2 Eylül 2022 Cuma

C VE OMEGA DESTANLARI

 




C DESTANI

 

En fazla biberiyedeydi

İnsanları maydanoz besledi

Denizciler lahana turşusuna sarıldılar

Baş düşmanları iskorbüte karşı

Zenginler karanfili ilaç yaptı

Eskimolar onu balina derisinde buldular

Beyaz adam topraklarını çaldığında

Onun uğruna çam iğnesi yedi Kızılderililer

Başka yiyecek yoktu ona dair

Sürüldükleri dağ başlarında

Gene de tüm övgüyü portakal aldı




OMEGA DESTANI

 

Yirmi sekiz harfli Yunan alfabesinin

Son harfiydin sen

Felsefe bu alfabe ile başladı,

Bu yüzden ki ona üç ve altı dediler

Dokuzu karaciğer hallediyormuş dediler

Kuyruk yağını tu kaka ettiler

Sudan hafif zeytinyağına ağır dediler

Tereyağına kolesterol dediler

Ceviz, fındık, fıstık zaten çerezdi

Kaldık cıvalı tonbalıklarına

1 Eylül 2022 Perşembe

SENTEZDEN TÜRKLÜK ÇIKARKEN, TENGRİCİLİK VE ALEVİLİK



Şu günlerde Türk dünyası üzerinde bir hayalet var, Tengricilik hayaleti.  Ben bunun tek sebebinin  ya da en büyük iktidarın insanı dinden soğutan dincilik politikaları olduğunu düşünüyordum. Zaten Şamanizm denen Türklerin İslam öncesi inancına birdenbire, tek tanrı inancına atıf yaparak Tengricilik denmesi ve bir çeşit yüceltilmesi de, bu yönelmenin ispatı değil miydi?
Dikkatimi çeken diğer bir olay da,  bu akımın Türkiye'den değil, Kırgızistan-Kazakistan diyarında ortaya çıkması.
Dikkatimden kaçan ise, kaç yıldır Türk-İslam sentezi unutuldu. Zaten devletin büyük reisi de her türlü milliyetçiliği ayaklar altına aldık dememiş miydi bir kaç yıl önce? Bu sözünden de dönmüş değil.
Pek çok ahmağın anlamadığı, Kürt düşmanlığının Türkçülük olmadığıdır, tıpkı Alevi veya Gayrı Müslüm düşmanlığının Müslümanlık olmaması gibi.
Son bir kaç yıldır Türk faşistleri arasında Deizm moda olduğu gibi, Tengiricilik de moda oldu ama Faşizm, dindarlık konusunda olduğu gibi, Deizm ve Tengricilik konusunda da samimi değil.
İslamcı olurken amacı Gayrı Müslümler, Aleviler ve diğer dini aşağı olanlara karşı üstün olmaktı. Ancak son on yıldır görüldü ki, Müslüman olmak, Arapların üstünlüğünü kabul etmek, onlara itaat etmek ve onlara hizmet etmektir.
Ülkeye bu kadar çok Arap, ucuz işçilik için gelmiş olabilir. Biraz da ülkedeki Arap nüfus artsın diye geldiler. O zengin Araplar da, Türkler kendisine hizmet etsin diye geldi.
Neden Türklere ensarlık empoze ediliyor sanıyorsunuz? Ensarlığı çok iyi bir şey sanıyorsunuz.
Ensar diye peygamber ve yakınlarını misafir eden Medinelilere denir, bunu iyi biliyorsunuz. Bilmediğiniz bu ensarların başına ne geldiğidir.
Mekke'nin fethinden sonra, daha doğrusu da fetih belli olunca, devlet yönetiminden ensarları uzaklaştırıp, akrabaları olan Kureyşileri ve yakın akrabası Haşimileri doldurdu. Onların kendisine karşı öfkesini görmedi, akraba olmalarına güvendi.
Amr İbn-ül As, halife Osman'ın oğluydu mesela, din dersi kitapları hakem olayından dolayı ona beddua etse de, bu ayrıntıyı hep atlar.
Din öğretmenlerin anlatmayı unuttuğu başka şeyleri de unuttuğu şeyler de vardır. Herkes iyi-kötü Kerbela olayını bilir. Bilmedikleri Kerbela olayının ertesi günü Medine'nin yıkılması, yağmalanması ve pek çok Medineli kadının ırzına geçilmesidir.
Araplar, tarih boyunca pek iyi misafirlik gösterdikleri söylenemez. Arapların iç kavgalarında taraf olursak başımıza gelecekler Medinelilerden farklı değil.
Bunun farkına varan pek çok faşist, İslamı bıraktı zira çoktandır Türk-İslam sentezi diye bir şey kalmadı, bunu daha önce söylemiştik.
Oysa dinsizliğin (deizm ya da ateizm) bir sorunu vardır, dinin size verdiği kimliği vermez.
Kuzey İrlanda'da ateistim dediğinizde size şu soruyu sorarlarmış.
-Katolik ateist misiniz, Protestan ateist mi?
Sonuçta ateist veya deist olmakla Müslümanlıktan kurtulamıyorsunuz (Bir Alevi olarak şahsi tecrübem, ateist veya deist de olsanız Alevi olmaktan kurtulamıyorsunuz.). Yeni nesil milliyetçiler, Araplar ya da orta doğunun halkları ile aynı ümmetten olmak istememeye başladı.
Sonra da İslam öncesi Türk inancına sarıldı, Tengricilik diye.
Tengricilik ya da Şamanizm dediğimiz İslam öncesi Türk inancıyla ilgili olarak hem elimizde fazla belge yok, hem de Şamanizm öyle yekpare ve homojen bir inanç değil.
Oğuz boylarını ile ilgili olarak Dedem Korkut kitabı var, o da faşizmin nefret ögesi olan Aleviliği işaret ediyor.
Şimdi akla gelen ilk itirazlar; 1, bu topluluk açıkça Sünni; 2, Türk olmayan Alevi toplulukları da var.
Alevilikle ilgili yaygın  tarihsel teori, ilk defa Babailer isyanı ile ortaya çıkmış olmaları. Benim teorime göre Selçuklu devletinde alt sınıf olan, sömürülen ve hor görülen Oğuz boyları, dedelerinin öncülüğünde isyan etti. İsyan ettikten sonra kendi iktidarlarına muhalif, Tat eri (Tacik-Farsi veya başka milletten) din adamlarını etkisini kırmak için dini baştan kurguladı.
Bu amaçla beş vakit namaz, Ramazan ayı orucu gibi ibadetleri dinden çıkardılar. Boy boylama, soy soylama denilen bol içkili toplantıları da bu ibadetin tam ortasına koydular. Semah'da belki Korkut Ata (Dedem Korkut) devrinde vardı. Zira Alevi semahını birebir Uygurlarda Sanem dansı olarak görebildiğimiz gibi, benzeri etkinlikleri, İran'ın Sünni Türmensahra halkında da görülmekte. Hatta Türkmensahra semahı, Koçgiri semahına çok benzemektedir.
Yani Alevilik, Oğuz dedelerinin, İslam öncesi inançları, incecik bir Şii-İslam boyası ile yeniden kurdukları halidir.
Peki öyleyse bu inanç neden başta toplumlarda da görülmektedir?
Her din gibi Alevilik de, Kürtler, Zazalar, Araplar, Romanlar, Arnavutlar, Tatarlar, Boşnaklar, Pomaklar ve Türklerle ilişkide pek çok millet arasında yayıldı. Hatta Selanik'den  Ankara'ya  1920'lerde mübadele ile gelen bir grup Sebataycı'da Alevilerin arasına yerleşmeyi seçerek Alevi oldu.
Ancak Alevilik, Osmanlı'da, özellikle Yeniçeri ocağının kaldırılması sonrası baskılar ile tekke ve zaviyeler kanunu yüzünden pek çok dede ocağının kapatılması gibi sebeplerden çok fazla asimilasyona kayıp verdi.
Alevi düşmanlığı, çoğu Arap ve Fars kökenli din adamlı-alimlerinin Türk düşmanlığıydı.
 Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam adlı kitapta, Osmanlı ordusundaki askerlerin hallerini anlatır. Askerlerin çoğu Müslüman olduklarını, elhamdürüllah müslümanız söz öbeğini söylemekten, İslam'ı tarif etmekten acizdir.
Daha ilginci milliyeti sorduğunda ortaya çıkar. Hiç biri milliyetini söyleyemez. Türk değil misiniz diye sorar ve cevap da:
-Estağfurullah der. Onlara göre Türklük, KIZILBAŞLIK demektir ve onun da ne olduğunu bilmemekteydiler.
Sonra Türk milliyetçiliğine de Alevi düşmanlığı öğretildi. Amaç Türkleri milliyetçilik adına kendi kültürüne düşman etmekti.
Bu ta Almanlardan daha fazla Alman etkisinde kalmış Atsız'da bile görürüz. Niğdeli Kadı Ahmet divanını gündeme getirerek Alevilere hakaret eder. Deli Kurt romanında ise Şey Bedreddin'in peşinden giden asilerin, Bedreddin'e Allah dediklerini iddia eder. Romanın kahramanı Varsaklara esir düşer, ancak Varsakların Aleviliğinden de bahsetmez.
Çünkü Atsız bir faşisttir ve faşistler azınlıklardan nefret eder, gelenekselleşmiş nefret kalıplarını kullanmayı pek sever.
Bir zamanlar Nazi rejimini inceleyen Japonlar, bu rejimin Japonya'da uygulanamaz olduğuna karar veriyorlar.Çünkü homojen bir toplum olan Japonya'da Yahudi olmadığı gibi, Yahudi yerine konulacak nefret edilen bir azınlıkta yok.
Oysa Türkiye'de böyle bir azınlık hep olmuştu. Siz bakmayın Osmanlıyı 72 milletin huzur içinde yaşadığı ülke gibi anlatan ders kitaplarına. Yükseliş dönemi dediğimiz dönemde bile yeniçeriler, sipahiler ve yer yer isyan eden halk-yerel yetkililer, ilk önce Gayrı Müslimlerin, Alevilerin ve bazı sevilmeyen tarikatların malını-mülkünü yağmalamaya alışmıştı.
Modern Türkiyeyi de Osmanlı gibi parçalamak için Osmanlı alışkanlıklarına geri dönülmesi ve hatta daha ileri gidilmesi gerekiyordu.
Zaten 1934 Trakya olayları ile zaten bu kökler hatırlanmış, Trakya ve Çanakkale civarındaki on binlerce Yahudi, Atsız'ın önderliğinde evinden, barkından olmuştu.
Demokrat Parti ile 6/7 Eylül yapıldı. 1960'dan sonra ülkede Gayrı Müslüm kalmayınca,  70^'lerde önce Alevilere, sonra Kürtlere saldırdı MHP ve Ülkücüler. Aslında Ülkü ocakları ya da komando kampları ilk kurulduğunda dini savunma adına pek çok Kürt üyesi vardı.
Sonra Kürt düşmanlığı yayıldı ki, kurulacak PKK'nın temeli olsun. MHP, Ülkücüler vs, hep derin devletin ve NATO'nun adamıydı ve gerçekte de iktidarı hedeflemekten her zaman uzak oldu. Hedefi hep solu ve azınlıkları ezmek oldu. Dünya'fa faşizmin ilk hedefi hep bu oldu, bu amaçla kuruldu.
Faşizmin bu amacını, daha İtalya'da, faşizme adını veren Mussolini rejimi kurulmadan evvel, Jack London, Demir Ökçe adlı romanında anlatmıştı.
Öte yandan Faşizm, aynı zamanda kendi kişiliğini de yer. Bunu en fazla Türk faşizmi yaşadı.1934 yazında Trakya'yı terk eden Yahudiler,, 6-7 eylül 1955 sonrası İstanbul'u terk eden Hristiyanlar, bizim yerimizi genişletmedi, onlar bu ülkeden çekip, giderek bizi yalnız bıraktılar.
En son  Kürtler ve Aleviler, Türklükten uzaklaştı.
Şimdi de İslam ve İslam adına iktidara konanlar Türklükten uzaklaştı. Artık yerli imalarının üzerinde Türk Malı damgası yok, Made in Turkey işareti bile yok.
Şimdi de sen dinden uzaklaşıyorsun. Son yıllarda milliyetçiler arasında deizm-ateizm yaygınlaşmakta.
Deizm ya da Ateizmin kötü yanı size bir kimlik vermemesidir. Bu Kuzey İrlanda'da Katolik Ateist-Protestan Ateist sorunu gibidir. Bu yüzden de İslam öncesi Türk inanışlarına ilgi arttı. Şamanizm yerine Tengricilik denmeye başlanması da bunun göstergesi.
Ancak sen bence geç kaldın bu yeni inanış için. Gerçi faşizm her şey için en başya geç kalmaktır.

31 Ağustos 2022 Çarşamba

FAKİRLİK EĞİTİMİ



Öğretmenlik hayatımda çok okul değiştirdim ve çok okul gördüm. Çok fazla gezip, çok fazla şey görünce, kafanızda bazı teoriler oluşuyor, doğru ya da yanlış.
Mesela kendinizce falan yöreliler şöyle, filan okul mezunları böyle diyorsunuz. Başkaları da bu görüşlerinize katılıyor veya katılmıyor.
Son atandığım okul Ankara'da bir fen lisesi ve aileler genelde biraz daha hali vakti yerinde insanlar.
 Doğrusu böyle bir okulda ilk çalışmışlığım değildi. Daha önce çalıştığım Anadolu Öğretmen liseleri (her ikisi de şu an fen lisesi oldu)de benzer durumdaydılar. Ancak burası hepsinden daha iyi.
Bu sene iki aylığına ve dört saatliğine geçici olarak bir imam hatip lisesine gidince de, bu okulları, daha önce çalıştığım diğer okullarla kıyaslama imkanı buldum ve kafamda kendi kendime bir teori oluşturdum.
Fakirlik, sadece parasız veya dar gelirli olmak değil, biraz da eğitimle oluyor.
Bu eğitim de ailenin desteği ile oluyor. Bu fikre, gittiğim imam hatipte, mezun olup, üniversiteye de beraber gitmiş bir çiftle karşılaşınca edindim.
Okulun öğle arasında,  öğretmenleri olan, okulun öğretmenlerinden biri ile sohbet ettiler, ben de tesadüfen sohbete dahil oldum.
Her ikisi de Kırıkale'de okuyordu ve anladığım kadarı ile oğlan sırf kıza yakın olmak için Kırıkkale üniversitesini yazmıştı.
Dikkatimi çeken oğlanın ilk hedefinin polis olmak olması, yüksek lisans veya başka bir şeyi umursamamasıydı.
Bizim çocuklarda ise, hep hedefler büyük ve çaresizliği pek tanımıyorlar. Bunun sebebi fen lisesine girerken aldıkları yüksek puanları olduğunu söylüyor.
Bu puanlar sebep değil, sonuçtur. Ben nasıl olsa fen lisesini kazanamam diye düşünürseniz, kazanamazsınız. (kendisini gerçekleştiren kehanet.)
Fakirlik eğitimi sadece aza kanaat edecek, şükür ettirecek bir din eğitimi değildir. Üzerine sendikalaşmamak da gereklidir, üzerine çaresizlik bilgisinin gençliğin kafasına kazınması gereklidir.
Mesela işçi, sadece az maaşla yetinen, sigortasız, sendikasız değil; patron kovana kadar iş değiştirmeyecek, işten atılması ciddi ciddi söz konusu olmadıkça iş aramayacak olmalıdır. İtaat ederek ve yalakalıkla durumu idare edebileceğini sanmalıdır.
Bunun için de genç insana daha hayatının ilk yıllarında umutsuzluk aşılanmalıdır. ressam, müzisyen mi olmak istiyor, aç kalırsın denmelidir, beceremezsin falan denmelidir. İlk hatasında her şey yıkılmalı, ayağa kalkması için destek olunmamalıdır. Genç insana çaresizliği içselleştirmelidir.
Bu fakirlik eğitimi, özelikle kişi ergenken verilmeli, her hevesi yarına kalmalı,  her umudu kırılmalıdır.
Oysa biz umutlarını kırmasak, cesaret vererek yetiştirsek, sadece fakirliği değil, her türlü çaresizliği yenecekler.

29 Ağustos 2022 Pazartesi

TECAVÜZÜN SİYASETİ



Bir kadın katili, salgın hastalık bahane edilerek salıverildi. (Kadının tesadüfen canını kurtarmış olması, katil olmadığı anlamına geldiği az sonra görülecekti) Sonra dokuz yaşındaki kızını, daha küçük kardeşlerinin gözleri önünde öldürüldü.
Bu afla bunun gibi dışarı çıkan çok kişi daha şimdiden suç işledi. Bu affı çıkaranların zerre kadar umurunda değil zira bir Alman atasözü der ki;  polis devletini suçlular yönetir. Ortalık suçlu kaynamalı ki halk polis istesin, polisin tutuklamalarını sorgulamasın.
Benzer bir baskı da kadınlar için yapılır. Kadınlar, sürekli bir erkeğin himayesini aramalıdırlar.Bunun için de erkeklerden korkmalıdırlar. Bu yüzden kadına saldıran erkek, saldırmaktan korkmamalı, asıl suçlu kadın olmalıdır. ( O saatte orada ne işi varmış)
Tecavüzcü evlenerek ya da bir şekilde işin işinden sıyrılmalı, asıl suçlu kızlığını kaybettiği için kadın olmalıdır. Kadın bu suçu yüzünden başına gelenleri kimseye anlatamamalıdır. Saldırıya uğradığı için kendisinden utanmalıdır.
Oysa bu utanç, yankesiciye para kaptıran, gaspa uğrayan ya da evi soyulan birinin bundan utanması gibidir.
Kadınının kocasına mutlak bağlılığı benzer utanç ve el alem ne der duyguları ile perçinlenmelidir. Kocasından boşanamamalı, dul hele de boşanmış dul kadın olmak; kadın için çok ağır yük olmalıdır. Boşanmanın yüküne katlanmaktansa, dayağa katlanmalı.
Baskı ve zorbalık, insanları kendi ürettiği zorbalıktan korur.
Bu kurdun diş ve pençelerinden , insanlara sığınan koyunların kaderinin, kasap bıçağı olmasına benzer biraz.
Hatta biraz da değil tam benzer. Dünya çapında tecavüz vakıalarının %80'inden fazlasının tanıdığı birileri yapar. Kadın cinayetlerinin faillerinin çoğu da tanıdığı erkeklerdir.
Benzer bir durum fuhuş sektörü için de geçerlidir. Eski Türk filmlerinde evlenmeden bakireliğini veren kızlar, genelde genelevde falan çalışır.
Genelev, bar ve benzeri iş yerlerinin bir işlevi de, kadınları genelev kadını olma tehdidi  ile korkutmaktır.
1991 yapımı Balıkçı Kral adlı bir filmden, bir sahne aklımda. Sokaktaki evsiz, baş rol oyuncusu ile bir sohbette, bu plazaları ben ayakta tutuyorum der. Patronu çalışanına emreder, gel kıçımı yala diye. Eleman isyan eder, canın cehenneme fakat beni görür. Benim bir işim ve maaşım var der ve patronunun kıçını yalamaya devam eder.
Kadınlar da fuhuş tehdidi ile özgürlüklerinden vazgeçmelidir.  Bu yüzden fuhşun müşterisi olan erkek nadiren kınanır ya da ayıplanır. Yasal cezadan bile bir şekilde kurtulur.
Daha da acı gerçek şudur ki, kadınları fuhşa sürükleyen genelde kocaları başta olmak üzere erkek yakınlardır.
Kadınların yapması gereken, bu erkek egemen, penisperest topluma karşı kendi ayağı üzerinde durmak ve her kadını, kendi öz kızı gibi sahiplenmek ve korumak zorundadır.


28 Ağustos 2022 Pazar

DÜZENEN ÇEKİDÜZEN (HİÇ BİR ŞEY DEĞİŞMESİN DİYE HER ŞEYİ DEĞİŞTİRMEK )

 


Düzene çekidüzen,  köşe yazarı Rauf Tamer'in sık söylediği bir sözdü. Bir zamanlar çok moda bir köşe yazarıydı. Sonra illegal bir para alış-verişine aracı olduğu ortaya çıktı. Altı-yedi ay ortalarda görünmedi. Sonra Posta gazetesinde yazmaya başladı, ve aynen devam etti. 

Tamer'in ne demek istediğini, 1963 yılı, Fransa-İtalya ortak yapımı Leopar filmini izleyince daha iyi anladım. Filmde, Sicilya'nın aristokratlarından birinin , İtalya'nın birleşme sürecinde konumunu koruma çabası anlatılıyor. Ülkede artık ana  üretici güç, toprak sahibi aristokratlar değil,  ticareti ve sanayiyi kontrol eden burjuvalar olacaktır. Kendisinin de onların arasında olması gerekir. Film üç saat boyunca bunu anlatıyor.

Filmin bir yerinde kontun söylediği bir söz var. Her şeyin aynı kalması için,  her şeyi değiştirmemiz gerek diyor. İşin özü, biz bu devasa evde, devasa mülkümüzde, rahat içinde yaşayalım diye, sıradan insanlar için her şeyi değiştirelim diyor.

Bunun için önce biraz etrafımıza bakalım. Mit eski ajanı Mahir Kaynak,  Sovyetler Birliğini dağıtan ve Komünizmi yıkanın, Rus derin devleti olduğunu söylemişti. Rusya'nın, sırf Sovyetler Birliği olarak ( Aslında Doğu Almanya, Çekoslovakya (Çekya+Slovakya), Macaristan, Bulgaristan ve hatta 1968 Çekoslovak isyanına asker göndermeyen ve 1984 Los Angeles olimpiyatlarını boykot etmeyen Romanya'da aslında Rusya tarafından yönetiliyordu.) Amerika Birleşik Devletlerinden daha fazla toprak kaybetmişti. (Eski Sovyet ülkelerinden, ikinci en büyük olan Kazakistan, denize kıyısı olmayan en büyük devlet)

Oysa şimdi bakıyorum da,  Sovyetler yıkılalı otuz yıldan fazla zaman oldu ama halen eski Sovyetleri yönetenlerin çoğu bir zamanların Komünist Parti üst düzey görevlisi. Aliyev, Nazarbayev, Yeltsin vs.  Hatta çoğu KGB (Yeni adı FSB)  üst düzey görevlisi. 1990 öncesi muhalif olup da, şimdi iktidar olan yok gibi.

Şimdi de yeni Türkiye diyorlar. Oysa eskinin zenginlerinin hemen hemen hiç biri servetini kaybetmedi.  Benmim bildiğim bir tek Cem Uzan var. Fakir ve kısmen hali vakti yerinde olan insanlar daha da fakirleşirken, zenginler daha da zenginleşti.

Daha ilginci bu kadar zaman süresince sanatçılar da değişmedi. İbo'nun  kafasındaki deliğe rağmen İbo şov devam ediyor. Son yirmi yıldır Hülya Avşar'ın her filmi gişede, her dizisi reytinglerde batıyor. O kadar ki, uzun süredir Acun'un yarışmalarında jurilik bile yapmıyordu ama ne hikmetse here türlü pespayeliğie halk bunu istiyor diyen medya patronları, ısrarla Hülya Avşar'ı gözümüze sokuyor.

İktidara yakın sanatçı listesi hazırlamak çok kolay. Önce Ahmet Kaya ve meşhur çatal atma olayını hatırlayalım. O gece Ahmet Kaya'ya saldıranların hepsi, o zamanlar Tansu Çillerciydi. Öncesinde de Özalcı. Hatta ve hatta daha geriye gidelim, Hafta Sonu dergisinin (ya da haftalık gazetesinin, o zamanlar  haftada bir yayınlansa da, gazete formatında yayımlanırdı) internet sitelerinde dolaşan kupürlerinde 12 Eylülü öven sanatçılara bir bakın.

Bu sanatçılar çok nadir aralarına birini alırlar, bu yüzden Türkiye'de genç nesilden sanatçı pek azdı, özellikle müzisyen olarak. Hepsi de yaşları yetenler 12 eylülden beri merkez medya ve devletten bir şekilde nemalanmaktadır. Mesela Hülya Koçyiğit. Kendisi 12 Eylül'ün ertesi yıllarda TRT'ye bir sürü, bugün adı bile anılmayan diziler, filmler yaptı, şimdi de damadı devletten nemalanıyor.

Bir tek medyadaki yazar kadrosu çok değişti diyeceksiniz. Bir zamanlar gazete köşelerini tutmak bir yana, manşetin üzerinde yakışıklı pozları olan liberal aydınlar, şimdilerde T24  başta olmak üzere, internet sitelerine kümelendi ve kimselerinde umurunda değiller.

Ama Ertuğrul Özkök, Mehmet Barlas ve Orhan Pamuk gibi bazı başat yazarları özellikle de Orhan Pamuk'u unutuyorsunuz. Kendisi, çocukken karga kovalamış Kolağası Kamil karakteri ile son romanında resmen dalga geçti. Zira Kamil, sıradan bir erkek adı gibi görünse de, epey uzun zamandır ergen argosunda, kızların kolayca kandırdığı erkek demek. Pamuk bu adı verirken, bir zamanlar karşılıklı ev ziyaretleri yaptığı Fatih Tezcan-Nagehan Alçı çifti gibi Fetöcü ahbaplarına danışmış olabilir. Minger kelimesi de İngiliz argosunda çirkin kişi demek. Tartışmalar alevlenince Yapı Kredi yayımları da öyle demek istemedi, böyle demek istedi diye tweet attı ama Pamuk, T24'e ben tam da böyle demek istedim anlamında uzun bir röportaj verdi. 

Pamuk'un yayınevi Yapı Kredi. Bu yayınevi, bankasıyla beraber, Tüpraş ve değerli pek çok kamu varlığıyla beraber, Koç ailesine satıldı. Aile halen iktidara bağlı, bol Atatürklü reklamları sizi kandırmasın. Her an Perinçek gibi bir şeyler söyleyebilirler, hiç sürpriz olmaz. (Hatırlarsanız bir zamanlar Perinçek'den Atatürkçüsü, AKP muhalifi yoktu.)

Özetle, şu anda da doksanlardaki gazeteci-yazar güruhu, düzene çeki düzen vermek için bekliyor. Pamuk'un romanının tam da iktidarın Atatürk'e saldırdığı zaman ortaya çıkması normal mi sizce?

27 Ağustos 2022 Cumartesi

SON YILLARDA AZALIP-BİTEN BAZI ÜLKÜCÜ ŞEYLER 1 (GİZEMİN ÖLÜMÜ )



 1:ÜLKÜCÜLÜĞÜN KENDİSİ: Şimdi klasik köşe yazarı ya da mesel anlatıcısı gibi en sonra buna vurgu yapabilirdim. En baştan söylemek daha mantıklı geldi. Epeydir sosyal medyada dolaşan bir söz var. Devlet Bahçeli bile AKP'li oldu, sen neden MHP'liyim diyorsun. Son derece doğru bir söz. Ülkücülüğün ne geleneksel Türkçülüğü ne solcu düşmanlığı kaldı. Habur'un hesabını bile soramadı. İYİ parti ise, o eski Ükücülük iddasına bile değil.

2:MERKEZ SAĞ: Bu yazının gecikmesinin sebebi, çok az kişi de okuyor ya da takip ediyor olsa bile, yazıalrımı bir bütün olarak inşa etmekti ve merkez sağı yazmak zaman aldı. DYP ve ANAP'lı hangi politikacıya denk gelsem, Ülkücü kökenli olmakla övünüyordu. Ülkücüler de, ne çekiyorsak, bu kökenlilerden çekiyoruz diyordu. Bu yüzden merkez sağı, biten Ülkücü şeylere yazdım.



3.YERLİ NÜRNBERG'LER (TEKİR YAYLASI VE SÖĞÜT): MHP yapı itibarı ile NAZİ partisinin bir taklidi, hatta karikatürüdür. Ülkü Ocakları denen örgütlenme de SA (SS parti iktidara gelince kuruldu) denen hücum birliklerinin taklididir. MHP, Nazilerin Nürümberg konferansları da doksanlı yıllar boyunca taklit etti, hem de yılda iki kere. Biri, Kayseri, Erciyes yaylası Zafer şenlikleriydi. Benzeri Afyonkarahisar başta olmak üzere, başka yerlerde yapılsa da, Erciyes'in yerini tutmadı. Doksanların başında ve ortalarında yüz binlrece kişini katıldığı bir festivale dönüştü. Hersene Haziran-Temmuz aylarında, özellikle Avrupa'daki Ülkücülerin yıllık izinlerini özellikle o günler için ayarlamalarına sebep oldu. Hatta Hürriyet gazetesi ve Kanal D'nin Atina muhabiri Stelyo Berberakis'in yazdığına göre Yunan faşistler, benzer bir şenliği Yunanistan'da düşünmüştü. Yunan iç savaşının başlangıcı sayılan bir olayın anması olacaktı. Yunan partizanları, hiç açlık çekmeyen ve hiç ölü vermeyen bir köyü, Nazi işbirlikçisi diye toptan katletmişti. Ancak Avrupa'nın anti-faşist tepkileri bunu engellemişti. Erciyes yaylası şenlikleri,  yüz binlerce katılımcının tuvaletleri yüzünden aylarca yayla sularının kokmasına yol açıyordu. Uzun yayla (Kayseri-Sivas ve civarı) Çerkezlerinin ve Kayserililerin MHP'ye desteklerinin 2002'den itibaren azalması ile halkın itirazları yükseldi ve 2008'de son kez yapıldı. Söğüt, Ertuğrul Gazi'yi anma şenlikleri halen yapılmakta ama o da artık MHP'nin ya da Ülkücülerin gövde gösterisi olmaktan uzak. O zamanlar başbakan olan Tayyip Erdoğan'a suikast olduğu bir yıl (hatırlayamadım ve internette bulamadım) sonrasında eski görkemini kaybetti.



4.OZAN ARİF KONSERLERİ VE ÜLKÜ OCAĞI ŞENLİKLERİ:  Ozan Arif,  Alparslan Türkeş'in ölümüne kadar, Ahmet Kaya kadar ünlüydü.  Her yıl en az otuz-kırk konser verir, tüm Türkiye'deki Ülkücü gençleri şenlendirirdi. Türkeş'in ölümünden sonra açıkça Oğul Tuğrul Türkeş'i destekledi. Sonradan Tuğrul'da MHP'ye geri dönmesine rağmen,  o hep Bahçeli ile küs ve kavgalı kaldı. Bahçeli'yi eleştirmekten öte, Bahçeki'ye hakaretler eden şiirler yazdı. MHP'de, Ozan Arif yerine, türkücü Zara ve Mustafa Yıldızdoğan ile bu şenlikleri yapmak istedi. Ancak her ikisinde de Arif'in ideolojik adanmışlığı yoktu.  Bu yüzden be bu şenlikler azalarak bitti.Yıldızdoğan, sonradan Erdoğan ve AKP destekçisi oldu. Zara ise ideolojik biri değildi ama bu yüzden Sosyal Demokrat belediyelerin konserlerine, şenliklerine katılamıyor. (İdeolojik damgalanma zor.)

(Yazı çok uzayacak, bu yüzden 2'e böleceğim)

26 Ağustos 2022 Cuma

İSVEÇLİ OLMAKTAN VAZGEÇMEK



NATO denen askeri kuruluşa iki yeni üye katıldı. Bence asıl ağır konuk Finlandiya da olsa, önce herkesin dikkatini çeken İsveç'i yazacağım.

İsveç krallığı, dünyada kralın yetkisinin en az olduğu ülkedir. Avrupa monarşilerinde zannedildiği gibi kraliyet ailelerinin yetkileri sembolik değildir. Örneğin Büyük Britanya (İngiltere) krallığında Milli Savunma (Gelekurmay-Silahlı kuvvetler), Adalet ve İstihbarat bakanları bizzat kraliçe tarafından atanir. Kraliçe başbakanlarına kimi atayacağını danışmaz bile. James Bond'un filmlerinde sık sık söylediği kraliçenin hizmetindeyim sözünün anlamı budur. İngiliz protestan kilisesi ise doğrudan kraliçeye bağlıdır. İsveç sistemi hakkında çok ahkam kesmek istememekle beraber, bildiğin kadarı ile dünyada en az yetkili krallıklığı diye biliyorum.

Diğer bir özelliği de, barış ülkesi olmasıdır. 1814'den beri, yani 2022 itibarı ile iki yüz yıldan beri savaş yaşamamıştır (Maşallah diyelim.) Ajda Pekkan'ın dedesinin, dedesi bile İsveç'in savaşa girdiğini görmemiştir. Buna rağmen devasa bir silah sanayisi vardır ve İsveç ordusunun temel görevi, çoğunu Arapların aldığı (17 Arap ülkesi, dünyada üretilen silahların yarısını satın alır ve hemen hemen hiç kullanmaz) İsveç malı silahları test etmektir. Bu ülkenin ordusu olmak kolaydır diye düşünüyorsanız, yanılmıyorsunuzdur ama bunun bir kaç istisnası da vardır. Seksenlerde İsveç ordusundan bir albay, gizli bilgileri Ruslara satarken yakalanmış. İki yüz yıldır savaşmayan bir orduda albay olan bir kimsenin ne içi.n paraya ihtiyacı olablit, bence asıl soru bu. İsveç ordusu üyesi olup, başını belaya sokan başka biri de, daha önce internette arattığı bir kuyu ya da mağara benzeri bir yapıda ölü bulundu. Millet olarak başımızı belaya sokmayı iyi beceriyoruz.

İsveç, belki dünyanın en sevilen ülkesi değildir ama en az nefret edilen ülkesidir. Amerikalılar, Vietnam savaşının kaçalklarını sakladığı için nefret eder; Türkler, bazı PKK'lılara sığınma verdiği için nefret  eder. Bu nefret ise, ne Yahudilerin Alman, ne de Ermeninlerin Türk nefreti gibi derin bir nefrettir. Çünkü İsveç, Kanada ile beraber dünyanın en fazla siyasi mülteci alan ülkelerindendir. (Dünyadaki siyasi mültecilerin yüzde onundan fazlasını Kanada, tek başına kabul eder) Devasa sanayisine rağmen az ve düşük doğum oranlı bir ülkedir. (Kanada gibi) Bu sanayiyi ayakta tutmak için de düzenli ve yoğun olarak göç alır. O kadar ki, ülkede en yoğun olarak öğrenilen dil, göçmenler yüzünden İsveççe'nin kendisidir.

İsveç, tarih boyunca kendisi gibi İskandinav komşuları Danimarka ve Norveç ile, özellikle de Norveç ile beraber anılır. Nobel ödüllerinin dördü (Fizik, Kimya, Tıp ve İsveç merkez bankası tarafından verilen Nobel Ekonomi ödülü) İsveç'te, biri (Barış) Norveç'te verilir. Nobel matematik ödülü verilmemesinin sebebi, Norveç'in, dört yılda bir, kırk yaşının altındaki dört matematikçiye verilen Fields madalyasını gölgelememek içindir. İsveç, Avrupa Birliği üyesi değilken (Petrol zenginliğini  paylaşmak istemiyor), İsveç, NATO üyesi değildir, daha doğrusu değildi.

Çünkü İsveç, İsviçre ve Türkmenistan kadar olmasa da tarafsız bir ülkedir ve yüzyıllardır barış ülkesi olmasının asıl sebebi budur. İkinci dünya savaşında buna halel getirmemiş, ancak rivayetlere göre bazı Alman birliklerinin ülkesinden geçmesine göz yummuş; buna karşılıkta savaş boyunca Norveç ve Danimarkalı direnişçilere yardı edip, pek çok mülteciyi (özellikle Yahudileri) barındırmıştır.

İşte bu İsveç; Rusya'nın Ukrayna'yı işgali sonrası, tarafsızlık politikasını bir kenara bırakıp, NATO üyesi olmaya karar vermişse, Rusya'nın yeniden genişleme dönemine girme çabaları, Türkiye dahil tüm dünya için korkutucudur.