tük bağıran ya da ortamı terk eden olurdu. İnsanlar kolay kolay kalabalıklarda tek başına saldırıda bulunmaz. Oysa görüntülere baktığınızda koro halinde bağırıyorlar.
Ayrıca bu grup, daha sonra çözüm süreci ve Habur sınır kapısında olanlara ses çıkarmadığı gibi, bu sanatçıları, her hangi bir şehit cenazesi veya her hangi bir milliyetçi etkinlikte görmedik. Hatta bu ekipten bazıları çözüm sürecini desteklemişti.
Maraş katliamının en erken hazırlıkları iki yıl öncesidir denilmekte. Oysa 1972 yılında işlenen Ali Balseven cinayetine dikkat çekmeli. 1973'de öldürülen Alevi-Ülkücü gencin cinayetinin suçunu Atsızcılar, Türk-İslam sentezcilerine, yani Türkeş taraftarlarına atarlar.
Oysa bu önermede iki eksik olan şey vardır. Birincisi Ülkücülerin ya da Türkeşçilerin içinde zannettiğinizden daha fazla Alevi, Kürt ve hatta Ermeni vardı ve halen gerek MHP, gerekse diğer ırkçı-milliyetçi grupların içinde bolca azınlıklardan vardır. Türklerin azınlıkları ya da yönettikleri etnik gruplardan bireyleri devşirme almalarının geleneği çok eskidir. Ben Osmanlı'dan başladı sanıyordum ama Selçuklularda da Yeniçerilik ve Enderun benzeri kurumlar varmış. Gerçi Osmanlı, tımarlı sipahiler, yeniçerilik ve Enderun'u doğrudan Doğu Roma, yani yanlış bildiğimiz adla Bizans'dan almıştır. Hatta Enderun, adı bile pek değişmeden Andarun adı ile Asur devletinde bile vardı. Çok uluslu imparatorluklar, egemen oldukları toplulukları, içlerinden bazılarını kendilerinden yapmadan yönetmeleri çok zordur.
İkinci eksik olan şeyse, Ülkücülerin ya da Atsızcıların Alevi katliamları, Türkiye'de sağ-sol çatışmalarından ve Türkeş'in Atsızla (sözüm ona yolunu ayırdığı) 1968 Adana kongresinden çok önce başlamıştır. 1961'de Aydın şehir merkezinde sekiz Alevi katledilmiştir. Bu tarihten daha önce de saldırılar vardır ve 1961'de henüz Türkiye'de henüz sağ-sol kamplaşması yoktu. Kaldı ki bu tarihten önce de
Peki Ali Balseven'in öldürülmesi, fikir ayrılıkları mıydı? Ülkücülükte de tüm faşizan örgütlerde fikir ayrılıkları öyle ölümcül çatışmalara sadece süper liderleri (burada Başbuğ Alparslan Türkeş oluyor) öldükten sonra olası makam çatışmalarında olasıdır.
Öyleyse Ülkücüler, içlerindeki Alevi bireyi neden öldürdüler? Burada Ali Balseven'in Maraşlı olduğunu öğrendiğimizde cinayetin sebebini anlayabiliriz. Zaten ailesini öldürecekleri arkadaşlarını daha önce öldürmüşlerdir; sonradan kendilerine düşman olmasın diye. Atsız'ın sonradan yazdıkları sadece katliam planlarını saklama çabasıdır.
Kaldı ki Atsız'da, Niğdeli Kadı Ahmet'in Taptukiler üzerine yazdıklarını kullanarak, Türkiye'de sağ-sol kavramları daha hiç bilinmiyorken Alevi düşmanlığını körüklemiştir. (Şimdilerde çocuklarına Yunus Emre adını koyan muhafazakar Sünni aileler üzülmüş müdür, sanmam.) Ülkemizdeki pek çok progrom, böyle uzun süreli bir hazırlığın sonucudur.
2)Pek çok şeyden habersiz masum saldırganlar: O gece madem o saldırganlar çok sinirliydi ve öfke krizindeydi, neden Ahmet Kaya ve Gülten Kaya öldürülmedi ve ciddi bir yara almadı? Çünkü öyle planlanmıştı. Zira asıl linç, sonraki günlerde Ertuğrul Özkök'ün yönetimindeki koro tarafından yapıldı. O kalabalık, nereye ne kadar saldıracağını biliyordu. Hiç biri Ahmet Kaya ve Gülten Kaya'ya ölümcül bir şekilde saldırmadı. Gülten Kaya'nın alnına gelen çatal bile hesaplıydı.
Trakya (1934), Maraş, Çorum, Sivas ve benzeri progromlarda saldırganların çok az, çoğu kez de hiç devlet kurumuna saldırmadığına ya da hasar vermediğine hiç dikkat ettiniz mi? Her saldırgan, gitmesi gereken yeri bilir. Mesela hem Maraş, hem de Çorum'da camide cenaze sahiplerine saldırır ama camiye zarar vermezler.
Ama pek çoğunun savunması, tesadüfen orada oldukları ve sonradan olacaklardan haberi olmadığı yalanıdır. Hatta Sivas olaylarının ertesinde, o zamanlar Hürriyet gazetesi, o zamanlar gazetede köşe yazarlığı yapan Emin Çölaşan'a yazılmış ya da yazıldığı iddia edilen bir mektubu manşetine taşımıştı. Bu masum adam, camiden benzin bidonları ile çıkanları görmemiş mi?
3)Faşizmin yalancı pişmanlığı:
Olaya katılanların ve olayın basın saldırısının koro şefi Ertuğrul Özkök'ün, özellikle çözüm sürecindeki yalancı pişmanlığına. Siyasi düzen değişse, gene Ahmet Kaya'yı linç ederler.
Acı gerçek şu ki, kimse cezasını çekmeden pişman olmaz. Ben katliamlardan dolayı pişman olmayı bırakın, üzgün olan bir Maraşlıya, Çorumluya, Sivaslıya rastlamadım. Bu şehirler de Drasden, Hiroşima ve Nagazaki gibi bombalansaydı, belki de pişman olurlardı.
Gene Atsız demişken. Oğlu Yağmur Atsız neden yetmişinden sonra tüm sola ve Kürtlere sırt çevirdi. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/10/yagmur-atsizin-muhtesem-bitisi.html) Çünkü gerçekte solcu falan değildi. Sadece babasının suçlarının bedelinden kaçtı. Bir ara kardeşi Buğra'da Cumhuriyet gazetesinin Almanya bürosunda çalışıyordu. Kanada'da bir süre Ateizm peygamberliği yaptı, şimdi yeniden Türkçü-ırkçı tavırlar içinde. Çünkü iki kardeş de ırkçı olarak babalarının bedelini veremezdi. İkisi de yurt dışında olsa, babalarının ideolojisi yalan olacaktı.,
Buğra bey Kanada gibi medeni bir memlekette, Türk ırkçılarının gururunu okşayıp babasının kitaplarından telifini yiyor. Oysa onu Kanada'da rahatsız eden olsa böyle ırkçılık yapmaz. Ya da o ırkçılığı Kanada'da yapsın bakalım.