fetö etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
fetö etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Kasım 2024 Salı

FÖCÖ İCADI CİMER VE ÖZEL SEKTÖRE GÜDÜLME



https://onbinkitap.blogspot.com/2023/12/populist-siyasetin-devlet-memurlarina.html

Sıradan insalar FÖCÖ (Google ve sosyal medya sansürü yüzünden böyle diyorum) ve diğer tarikatların kumpas operasyonlarını küçümsediğini görüyorum. Herkes sadece kutlu doğum haftasını kutladığımız şeyhin tarikatını ve onun da Harbiyelilere, subaylara, üst düzey bürokratlara kumpaslarını biliyor. Tarikatların kumpas işleri o kadarla sınırlı değildir. Onlar sadece Harbiyelilere, generallere değil, uzman çavuşlara yada astsubaylık okulu öğrencilerine de kumpas kurarlar. Bunu tüm tarikat-cemaat denen örgütler yapar. 

Onlar bir yere ve kuruma ilk önce kalabalık bir grup olarak sızıp, bol bol dedikodu yaparlar. Kumpasaların en büyük silahı dediokodudur. Dedikocuşarını yaymak için sizi evlerine yada dergahlarına çağırırlar. Kuran yada şeyhlerinin risalelerini okumayı bahane eder, en acımasız dedikodularını sıkıştırırlar. Eğer dedikodusunu yaptıkları kişi devlet memuruysa ve soruşturma açılmışsa, gelen müfettiş, o kişi hakkında neler duyulduğunu, neler konuşulduğunu sorar. Eğer bir soruşturmada, müfettiş dedikodu soruyorsa, kumpas için görevlendirilmiştir. Kumpas davalarının gizli tanıkları da, gördüklerini değil, duyduklarını anlatır. Dedikoduculara bunu nereden duyduklarını sorduklarında, herkesten duyduk derler. Tarikatçı, sağcı, muhafazakarlar için dedikodu o kadar ciddi bir saldırıdır ki ben buna ''DEDİKODU CİHADI'' diyorum.

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/02/dedikodu-cihadi.html

Bu kumpasın medya ve sosyal medya ayağı da vardır. Sosyal medya, dedikodu  yaymanın en iyi yoludur. Eskiden meşhur Zaman gazetesi, ad vermeden memurlar hakkında dedikodu yaparlardı. Genellikle müdür olan şahsın, adından başka, bazen adı da, tarif edilerek verilirdi. (Suna demeyip de, yeşil başlı ördek demek gibi.) İnternet çıkınca, gazete bu işleriazaltarak bıraktı. İnternette, şimdiki neslin bilmediği MIRC ve Microsoft sohbet kanallarında etkin oldu. Bu tarikat, teknolojiyi çok yakından takip ederdi. Zaman gazetesi,  Türkiye'de internet sitesini kuran ilk basın kuruluşuydu. MIRC sohbet odalarında da hocayı pek sevmem AMA diye başlayan cümleler ile sizi tavlamaya çalışırlardı. Hocası aleyhine bir şey dediğinizde de sizi odadan atarlardı. Örgütün sosyal medyayla ilgisi, o zamanlar vardı. MSN, ICQ ve sonrasındaki tüm teknolojileri takip ettiler.

Örgütün trolleri, karşı taraftanmış gibi görünme ve ortalığı karıştırma konusunda da uzmandırlar. Bu trolerin, özellikle eskilerini ortaya çıkaran şey;  Ama, Fakat, Lakin gibi (en çok da ama) kelimelerdir.  Ama ve benzeri kelimelerin sık kullanılması, her zaman iki yüzlülüğe işaret eder.

Sadece bu örgüt değil, diğer tarikatlar da, aynı taktiklerle haysiyet cellatlığına alışmışlardır. Dedikodu ile haysiyet celatlığı çok eskidir. 2. Viyana kuşatmasında, Tatar hanı Murat Giray aleyhine Osmanlı kroniklerinde yazılanların pek çoğu düşman kroniklerinde yazmaz. Avusturya-Alman İmparatorluğu kayıtları, Murat Giray hanı daha insaflı değerlendirir. Piri Reis'te, Muscat kalesi kuşatmasını rüşvet karşılığında kaldırılıdığı iddiasıyla idam ettirilmiştir. Kalenin Portekizli kumandanının anılarına göre kuşatmanın kaldırılma nedeni,  paşanın beklediği barut ve gülle desteğini getiren geminin, Babul Mettep boğazından geçerken batırılması yüzünden kuşatmayı kaldırmıştır. Liyakatın göz ardı edildiği, hukukun işlemediği toplumlarda, milletlerde, dedikodu kazanı sürekli kaynar. Amaç kişiyi gözden düşürmektir. Dedikodular, ispatı olmasa da, egemenin sadakat duygusunu zayıflatır ve gözden düşmesini sağlar. Devlet içinde cemaat denen açık ve derin devlet denen gizli gruplar, kendilerine engel olarak gördükleri kişileri, dedikodu ile harcarlar tarihin başından beri. Tek adamlar da sürekli tahttan indirilme korkusu ile yaşadıklarından, başarılı insanların ihanetinden çok fazla şüphelenirler. Dedikodulara inanmaya meyillidirler.

İşte bu örgüt, iktidarla arasının olduğu son günlerde, memurlara rahatça kumpas yapacak kurumları, diğer örgütlere miras bıraktı; BİMER ve CİMER. Başbakanlık  ortadan kaldırılınca CİMER tek kaldı. CİMER  ilginç bir yapı, sadece bir internet sitesi, temek görevi, şikayet dinleme merkezi. Şikayetler de, ilgili makamların keyfine göre işleme alınıyor. Site en fazla memurları şikayet için kullanılıyor. Şikayetlerin işleme alınması ise, amirlerin yada görevlilerin keyfine kalmış durumda. Mesela şu günlerde (kasın 2024) çok konuşulan Yenidoğan çetesi ile ilgili CİMER'e ilk şikayetler neredeyse 8-10 yıllık. Bunun sebebi çetenin özel hastanelerde çalışmasıdır, yoksa devlet memuru doktorların başında anında müfettiş çıkıyor. Sonuçta ceza yemeseniz bile hem teftiş ve müfettişlere ifade vermek (iş arkadaşın için tanık olmak da başka bir dert), hem de hakkınızda daha sonra üretilecek dedikodular için, hakkında daha önce soruşturma açılmıştı damgası yeme durumunuz var. Aleyhinize hemen, bunun hakkında daha önce soruşturma açılmıştı lafı ediliyor. Akanmış bile olsanız, hakkınızda soruşturma açılmış olması, sizde suç potansiyelini iddia ediyor.

Bu çalışmaların tek sebebi, belli makamdaki veya belli görüşteki memurları harcamak için yapmadıklarını fark ettim. Son bir kaç yıldır, özellikle doktorlar başta olmak üzere sağlıkçılara ve öğretmenlere karşı saldırılar sıklaştı. Devlet memurları birilerini şikayet ettiğinde yada öğretmen disiplin dilekçesi verdiğinde, işleme konması aylar sürerken; yapılan bir CİMER ihbarı ile memur rahatsız edilmekte, çoğu kez de ceza almakta. Doktorlara yada diğer kamu çalışanlarına saldıranlarsa, bu durumdan daha da cesaret almakta. Burada amaç, biraz parası olan, küçük burjuva diyebileceğimiz kitleleri de özel sektör hastane ve okullarına yönlendirmek.

Bunun bir komplo teorisi olduğunu düşünüyorsanız, Ekşisözlü'e bakın. Kamu çalışanları aleyhine ne çok başlık var. Bazılarına bakar mısınız? Doktorların hastalarıan şefkat göstermemesi;  Öğretmenliği herkesin yapabileceği gerçeği, Öğretmenleri yaz tatilinde ne iş yaptığı sorunsalı, Doktorların dayağı hak etmesi.....vesaire vesaire.

Sorsanız ekşicilere, yüksek maaşlı, yüksek pozisyonı beyaz yakalılar. Böyle bir insanın, tüm gün internette yazı yazacak ve herkese cevap verecek vakti bulması, çok mu mantıklıdır. Bir de hepsi iktidar yanlısı değilse, göçmen düşmanı partili. Muhalefet aleyhine olan her haberi liste başı yapmaktdır. İnternette göçmen düşmanı partiliyim diye ortalıkta doaşanlar, muhalefete muahlefet edip, iktidardan memnuniyetsiz insanları, iktidara mahkum oldukları duygusunu yaşatan troller bunlar.

(Ek olarak, dolar, euro falan yükseleceği zaman, reisin doları artık durdurması gibi başlıklar, bitcoin ve benzeri şeyler düşeceği zaman da bitcoin'in banknot yerine geçeceğii gerçeği gibi başlıklar çoğalıyor ekşidr.

Giderlerse gitsinler  tutmunda, pek çok trolde ve iktidar, memurlaraı çalıştırmayalım, halk da özel sektöre gitsin, özel sektör de, Yenidoğan çetesi gibi daha fazla para için üçkağıdı ülkede kol geziyor ve pek çok kişi de muhalifmiş gibi görünüp, bu durumu destekliyor.


5 Kasım 2024 Salı

TARİHTEN BAZI PARALEL GRUPLAR VE PARALEL DEVLETLERİN PROBLEMLERİ ÜZERİNE BİR DENEME

 


Ben taihçi değiim, sadece tarih meraklısıyım. En baba tarih profesörü de tüm tarihi bilemez. Bildiğim şey, insanın üzerindeki en büyük güç olan devleti yönetmek, konrtol etmek yada yönetimini yönlendirmek her zaman birileri gizli yada açık örgütlenmiştir. Gizli olanlara derin devlet diyoruz. Zannettiğimizin aksine tek ve her şeye karar veren bir derin devlet yoktur. Bir sürü derin devlet örgütlenmesinin kavgası vardır. Gene tarih boyunca devletler, bazı işlerini yapmak için paralel kurumlar kurmuşlar yada kurulmuş sivil toplum örgütlerini paralellerine almışlardır. Meşhur darbeci paralel örgütümüz, çok orijinal değildir, İslam tarhinde bile örnekleri vardır. Hayır,  Hasan Sabbah değil. Onun gizli örgütü çok kan döktü, sutanları korkuttuysa da, iktidara gelemedi yada taht-tac deviremedi. Suikastları, komploları efsane olduysa da, nihai amaca ulaşamadı. En nihayetinde Moğollar, o ulaşılmaz Alamut dağlarını ve kalelerini barut ile patlatarak yıktı. Daha topum-tüfeğin icadına çok vardı ama barut ilk büyük zaferini lağımcılıkla kazandı. İslam dünyasında başarıya ulaşan ilk paralel yapı, Hasan Sabbah ve Haşhaşilerin muhalif olduğu Abbasilerdi. Ebu Muslim ayaklanması, aslında devletin tüm damarlarına sızmış bir örgütün otuz yıldan fazla süren bir hazırlığının sonucudur. Daha eskiden, İran tarihine bakmalı. Part yada Arşaklı hanedanlığının yerini Sasanilerin alması da böylesi bir örgütlü çaba ile olmuştur. Devletin ilk şahı 1.Ardeşir'dir, oysa devlet, Ardeşir'in dedesi Sasan'dan (yada telaffuza göre Zozan) alır. Sasanileri iktidara getiren gizli örgüt yada tarikatı o kurmuştur. Arşaklı yada Part imparatorluğu İran'ı, İskender sonrası Yunan işgalcilerden yüz yıldan fazla bir çaba ile temizlemişti. Ahameniş, Pers kralı Kiros (Khurvash)'un torunuydu ve tahtı amca ayda dayısıyla savaşarak almıştır. Bunun da arkasında uzun süreli bir örgütlenme yani paralel yapı vardır.

Her devrim yada taht değişimi, uzun bir hazırlı, planlama ve örgütlenmeden  sonra olur. Osmanlı, Alevi isyanları, taht değişimi için isyan girişimi olarak görmüş, uzlaşmaya yanaşmadan ezmiştir. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u (Daha doğrusu Konstantiniye'yi) aldıktan sonra Balkan despotluklarını ve Anadolu beyiklerini yok edip, beyliklerinin, özellikle Karamanoğlulları'nın ana kitlesini Balkanlara yerleştirdi. Osmanlı'da paralel yapılar daha çok şehzadelerin etrafında oluşurdu. Aslında sancağa çıkmanın ilk nedeni, bu muhtemel hizipleşmeyi engellemek yada başkenten uzaklaştırmaktı. 11 yaşındaki şehzadenin Manisa'ya cidden vali olduğunu mu düşünüyorsunuz? (Yada bu ayrıntıyı bilmiyordunuz muhtemelen) Sevilen evlatlar Manisa, Bolu, Kütahya, Konya gibi yakın yerlere sancağa çıkarken, sevilmeyenler Trabzon, Amasya, Kefe (Kırım) gibi uzak illere sancağa çıkıyordu. Tüm bu önlemler, Yavuz Sultan Selim'in, Trabzon valisi iken babasını devirmesine engel olamadı. Yavuz, babasını tahttan indiren ilk ve son padişah oldu. Babası 2. Bayezid'te tahttan indirilen ilk Osmanlı padişahı oldu ama son olmadı. Otuz altı Osmanlı padişahından on iki tanesi, tahhtan indirilmiştir. Hatta Vahdettin'i de sayarsanız on üç olur ama onunla beraber. Yavuz'un babası 2. Bayezit'in sekizinci Osmanlı padişahıydı ve ondan sonra gelenlerin yarısına yakını yahttan indirildi. Doğu Roma imparatorluğu 1147 yıllık tarihinde on iki ayrı hanedanlık gördü. Osmanlı'da 623 yıllık tarihinde tek hanedan yönetmiştir görünürde. Ancak aslında paralel oluşumlar, sık sık padişah değiştirmişler, Yeniçeri Ocağını yöneten Bektaşi tarikatı, Vakayı Hayriye ile ocakla beraber  büyük ölçüde halledildi ve bir daha eski gücünü bulamadı. (Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya'dan Orta Asya'ya Enver Paşa adlı kitabında, Enver Paşa'nın eşi ve padişah Abdülmecit'in torunu Naciye Sultan'la evliliği aracılığı ile yeni bir saltanat sülalesi kurmaya çalıştığını yazar. Türkistan'daki son macerasına giderken de etrafına , Ali Enver'in (oğlu) tahtını yapıyorum, demiş.)

Bektaşilik aslında devletin kontroünde bir paralel örgüttü ve özellikle Balkanlardan toplanan erkek çocuklarının devşirilmesi için devletle paralel çalışıyordu. Pek çok paralel örgüt iktidarı ele geçirmek için çalışırken, pek çoğu da iktidara çalışıyordu. Osmanlı'da tarikatlar, devletle çalışan, bazen de devlet içinde hizipler için çalışan paralel örgütlerdi. Nakşibendiler,  doğu bölgesinde Çaldıran'dan sonra İran'a kaçan Kızılbaş Türkmenler yerine yerleştirilen Sünni Kürtleri devete bağlamak için kullanıldı.  Nakşibendilerin  de devletin öfkesinden kurtulamadığı zamanlar oldu. Balıkesirli Kadızade ailesi, uzun yıllar kadılık ve şeyhülislamlık gibi makamları ellerinde tuttu. Özellikle Kanuni zamanında çok etkiliydiler. Etkili oldukları dönemde Mevlevilere kan kusturdular. O kadar ki Mevleviler, İstanbul'da bu Kadızade Şeyhülislamlardan  Vani beyin yaptırdığı ve halen ayakta olan bu camiye Vani Cani derler. Mevleviler de asla masum bir topluluk olmadılar. Mevlevilik, Moğolların paralel örgütü olarak kuruldu. Mevlana'nın babası Bahaeddin Velet; Afganistan, Belh'den, Konya'ya kadar Moğolların propagandasını yaparak gelmiştir. Mevleviler'de Moğolların paralele örgütü olmuşlar, hatta Bacu Noyan, Konya'yı yakıp-yıktığında Mevlana bunu Allah'ın verdiği bir ceza olarak yorumlamıştır.

https://onbinkitap.blogspot.com/2017/12/mesnevidenhatirlananlar-mevlana.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2021/08/ariflerin-menkibeleri-ve-mevleviligin.html

Orta çağda paralel devletler genelde dinsel yapıdaydı ve sadece doğu dünyasına ait değildi. Tapınak Şövalyeleri, Papalığın, Haçlı seferleri sırasında kurduğu üç tarikattan biriydi.Tapınak Şövalyeleri, Fransız, Sen Jean Şövalyeleri İtalyan, Töton Şövalyeleri'de Alman'dı.  Savaştan sonra Almanlar, Baltık kıyılarında devlet kurup, İskandinavları, Finleri ve Baltık civarı halkları Hristiyan yapmak için savaşıyordu.  Haçlı seferlerinden sonra Sen Jean şövalyeleri, Rodos adasına yerleşip, Türkler ve Araplara karşı korsanlık yaptı. Tapınak Şövalyeleri ise Fransa merkezli olmak üzere Avrupa genelinde bankacılık, ticaret yapıp, geniş topraklarda tarım yapıyordu. Papa, onların İspanya'da Müslümanlarla savaşmasını, Fransa kralı da kendisine para vermesini istiyordu. Tarikat bu istekleri ya red ediyordu yada oyalıyordu. Tarikat hakkında okuduğum yabancı bir kitap, haçlı seferlerinin en hararetli zamanlarında bile tarikatın en fazla yüzde beşinin savaştığını, çoğunun bu ticari faaliyetlerle uğraştığını yazmıştı. Yani tarikat en başta para için toplanmış soylular topluluğuydu. Sonunda Papalık ve Fransa kırallığı, kendilerini sömüren ve hiç bir şekilde savaşmayan Tapınak Şövalyelerini halletti. Tapınak Şövalyeleri pek çok açıdan Yeniçeri Ocağına benziyordu. Yeniçeriler de son dönemlerinde askerlikten çok, esnaflıkla uğraşıyordu ama Tapınak Şövalyeleri kral değiştirecek kadar güçlü değildi. Buna karşın Tapınakçıların serveti Yeniçeri Ocağının çok üstündeydi. Fransa Kralı, Papalık ve diğer Avrupa kral ve prenslikleri, Tapınakçıların mallarına, mülklerine el koydu, uzun uzun yargılayıp, vahşi şekilde idam etti. Böyle bir örgütün, elbetteki devletin içinde de adamları vardı ve örgüte birileri haber göndermişti.  Belki de pek çok kişi buna inanmamış yada böyle büyük bir saldırıya hazırlık yada savunmanın imkansız olmasıdır. Baskın günü tarikatın on dört gemi kayboldu.  Dan Brown'un meşhur roman serisine de konu olan komplo teorilerine ve efsaneleri kökeni oldu. En yaygın efsane, gemilerin İskoçya'ya gittiği, orada taş ustaları yani Mason localarına sızdığı, İskoçya-İngiltere bireşmesinden sonra da Fermason (Özgür Mason) adı altında soylular vce burjuvalar arasında örgütlendiği üzerine. Mason locaları da devletlerin paralel örgütleri olmuştur. Mason Locaları, Fransız ihtilali ve Amerika'nın İngiltere'den bağımsızlık savaşının arkasındaki gizli örgüttür. Eugene Delacroix'in meşhur Halka Yol Gösteren Özgürlük resminde görülen göğüsleri çıplak kadın, Aydınlanmışlar (İlluminate) Mason locasını simgeler. (Dan Brown'un roman serisinde de adı geçer) İttihat ve Terakki'in Talat Paşa başta olmak üzere pek çok lideri de Mason'du. Masonların da ömrü, her varlık gibi sınırlıydı. 1970'lerin başında İngiltere'de bazı Mason hakim ve savcıların, loca biraderlerini kolladığı iddiaları üzerine yapıan soruşturmalar, Masonluğun siyasi gücünün sonunu getirdi. İtalya'da 1981'de patlayan P2 Mason Locası sıkandalı da üzerine tuz biber oldu. Masonluk aleyhine onlarca kitap, makale yazıldı. Masonluk aslında uzun zamandır gizliliği kalmamış, birilerinin çevre edinmek için toplandığı sosyal kulüplere dönmüştü. Yetmişlerin başlarında İngiltere'de her sekiz yetişkin erkekten birinin loca biraderi olduğu tahmin ediliyordu.  Bu kadar yaygın bir örgüt, ne elitti, ne gizli. Her hangi bir kitapçıya girseniz, en az on tane Masonlarla ilgili kitap bulursunuz ama Opus Dei (Tanrının İşleri) veya Kurukafa ve Kemikler (Society of Skull and Bones ) İlgili kitap bulmanız çok zordur. Kocaman dernek binası olan kurumun gizliliği falan yoktur, devlet istediği zama, istediği gibi denetler, savcının telsiz emrine bakar. Eskiden polis veya jandarmanın derneklere girişi zordu, yazılı emir gerektiği için. Bu yüzden derneklerde çok kumar oynatılırdı. Şimdilerde bu kumar işi, tabela partilerinin il-ilçe başkanlıkları, mahalle örgütlerinde falan yapılıyor. Dernekler, gizli örgütlerin açık alan örgütlenmesidir (bu sıfat tamlamasını okula seminere gelen bir polisten duydum. ) ve genelde örgütlerin ilk açığa çıkan kısmı bunlardır. Amacı en başta örgüte üye ve sempatizan kazandırmaktır.

Bu yapılanmların bazıları devletçe kurulur, devletin pis işlerini yapmak ve halkı el altından yönetmek için. Bazen açıkça, bazen yarı gizli, bazen de gizlice kurulur. Gizlice kurulan veya desteklenenlerin asıl işlevi, muhalefete muhalefettir. Selçuklu devleti, İsmailiye (Haşhaşiler) tarikatına karşı Kalendirilik ve diğer tarkatları kurdu. NATO'da Komünizm tehlikesine karşı Gladio örgütlerini kurdu. Bazı partilerin ana meselesi muhalefet partierine muhalefettir yada ülkeyi bazı muhaliflerden korumaktır. Bazılarının arkasında kim olduğunu anlamak için deha yada araştırmacı gazeteci olmaya gerek yoktur. Gezi'de bazı radikal solcu grupların olduğu gibi ara ara kendilerini belli ederler.  Öte yandan özel harekat  polislerin bıyık sitileri yada polis sorgulamalarına ocak reisleri nasıl katılabiliyor diye kendimize sorduğumuzda gerçek çok aleni olarak ortaya çıkar.  Gerçek gizli örgütler, nadiren kendini belli olur. Gerçek gizli örgütlerin varlığından sadece şüphe edersiniz. Bazılarıda çok açıkça devletin yan kurumudur. Mesela Çin Halk Cumhuriyetinde zannedildiği gibi tek parti yoktur, üç ayrı parti daha vardır. 

Esas paralel yapılar, devlet yada burjuva dediğimiz zengin ve güçlü insanların, devleti yönetmek ve yönlendirmek için kurduğu paralel yapılardır. Bunlar ordu içinde olursa Cunta,  açık olursa Lobi yada baskı grubu, dini görünümlü olursa tarikat yada cemaat adını alırlar. Bu örgütlenmeler, devlet destekli yada devlete sızma şeklinde oluştuğu gibi, parti içinde hizipler yada kamu örgütlerindeki gruplaşmalar halinde de olabilir. Bunlar çok da devleten ayrı yada devletin desteğinden ayrı değildir. Kurulduktan sonra devlet desteği almayanlar, marjinalleşir ve küçülür. Lenin'in Bolşevik partisi, yüz milyonluk Rus Çarlığında, Lenin'in kendi beyanına göre devrimin olduğu 7 Kasım (eski Rus takvimine göre Ekim) 1917'de on altı bin kişilik bir gruptu. Bir örgütün fazla büyümesi, devletin paralel örgütü olduğunun göstergesi de olabilir. Pek çok insan, devrim için değil, çıkarları için örgütünüze üyedir. Son darbe girişiminin başarısız olmasının asıl sebebi buydu. 12 Eylülün başarılı olmasının da asıl sebeplerinden biri buydu. Şimdiki neslin adını bile duymadığı Dev-Yol, 1980 yılında, kırk milyonluk ülkede, beş yüz bin kadar üyeye sahipti.  Yani kalabalıksanız, darbe yapacak kadar marjinal değilsinizdir. Burjuva örgütleri için de bu böyledir. Mason locaları için söylediklerimizi hatırlayın.

Üçüncü tip paralel yapılar, özellikle asker ve istihbaratçılar arasında kurulan paralel yapılar yada cuntacılardır. Bazen ideolojik, bazen hemşerilik-aşiretçilik, bazen de belli bir etnik topluluğun üyeleri olarak devlette paralel yapı kurarlar. Suiye'deki yapı, Nusayri (Arap Alevisi) etnik grubunun darbesi ile iktidara gelmiştir. Saddam'ı Irak'ta iktidara getiren Tikritli subaylar cuntasıdır. Saddam, asker olmadığı halde cuntanın başı olarak iktidara gelmiştir. Jakobenler ilk başlangıçta Breton bölgesi millet vekillerinin derneğiydi. Bu tür yapıların amacı her zaman darbe değildir. Adam kayırma yada yolsuzluk üzerine de derin devletleşme, yani devlet içi çeteleşmeler olmaktadır.

Devlet, insan üzerindeki en büyük iktidar ve en büyük zenginlik kaynağı ve zenginliğin koruyucusudur. Devlet yoksa banknotların yada tapu senetlerinin tuvalet kağıdı kadar değeri yoktur. Bundan tam kurtuluş imkansızdır, en aza indirmenin yolu liyakati önceliğe alıp, hukuğu ve demokrasiyi isletmektir.

27 Eylül 2024 Cuma

AHLAKSIZLIK VE DİN



 Yıllarca ahlakı, dine bağlı zannettim. Beni bu konuda ilk uyaran Alman Filozof İmanuel Kant'ın kitapları oldu. Kant, gerçek ahlakın ceza korkusu yada ödül arzusu olmadan ahlaklı davranış olduğunu söylüyordu. Kant, aydınlanmayı da kendi aklınca düşünmek, ergin olmama durumundan kurtulmak gerektiğini söylemişti. Kant, kendi aklınla düşünmeye cüret et, diyordu.

https://onbinkitap.blogspot.com/2021/07/felsefenin-almanyay-birlestirmesi-2.html

Cennet hayali ile masum insanları öldürenleri bir düşünün! Cennet vaadi insanları nasıl da vahşileştirebiliyor, inanılmaz! Ben gene de 17 Aralık 2013'e kadar dinin, toplumu bir arada tutan sıkı bir bağ olduğunu düşünüyordum.17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları öncesinde bu ülkenin en az beşte biri, yani %20'i o malum cemaattendir. Yemin ederim ama bu vakitten sonra ispatlayamam. (Adını yazmıyorum ama arama motorları (hem Google, hem Yandex) ve Facebook, sansüz uyguluyor.) Oysa örgütleri, 25 Aralıktan sonra 1 hafta dayandılar. Sonra aynen dağıldılar. Önce esnaf terk etti. Meşhur Zaman gazetelerini gözümüze sokan esnaf, gazete dağıtıcılarını kovmaya başladı. Ardından da memurlar terk etmeye başladı. Din, insanları birbirine bağlayan sıkı bir bağ değilmiş demek ki diye düşündüm. Sonra beni dinsiz (pozitivist-agnostik) yapacak sürece girdim.

Dinler tarihinde, ilk dönemlerle ilgili masumiyet efsaneleri vardır, asrı saadet gibi. Dinlerin tarihini incelediğimizde, böyle masum bir asrı saadet çağının hiç olmadığını görürüz. Uhud dağında okçular, yağma amacı ile yerlerini terk ediyor ve yenilgiye sebep oluyorlar. Sonra onlar için hukuk değişiyor, okçulara yağmadan ciddi bir pay ayrılıyor. Bizzat peygamberden yana savaşan savaşçılara cennet vaadi yetmiyor, daha fazla yağma hasıları istiyor. Üstelik İslam dini var olmaya çalışıken oluyor bunlar. Sonra Kerbela olayı, on aylıkken okla öldürülen, peygamberin öz torunu Ali Asker'i pek çok Müslüman, özellikle Sünnilerce bilinmez. Şii-Alevi toplulukları da, İmam Hasan'ın neden babasının intikamını almadığı, savaşmaya isteksiz olduğu anlatılmaz. Kendisi bir seks bağımlısıydı. Hemen her hafta, on üç- on beş yaş arası bakire kızlarla muta nikahı yapıp, haftasında boşanıyordu. Medine'de aileler,  peygamber soyundan torunumuz olsun diye buna göz yumuyor, torununun bu alışkanlığı, dedesi olan peygamberce yüceltiliyordu.  Yani dinler, kuruluş çağlarında da çok masum değillerdi. Masum olsalardı, bu masumiyet, şu anki din adamları ve dini topluluklara da yansır, din adamları bu kadar kötü olmazdı.

Bu blogda din aleyhine bir sürü yazı yazdım. Link verip durmaktan da sıkıldım. Bu konuya tekrar dönmemin iki sebebi var. Biri İsrail-Filistin savaşı ama İsrail dolayısı ile değil. İsrail aslında çok da dinsel bir devlet değil. Her yıl Tel Aviv'de LGBT Onur Yürüyüşünün sorunsuzca yapıldığını düşünürsek,  öyle din saplantılı bir ülke değil. Oysa İran, adı üstünde İran İslam devleti ve her şeyin başı dini lider. İran anayasasına göre tüm meclis yada referandumla halkın yüzde yüzü onaylasa da dini lider yada dini konsey veto ederse, o yasa çıkmaz. Her şey dine bağlı. Hizbullah desen, adı zaten Allah'ın partisi demek. İsrail, İran'ın devlet konuğunu, devlete ait misafirhanede öldürebiliyor. Lübnan Hizbullah'ının mesaj aletlerini bir bomba gibi patlatabiliyor. Demek ki İsrail, pek çok Lübnanlıyı ve İranlı'yı satın almış. İçeride pek çok ajanı-iş birlikçisi var. Ben, hem İrab'a, hem de Lübnan Hizbullah'ına, iktidarları süresince zengin ettiklerine bakmasını önereceğim. Onlarla da şimdiye kadar çoktan dünür olmuşlardır. İkinci Dünya savaşının sonuna doğru Hitler, kayınçosunu (Eva Braun'un erkek kardeşini, evlenmeden bir kaç gün önce öldürtmüştü.), Mussolini'de damadını idam ettirmişti.

Gazze işgali konusunda İslam ve Arap dünyasının duyarsızlığı ve iki yüzlülüğünden de bahsetmeliyiz. Ben 1967'de Arap ordularının, küçücük İsrail karşısında altı(6) günde yenilmesine şaşırmıştım, meğer altı saatte yenilmemiş olmasına şaşırmalıymışım. Gazze'ye Arap dünyası düpedüz sırt çevirdi. Pek çok Arap-İslam ülkesinde Filistin lehinde gösteri yapmak, hatta Filistin bayrağı açmak bile yasak. Filistin'e, sayısı bir milyon kadar olan İsrail vatandaşı Araplardan ve hatta Batı Şeria halkından bile doğru dürüst bir destek yok. Görünüşte Gazze destekçisi olup, kafe basan, kola döken ama İsrail'e ürünün hasını satan bir kesim var ki, onlar bambaşka bir yazı konusu.

Sonra sekiz yaşında öldürülen kız, Narin Güran olayından bahsedeyim. Cinayetten daha korkunç olan delil saklama çabaları. Yalan ihbarlar için tek kullanımlık sim kart kullanmalar, cesedi profesyonelce dereye gömüp, DSİ (Devlet Su İşleri) çalışanı akraba sayesinde baraj kapaklarını açıp,  suyu yükseltmeler, ceset iyice çürüyüp, deliller kararınca itirafçının ortaya çıkması; daha neler neler? Sanki Jean Christophe Grange yada Chck Palahniuk romanlarının fantastik evrenlerindeyiz gibi hissettim. Böyle fantastik ve vahşice ceset yok etme şekilleri, benim bildiğim MOSAD, KGB,CIA, MI6 gibi istihbarat örgütleri, Cosa Nostra, Ndrangetha, Medelin arteli, Tijuana Karteli gibi suç örgüleri  veya terör örgütleri yapar.  Orada da cezalandırılan muhbir, köstebek, iki taraflı ajan veya rakip çete üyesi falandır. Burada ise söz konusu olan şahıs, sekiz yaşında bir çocuk. Sekiz yaşında bir çocuğun katilini bu kadar koruma çabası neden, üstelik tüm köy halkınca? İşin içine iktidar partisinden birilerinin sözlerinin de karışması da işi daha tiksindirici yapıyor. Bu olayda tarikat parmağını da kimse inkar edemiyor.

Dindarlık suça engel değildir. Görünmeyen bir tanrının, ölümden sonrası vereceği cezadan korkacak çok az kimse vardır. Genel anlamda suçlular, dinsiz de değildir. İstediğiniz polis, savcı, hakim yada gazeteciye sorabilirsiniz. Hatta  şeyhleri ölünce üçe bölünen tarikatı düşünün yada araştırın.  ( Sosyal medya siteleri ve arama motorları, bu isimlere bir çeşit sansür uyguluyor. Bu yüzden artık doğrudan adlarını anmamaya özen gösteriyorum.) Bu tarikatın Adıyaman'daki dergahına, tövbe ipini tutmaya ne kadar çok  giden var, görüyor musunuz? Sadece Adıyaman'a tövbeye gidenler suçu bıraksa, ülkede suç oranları sıfıra yaklaşırdı. Hemen her tarikat, bir şekilde tövbe etme töreni yapıp, sabıkalıları kabul ediyor. O kadar çok tövbeye rağmen ülkede suç oranları düşmüyor. Çünkü onlar tövbe falan etmiyorlar, sadece ara veriyorlar. Ömür boyu suç dünyasında yaşarsanız, çoğu kez uzun ömürlü olmazsınız. 27'ler kulübü üyesi müzisyenler gibi bir köşede ölü bulunursunuz. Son yıllarda en canice suçluların bile doğru-dürüst  tutuklu yargılanmaması yada ağır hapis yatmamasının sebebi bunda aranmalı.

Mantık ve akıl dışı bir durum olan metafizik ceza, hele de ölümden sonra verilecek bir ceza, kimseyi suçundan vazgeçirmez. Dini inancını, işleyeceği suçu affedecek, hatta yüceltecek hale getirir.  Dini, suçun acısını alacak morfin gibi kullanır. Bir de dini, sanki her an suçtan vaz geçeceği imajını vermek için kullanır. Son bir kaç yıldır moda olan gündüz programlarına yada suçlularla röportajlara falan bakın. Hepsinin de dilinden Allah kelimesi düşmüyor.

Ahlakı objektif ve nesnel kriterlere dayandırıp, ahlaklı davranmayı ödül arzusu yada ceza korkusu yerine, kendimize ahlaklı yaşamayı görev edinmemiz gerekir. Metafizik sübjektiftir ve herkesin bizim metafiziğimize uymasını veya inanmasını bekleyemeyiz.(Kant'ın dediği gibi) Dinin somut iktidarını yaşayan toplumlarda ahlakın ilerlediği ve böyle toplumların daha güvenli olduğunu tarih yazmaz, kimse de bunu gözlemlememiştir. Hele de baskı toplumları, iki yüzlü ve kaypak toplumlar yetiştirir. Stefan Zweig'in, Vicdan Zorbalığa Karşı kitabında okudum bu önermeyi. Kitap, Calvin'in Cenevre'de nasıl bir din diktatörlüğü kurduğunu anlatıyor. Protestanlık, iddiasına göre dünyanın en özgürlükçü mezhebidir. Hatta Max Weber'in meşhur  tezi buna dayanır. Ona göre Kapitalizm, özgürlükçü ve ahlakı bireye dayandıran yapısıyla kapitalizme temel olmuştur. Oysa Protestan din adamları da eline güç geçince, şeriat gereği zorbalık yapabiliyor hatta diri diri adam yakıp, bu idama muhalif sesi ülkesini terk etmeye zorlayabiliyor.

Ahlakı dine ve matafizik ve çoğunlukla ölümden sonraki ceza-ödül sistemine bağlamak, ahlakı çöketir, Son 22 tıl bir yana son 44 yıldır (12 Eylül'den beri) yapılan budur.