23 Eylül 2022 Cuma

PEYGAMBERE ŞİRK KOŞMAK (DİNSİZLİK TÜRLERİ)

 


İslamiyette en çok tekrarlanan sözlerden biri de Muhammed'in son peygamber olduğudur. İslamda Allah'a denk varlıklar olduğunu söylemek (şirk koşmak, eş koşmak) büyük günahken, peygamberin pek çok dengi vardır. Pek çok kişiye Hüccet-ül İslam, Bedüüzaman, gavs gibi unvanlar verilmiş, bu unvanlara da pek itiraz eden olmamıştır.

Biz toplum olarak yıllarca, peygamberin doğumunu kutlama kisvesi altında, Fettullah Gülen'in doğum gününü kutladık. Hem de 23 Nisanın üstünü kapatacak bir şekilde, tüm haftaya yayarak. İmam Hatipler için yılın olayıydı, tüm sene buna hazırlanırdı. Bunun böyle olduğu, 15 Temmuza kadar ret edildi. 15 Temmuzdan sonraki yıl bir günlüğüne kutlandı, ertesi yıl, miraç kandili ile kutlandı.  Hatta 15 temmuzda, fizik kitaplarında F kuvvetlerinin G yüklerini çekmesi-kaldırması; matematikte F şehrinden G şehrine gitmeyi bile yasakladılar.

F.G, onlarca şeyhten en güçlüsüydü çünkü NATO onu seçmişti, onun önü açılmıştı. Öte yandan laik devlete karşı bayrağı da o açmıştı. Devlete sızmayı o başlatmıştı. Ateist, solcu hayranları vardı. 2013 aralığına kadar da diğer tüm tarikatları yöneten bir orkestra şefi gibiydi. Sonra iktidar kavgasında kaybedince kafir oldu.

Buna çok da şaşırmamak lazım. Humeyni'de, İran'da devrim yaptıktan sonra,  kendi politikalarını benimsemeyen mollaların cübbelerini almıştı. Siyaset, din adamlarına karşı da acımasızdır.

Şimdilerde Fettullah Gülen'i diğer tarikatlardan ve Nurculardan ayırma gayreti var. Tüm tarikatlar birbirinden siyasi olarak ayrılır. Siyasi olarak uzlaşıyorlarsa, başka mezhep ve dinlere karşı da birliktedirler.  Fettullah Gülen, Said-i Nursi'den farklı şeyler söylememiş, Nurcu öğrenci, evlerinde ve yurtlarında bolca risale (kitapçık demek, Nursi'nin yazdığı Risale-i Nur kitabının kısa adı)

Fettullah Gülen, Said-i Nursi ne derse onu yapmıştır. Bazı gizli güçlerin desteği ile, 1974 Kıbrıs'ın kurtarılmasından sonra emekli de olmuş, bir anda etrafında bir kalabalık birikmiştir. Bu gizemli yükselişi, 12 Eylül ile birden füze hızına ulaşmıştır. Sadece o değil,  bütün tarikatlar yükselişe geçti. Çünkü ne 12 Mart, ne 12 Eylül, tarikatlara hiç bir şey yapmadı ve tarikat şeyhlerinin çoğunun, hiç hapis anısı yoktur. 1970'den beri tarikat liderlerinin dokunulmazlığı var. O çok ağladıkları 28 Şubat sürecinde olan, türbanını çıkarmak istemeyen kadınlara, imam hatiplilere ve meslek liselilerine oldu. Şeyhler mürit ve para kazanmaya devam ettiler. Son kırk-elli yılın evliyalarında, çile konusu eksiktir.

Bu yazının asıl konusu şudur ki, bu din adamlarının makam olarak peygamberle yarışması, bunu bazen kendilerinin, bazen de onların sırtından isim kazananların yapması.

Mesela Mevlana, hiç bir eserinde evliyalığını ya da çilekeşliğini anlatmaz. Oysa Ahmet Eflaki, onun çocukken bile çok az yemek yediğini yazmış ve onun hakkında bir sürü şey uydurmuştur. Eflaki, Ariflerin Menkılbeleri adlı kitabında, Mesnevi, Kuran şerhidir diyen birini azarlar ve Mesnevi Kuran'ın kendisidir der. Ah Bunu Türk halkı, şeyh uçmaz, müritleri uçurur diye anlatmıştır. Bazı durumlarda da şeyh, kendi kendisini uçurmaya çalışmıştır.

Buna  bir kaç örnek vereyim.  Ünlü hadis derleyicisi Buhari, kendi kitabında yazdığına göre, esrarengiz bir yerde, günler süren, yeme-içme-namaz-uyku molası olmayan bir sınava tabi tutulmuştur. Ona hadisler, rahiv senetleri de karıştırılarak sorulmuş, o da doğru söylemiştir. Said-i Nursi  de, İstanbul'da esrarengiz bir medresede, kendisinden başka şahidi olmayan bir sınava tabi tutulmuştur. Olayın olduğu tarihte, tesadüfe bakın ki, İslamcıların çok sevdiği 2. Abdülhamit'in kendisini akıl hastanesine attığı zamana denk geliyor. Bu şahıs, kendi yazdığı kitap için, benim malım değil, Kuran'ın malıdır diyor. Yani yazdıklarını Kuran ile bir tutuyor. Yazdıklarının, tıpku Kuran gibi eleştirilmemesini istiyor. Mevlana'nın Eflaki araacılığı ile yaptığını, Nursi, kendisi yapıyor. 

Artık bunu pek çok din adamı yapıyor. Mesela bu yaz ölen bir tarikat şeyhi, kendisi on yıldan fazladır felçli ve bir yıla yakındır da felçli, kadınlar başını açtıkça hastalandığını söylemişti. Karaman'da kırk beş çocuğa tecavüz edilirken veya yolsuzluklar olurken kendisine bir şey olmuyor tabi. 

Bir de, bu yaz boyunca ne kadar çok din adamı ya da din ile ilgili açıklamaları yüzünden ünlü olmuş bazı yazar çizerler de öldü. Bu kimsenin de dikkatini çikmedi nedense.

Sevgili okurlarım, kendisini peygambere şirk koşanlara da yüz vermeyin.


14 Eylül 2022 Çarşamba

SON YILLARDA AZALARAK BİTEN ÜLKÜCÜ ŞEYLER-2

 


5-Ülkücü polisler ve Ülkücü bürokrasi: Seksenli ve doksanlı yıllarda, özellikle içişleri ve sağlık bakanlığında ülkücülerin bürokratik bir ağırlığı vardı. Özellikle polis teşkilatı düpedüz ülkücülerin elindeydi. O kadar ki ülkücü reisler, solcu militanların sorgularına girer, polis operasyonlarının olduğu yerlere dolmuşlarla gidip, operasyın sırasına polise destek gösterisi yapardı. (Operasyon gece üçte bile olsa) Özel harekat timlerine seçilecekleri adının önce Ülkü ocaklarına gittiği hep söyleniyordu. Hatta Alparsaln Türkeş bir keresinde, özel harekat ülkücüyse ülkücü, ne olmuş ulan demişti. Sağlık bakanlığı da düpedüz ülkücülerin elindeydi. Sadecd bu iki bakanlık değil, doksanlarda yeni açılan üniversitelerin, kredi ve yurtlar kurumunun yurt yöneticilerinin de çoğu ülkücülerin elindeydi. Genelde kamuda ciddi bir ülkücü ağırlığı vardı.

Akp iktidarda ülkücü kadrolarla önce yavaş yavaş, sonra hızla uğraşmaya ve onları tasfiye etmeye başladı. Solcu bürokrasi yok gibi bir şeydi, şimdi o gibi bir şey de bitirilmekte. 

6)Sağ cenahı sokaklarda-okullarda temsil etmek: Sağ adına solla çatışmak, ülkücülerin işiydi. Ancak bu yapılan, önce DYP ve ANAP'ın üniversite kurulan illerdeki oyların eritmesi, sonra da paralı gençleri bu taşra üniversitelerinden kaçırması sebebi ile ülkü ocakları yavaş yavaş tasfiye edildi. Doksanlarda adam bıçaklar, binanın üçüncü katından aşağıya adam atar, savcıya ifade bile vermezdi. O yıllarda Ülkü Ocaklarının kapısına dayanmaya hangi CHP ya da solcu parti-örgüt cesaret edebilirdi?

7)Tuğrul Türkeş ve Türkeş'in çocukları: Ülkemizde siyasette hanedan işi pek yürümüyor. Politikacıların çocukları, politikada başarılı olamıyor. En başarılı olanı, Erdal İnönü'ydü. 12 Eylül sonrasında, o baskı ortamında sosyal demokratları topralamayı becerdi. Onun dışında, Adnan Menderes'in oğulları, talihsizliklere uğradı (Hatta Amerika'da Kenedi, Türkiye'e Menderes ailesi lanetli dendi.)  Fatih Erbakan,  babasının kurduğu partilerdeki maceralarını anlatmayacağım. Şu anda da bir partinin başında olsa da, partisi çok parlak durumda değil. Turgut Özal'ın oğulları ise, sosyal medayada alay konusu.

Bunun sebebi, lider çocuklarının genelde parti bittikten sonra ya da darbeler sonrası kara günlerinde ve hemen hemen hiç bir siyasi deneyimleri yokken siyasete atılmaları ya da atılmak zorunda kalmalarıdır. Pek çoğu, dağılan partiyi toplaması için, parti tarafından zorla davet edilmişlerdir. Oysa Alparslan Türkeş öldüğünde, ülkücülük en parlak çağındaydi. İçişleri bakanlığı (özellikle polis teşkilatı), Sağlık bakanlığı başta olmak üzere pek çok kamu kuruluşunda işe girmenin ve yükselmenin yolu, ülkücü olmaktan geçiyordu. Doksanların yeni kurulan taşra üniversiteleri başta olmak züere üniversitelerin çoğu ve yatılı liselerin çoğunda ülkücü teşkilatlar egemendi. 

Sadece kamu kuruluşları değil, sivil toplum kuruluşlarında da ülkücülük egemendi. MHP, bugünkünden (ya da son seçimde aldığından diyeyim) çok daha az oy almıştı ama ülkücü olmak, bugünkünden çok daha havalı bir şeydi. Ankara'daki cenazeye sırf Süleyman Demirel Üniversitesinin öğrenci yurdundan yirmiden fazla otobüs gitti. Resmi açıklamalara göre iki buçuk milyondan fazla insan cenazeye katıldı. (Geçenlerde ölen bir şeyh için üç milyon dediler ama inanmayın. Türkeş'in cenazesindeki kalabalığın dörtte biri yoktu.

İşte bu konumdaki MHP'nin başına, Alparslan Türkeş'in oğlu, Tuğrul Türkeş geçmek istedi. Aslında ilk tur başarılı sayılırdı. Tuğrul bey en fazla oy alan adaydı. Olsaydı ile, bulsaydı ile tarih yazılmaz ama bana kalırsa, diğer adaylar, Devlet Bahçeli lehinde adaylıktan çekildikten sonra, dönemin ülkü ocakları genel başkanı Azmi Karamahmutoğulları, kongre kürsüsünü devirip, kongre salonunu savaş alanına çevirmeseydi, kongreyi kazanabilirdi. Kazanamasaydı bile, Deniz Baykal gibi inatla kongrelere gidip, en sonunda CHP genel başkanı olması gibi seçilebilirdi. Sonrasında Alparsaln Türkeş'in soyundan gelenlerin neler yaptığını ise yazmaya gerek yok.

(Yazı 3'e kadar uzadı)

12 Eylül 2022 Pazartesi

AĞIR KONUK, ÖRNEK ÜLKE; FİNLANDİYA



Rusya, Ukrayna'yı işgal etmeye karar verip, savaş çıkarınca, NATO denen askeri örgütü genişlemeye karar verdi. İki kuzeyli üye adayı var; İsveç ve Finlandiya. Herkesin dikkati silah ve çelik başta olmak üzere, Avrupa'nın mülteci konuk ülkesi İsveç'in üzerinde. Oysa bence asıl ağır konuk olan Finlandiya'yı gözden kaçırıyoruz.
Finlandiya, bir kuzey Avrupa ülkesi olarak, bir Slav, İskandinav ya da Germen ülkesi değil. Estonya ve Macaristan gibi Ural milleti ve Macarca ve Estonca ile beraber, Türkçe'nin uzaktan akrabası.  bu diller,Türkçülerin zannettiği kadar Türkçe'ye yakın diller değiller, özellikle de Fince ve Estonca.  Üsteilk Türkiye Türkçesinin yüz yıllarca Arapça, Farsça ve Yunanca olmak üzere, ön Asya dillerinin istilasına uğraması gibi, Ural dilleri de, Slav, İskandinav ve Alman dillerinin istilasına uğramış. Bir Türkün, Fince ya da Macarca öğrenmesi, Azerice ya da Özbekçe öğrenmesi kadar kolay değil anlayacağınız. Ülke, dünyanın en sarışın ülkesi. Fi tarihine halkın yüzde doksan altısı sarışın diye bir istatsilikokumuştum. ( Çok da doğru olmayabilir, ödevinize-tezinize kaynak göstermeyin.) Finliler, tarihin bir döneminde Ural dağlarının  bir yerlerinden gelmiş, bügün bizim seksenlerden kalma alışkanlıkla Lapon dediğimiz Samee ulusunu daha kuzeye kovup, bugünkü Fin ülkesine gelmişlerdir. Finlandiya 1155 yılında İsveç'e, 1809 yılında Rus çarlığına bağlanmış, ülkenin doğusu Rusların etkisi ile Ortodoks, batısı da Alman Töton şövalyelerinin etkisi ile Katolik olmuş; reformların etksi ile ülkedeki Samee azınlığı hariç tamamı Lutheryen Hristiyan olmuştur. Sameeler ise, halen pagan (putperest-Şaman) inancına sahiptir. Onlar da sarışın, mavi gözlü olup, boyları genelde 1.50'i geçmez.
Bu küçük ve az nüfuslu ülke,  dünya sahnesine 1917'de,  Bolşevik devrimini fırsat bilip, bağımsızlıklarını ilan edince çıktılar. Finlandiya efsanesi 30 kasım 1939'da, Sovyet birliklerinin saldırısı ile başladı. 13 mart 1940'da biten savaş, gerçek bir Sovyet yenilgisiydi. Yuvarlak hesap, 127 bin yaralı, altı bin esir,  190 bin yaralı,  3 bin beş yüz kusur tanş, beş yüz küsur uçak kaybetmişlerdi.  2022'nin Ağustos sonları itibarıyla Rusya-Ukrayna savaşı altıncı ayını geçti ve Ukrayna ordusu, Rus ordusuna bu kadar zarar veremedi. Sovyet ordusunun kaybı,  sekiz yıl süren Afgan savaşından daha büyüktü. Hatta Amerika'nın Vietnam savaşından bile daha büyüktü.
Bu savaştan geriye Fin ordusunun,  molotof kokteylini icadı, kayaklı komando birlikleri, beyaz kış kamufulajları ve Söjo Haya başta olmak üzere keskin nişancıları hatıra olarak kaldı. Söjo Haya, bu kısa süreli savaşta, resmi rakamlarla 550 (beş yüz elli)'den fazla Sovyet askeri öldürdü. Rusların meşhur keskin nişancısı (Kapımdaki Düşman filmine konu olanVasili Grigoryeviç Zaytsev 'in bilinen ölüsü 11'i Alman keskin nişancısı olmak üzere 225 kişiyi öldürmüştür.
Ne çare ki Finlandiya'ya beklenen destek gelmedi ve bu iki ülke anlaşmak zorunda kaldı. Finlandiya, Karelya denen, eski başkent Sen Petersburg (o zamanların Leningrad'ı)'a yakın topraklarını Sovyetler Birliğine vermek zorunda kaldı. Sovyetler Birliği de, Finlandiya'yı, Moldova, Estonya, Litvanya ve Letonya gibi bir Sovyet cumhuriyetine çevirme rüyalarından vazgeçti. Finliler ise, Karelya rüyalarından hemen vazgeçmedi. 1941'de Almanya, Sovyetler Birliğne savaş ilan edince, Almanlardan yana savaşa girdi. Ama savaş Sovyetlerin lehine dönünce, bu sefer de Ruslarla anlaşıp, Almanlara karşı savaştılar. Finliler ile savaşmayı göze alamayan Stalin, eski sınırların kabulünü şart koştu. Savaşın sonunda SOvyetler büyük bir tazminat istedi ve Finlandiya gene bir kısım toprağını Sovyetlere vermek, Laponya denen kuzey bölgesi başta olmak üzere, ülkeyi baştan bayındır etmek ve bütün bunları da Marşal yardımı ve benzeri yardımlar almadan yapmak zorundaydı. (Muhtemelen Sovyetler Birliği ile Amerika arasındaki anlaşma sebebi ile)  
Sonuçta bunu başardı, üstelik Sovyet tehlikesine sebebi ile, küçük nüfusuna göre büyük bir ordu beslemesi gerektiği halde.


Suriye'de yaklaşık on yıldır iç savaş var. Ülkede bolca Amerikan ve Rus askeri var. Birkere, kazarfa bile birbirlerine mermi sıkmadılar. Olası bir NATO-Rusya savaşında da benzeri olacak. Rusya'nın asıl göz diktiği ülke Finlandiya ve ilk göğüs göğüse savaşacak olanlar da Finlilerdir.
İsveç'i asla küçümsemiyorum ama NATO'nun bu gelişmesinde ağır konuk, Atatürk'ün de Beyaz Zambaklar Ülkesi kitabıyla örnek ülke gösterdiği Finlandiya'dır.


11 Eylül 2022 Pazar

FAŞİZM VE ÇOCUKLAR



 Son yıllarda Türkçülük ya da Ülkücülük denilince akla hep ergenler geldiğini fark ettiniz mi? Bu eskiden de büyük ölçüde böyleydi. Günümüzde ise üniversitelerde pek fazla, en azından doksanlardaki kadar ülkücü göremiyoruz. Ülkücülerin varlığı öğrencileri, özellikle de iyi kazanan öğrencileri kaçırdığı için, artık ülkücü gruplara eskisi kadar göz yummuyorlar. (Bunu azalıp-biten ülkücü şeyler 2'de yazacağım)  Diğer bir konu da, azınlıkların ya da azınlık üyelerinin artık güçlü ve örgütlü olması, faşizt olmanın eskisi gibi bedelinin düşük olmamasıdır. En fazla Kürt-Alevi çocuklardan, eğer dikkat etmezseniz dayak yersiniz ya da Alevi öğretmen ile uğraşırsınız. Şimdi yasalar öğrenciden yana ki, siz karlı çıkarsınız.

Oysa ileri yaşlarda faşistlik tehlikeli iştir ve ötekileştirdiğiniz kişiler, iş hayatında düşündüğünüzden daha aktif olabilirler. Yani hem canınız, hem de malınız açısından tehlikelidir. Bir de insan yaş ilerledikçe daha korkak olmakta.

Diğer yandan faşizmin çocukları kullanmasındaki asıl amaç, cinayetleri meşrulaştırmaktır. Bu erkeklik faşizmi için de böyledir. Yeşilçam dediğimiz eski Türk filmlerini hatırlayın. Aliye Rona,kocaman bir yastık ya da minder üzerinde, devasa bir mendile sarılmış, neredeyse kalaşnikof büyüklüğünde bir tabancayı, namusumuzu temizle diye, sakalları çıkmamış oğlan çocuğuna, namusumuzu temizle diye verir. Başka bir filme de Aliye Rona, bir gence silah verir. Silah verdiği gence, sen öldüreceksin, yanındaki daha küçük gence de, sen de suçu üstleneceksin, der. 

(Rahmetli büyük oyuncuydu. Hep geleneksel, erkek egemenlikten yana, törelerden yana, yüreği kinle dolu anayı oynardı. Oynadığı filmlerde dünya onun oğulları üzerinde dönerdi. Dünyadaki en değerli süt, onun sütüydü zira kolay kolay helal etmezdi. Onun sütünün helal olmasi için oğlunun kanlıları vurması, karısının üzerine kuma alması falan lazımdı.)

Saldırılarda çocukları öne sürmenin görünüşteki ilk sebebi, 18 yaş altı olduğundan daha az ceza alacak olması. Asıl sebep ise, çocukların eline silah vererek, savaşı masumlaştırmak. Faşist ve muhafazakar (neyi muhafaza ettikleri meçhul) anlamadıkları, cinayetin de, zina gibi, hatta zinadan ağır suç olmadı. Küçük yaşta çocuğu cinsel ilişkiye zorlama da, cinayete zorlamak gibi suçtur. 

Yıllar önce Isparta'da üniversite öğrencisiydim. Ispartspor'un otobüsüyle iki arkadaş Kütahya il merkezine gitmiştik. Biz iki uyanık arkadaş maça girmedik, şehri dolaştık. Sonra maç bitiminde, Isparta'ya dönmek için stadın önüne geldik. Yüzlerce, belki de binlerce çocuk, 8-15 yaş civarı çocuk, Ispartaspor ve taraftarlarını taşlıyordu. Biz, polislerin yanına sığındık, taş yağmurundan kurtulmak için. Orada yaşlı bir polis vardı. ona, bunlar hep çoluk-çocuk dedim.

-Adamın çirkefi, adamın üzerine karısıylan, çocuğunu salarmış dedi.

-Bunların yaptığı aptallık dedim. (Çok saçmaydi dediklerim, kabul) O da durur mu,cevabı yapıştırdı.

-Aptallar bok yemese, akıllıar nasıl bal yiyecek, dedi.

Sonraki yıllarda, Hrant Dink cinayeti başta olmak üzere, pek çok cinayet, çocuklara işletildi.  Ogün Samast, Hrant Dink'i öldürdüğünde 17 yaşındaydı. Sizce 17 yaşında Trabzon'da yaşayan biri, nasıl İstanbul'da yaşayan ve şahsen tanışmadığı birini öldürebilir? Ya da birileri neden birisini, Aliye Rona'nın canlandırdığı karakterler gibi 17 yaşındaki çocuklara öldürtür?

Faşizm ya da diğer tüm ideolojiler, işlediği cinayetlerde haklı olma peşindedir. Bu masumiyet, sadece cinayetin suçundan kurtulmayı değil, bir sonraki cinayeti haklı çıkarmaya da yarar.

7 Eylül 2022 Çarşamba

VEBA GECELERİ VE DALKAVUKLAR GECESİ KIYASLAMALI İNCELEME

 


Veba gecelerini çok merak ediyordum çünkü Atatürk aleyhine olduğuna inanıyordum ama Pamuk'a para kazandırmak istemiyordum. Derken almış bir arkadaştan ödünç aldım. Kitap, basbayağı Atatürk'ten öte, Atatürkçüleri aşağılamak için yazılmış ve romanda gizli bir Abdülhamit övgüsü de var. Kitabı, kendisinden çok önce yazılmış ve kendisinden çok fazla tarzda yazılmış Dalkavuklar Gecesi'ne benzettim.



Her iki roman da,  Atatürk'e hakaret olarak yazılmış, sonrasında yazarları ben Atatürk'e hakaret etmek için yazmış, ancak sonrasında da sahiplenmeişlerdir. Dalkavuklar gecesi denen uzun öykü-kısa romanın (ya da Almanların deyimi ile novelanın) Atatürk'e hakaret olduğunu anlamak için, romandaki isimleri tersten okumanız kafi: Filozof İlanasam (Hasan Ali Yücel) ,başhekim Ziza, şevket Aziz Kansu,  kralın gözdeiz Yamzu (Afet İnan. İnan'ın kızlık soyadı Uzmay'dı) vs vs. Ekşisözlükte biri güzelce sıralamış. Sağcıların Atatürk ve İnönü'ye, iki ayyaş demesinin temelinde de, bu roman vardır.

Her iki yazarında siyasal dincilerle aşk-nefret ilişkisi vardır. Atsız, oğullarına göre dinsiz, yazdıklarına göre Şamanist (ya da Tengrici) biriydi. Ataürk'e ait pek çok hakaretin kaynağı olan Rıza Nur,  onun manevi babasıydı.  

Dinciler ile Atsız-Atsızcılar arasında bir aşk-nefret ilişkisi vardır, tıpkı Pamuk'la olduğu gibi. Dinciler, tarikatlar, Atsızla dalga geçerler ama pek çok konuda da, özellikle iki ayyaş muhabbeti ve İnönü'le alay ettiği Z Vitamini romanını kullanırlar. Zvitamini dahil pek çok eserini ilk yayımlayan, Necip Fazıl Kısakürek'in Büyük Doğu dergisidir. Pamuk'a da Nobel ödülünü ilk aldıklarında tebrik edenler, sonra ona terörist dedi.

Dalkavuklar Gecesinde ki Hitit kralının Atatürk olduğu ne kadar belliyse, Kolağası Kamil'in de Atatürk olduğu bellidir. Sağır sadrazamın, topçu subayı olarak ilk görev aldığı Yemen'de sağ kulağı ağır işiten ve ömür boyu işitme cihazı taşıyan İsmen İnönü'dür. Şaşı kralda, Trablusgarb savaşında aldığı yaradan dolayı sol gözü yüzde yetmiş görme kaybı yaşayan ve şehla, yani hafif şaşı bakan Atatürk'tür. Ayrıca Atatürk, gene Trablusgarb'da ağır bir kabakulak atlatmıştır. Benim tahminim bu kabakulak olayından dolayı çocuğu olmamıştır.  Hayatı boyunca savaş çığırtkanlığı yapmış ama hiç savaşmamış Atsız, Atatürk'ün savaş yaraları ile alay eder.

Herkes yukarı doğru kıvrık bıyıklarla ilgilenmiş. Öte yandan Atatürk'ün askeri rüştiyede (şimdiki ortaokul seviyesi) elli iki öğrenciden üçüncü olması,  yaz tatilinde annesinin tekrar evlendiğini evdeki yabancı erkeğin varlığından öğrenip, annesi ile yıllar boyunca konuşmaması gibi ayrıntılar, romana tesadüfen işlenmiş olamaz. Bu ayrıntılar da genelde ders kitaplarında yazmaz ve herkes de bilmez. Kitaptaki asıl ayrıntılar, kitabın Pamuk tarafından yazılmasından çok, Pamuk'a yazdırıldığının delili. En başta Mingerlilerin kökeninin Aral gölü'nün güneyi olması. Araplara göre Oğuz boylarının atayurdu burasıdır ve buradan dünyaya yayılmıştır. Kitapta Minger halkı olarak gösterilerek, Türklerle de dalga geçilmektedir. Adadaki Mingerliler, Türk olmamakla beraber ( Ada halkı, Türk, Rum ve Mingerlidir), Orta Asyalıdır. Okuma-yazma oranları düşük ve otoriteye her türlü uyma davranışındadır. Kolağası Kamil'de Mingerlidir, Türk değildir. Türkler, padişaha sadakattan yanadır. Pamuk, kolağası rütbesine önyüzbaşı demiş. Kolağalığı, Osmanlı ordusuna özgü, bölük komutanlığı ile tabur kontanlığı arasına bir rütbeydi ama yüzbaşılığın önlüğü falan değildi. Osmanlı ordusunda tabular, iki kola ayrılır, bu kolların başına da kolağası rütbesinde subaylar olurdu. Osmanlı ordusunun, dünya, daha doğrusu çağdaşı büyük devletlerin ordularından farklı bu yapısının sebebi, daha çok tüfekli piyade erine dayanması, top, havan, makineli tüfek gibi modern silahlarının az olmasıdır. Eskiden de ordular, bu günkünden daha az askerden oluşurdu. Mesela günümüzün bir komando taburu yaklaşık altı yüz askerden oluşur. Eskiden modern ordular da kalabalıktı ama silahı olmayıp, asker tüfeğine sayanan Osmanlı ordusu daha kalabalık birliklerden oluşuyordu. Pamuk'un buradaki amacı, nasıl ki Dalkavuklar Gecesi romanı nasıl ki iki ayyaş yalanına kaynaklık etmişte, bu roman da, muhtemelen yıllar sonra Kolağası Kemal söylemine kaynaklık edilmesi için yazdırılmıştır. Atsız, nasıl ki hiç görmediği Çankaya köşkünü, devasa bir saray gibi anlatmışsa, Pamuk'da kolağalığını üsteğmenlik gibi anlatmıştır. (Çankaya köşkü, yanılmıyorsam Ankara'nın eski bir Gayrı Müslüm'ün eski evi, ufak bir köşktür. Sonradan yanına Atatürk'ün kız kardeşi Makbule hanım için Penbe Köşk yapılmıştır. Bu küçük yapısından olsa gerek, sonraki cumhurbaşkanı İsmet İnönü, zaten Çankaya'ya çok yakın olan kendi evi olan, kendi Penbe köşkünden yaşayıp, her gün mesaiye Çankaya köşküne gitmiştir. Kenan Evren, daha cumhurbaşkanı olmadan önce, köşkün bahçesine devasa bir hizmet binası yaptırmış, eski köşkleri de müzeye çevirmiştir.) Bu arada Kamil adı, sokak argosunda aşırı saf erkek anlamına geliyor, öyle tesadüfen seçilmiş bir ad değil. Romanda Kamil, Karantina Erleri denen, yerli gönüllülerin başında.  Karantina erleri, Mingerlilerden oluşuyor. Gönüllüler karantina konusunda anlaşamıyor ama görevden azledilen vali ile bir olup, darbe yaparak cumhuriyeti ilan ediyor, ilk cumhurbaşkanı oluyor ve onun kişiliğinde bir efsane oluşturuluyor. Oysa kendisi sadece darbe yapmış, cumhuriyet ilan etmiş, kendisini de cumhurbaşkanı ilan etmiştir.



Romanı özetlemek istemiyorum, eleştirmek istiyorum. Kitapta Abdülhamit'te çaktırmadan övülmeye çalışılıyor. Osmanlının, romanda anlatıldığı gibi mükemmel ya da çok iyi bir karantina yönetimi yoktu.  Denizlerde dolaşan ve korku salan, Marsilya'da son moda toplarla falan donatolmamıştı. Tamam, roman kurgu, Minger adasının varlığına kadar. Oysa bu gerçekliğe uzak kurgunun amacı, siyasal İslamcıların gözünde Abdülhamit'i yükseltmek, Abdülhamit'in donanmayı Haliç'de çürüttüğü gerçeğini halkın gözünden silmektir. Bunu da sözde solcu Pamuk ile yapmaktır. Okurlarım, analarının tumanını FETÖ'ye satmış Liberalizm yaranlarına, solcu demeyelim artık. Osmanlının öyle cevval iki zırhlısı olsa, Yunanlılar sadecd Averof zırhlısı ile sözda Osmanlı donanmasını Çanakkale'ye hapsetmezdi. Sonradan piyangolarla, bağışlarla falan İngilizlerden gemi alındı ama İngilizler savaş başlayınca gemi falan vermedi. Almanlar da adaları kaybetmiş Osmanlı halkını iki zırhlı ile tavladı.



Veba gecelerindeki isimler de, Dalkavuklar Gecesi gibi imalı. Mesela Minger kelimesi, kronik başağrısı anlamına gelen Migren'den türetilmiş. Polonya kökenli Bonkovski paşa, Nazım Hikmet'in dedesi Borzecki ( Mustafa Celaettin Paşa) 'den türetilmiş. Amerikalı ünlü yazar Bukovski'nin adından bozma. Rober Kolej mezunu bili Bokovski ile alay etmez. Bu ismi muhtemelen Rasim Ozan Kütahyalı uydurmuş olmalı. Mina Mingerli'de, iki binlerin başında yazdığı anı kitabı ile adını duyurmuş olan Mina Urgan. 

Her iki kitap da Siyasal İslamcılar tarafından yazdırılmıştır. Giyimi, saçı ve yürüyüşü ile Hitler hayranı Atsız, ahbabı Rıza Nur tarafından yazdırılmış; bakın Türkçüler bile Atatürk ve İnönü'ye iki ayyaş diyor denmesi sağlanmıştır. Bu kitapla da amaç, sözde solcu, batılılaşmacı yazar aracılığı ile Atatürk'ü horgörmektir.

Yetmez amacılar pişman falan olmamıştır. Halen Fetö'nün emrindedir.



5 Eylül 2022 Pazartesi

NESİMİ ÇİMEN, ADAŞI KADAR BÜYÜK

 


Tarihte bazı büyük kişiler ve onların büyük isimleri vardır. Bir de onların adaşları vardır. Mesela folklor bilimcilere göre Toroslarda,  Yörükler arasında sekiz ayrı Karacaoğlan yaşamıştır. Mantık biliminin kurucusu meşhur büyük Aristo'nun yanında, İtalyanların sanat tarihçisi ve sanat felsefecisi küçük Aristo vardır. Bu ikisinin yanında da, Skolastik Aristorales vardır. Pek çok kili, divan şairi Farabi ile, filozof Farabi'yi aynı kişi zanneder. Aşık Yunus, Derviş Yunus, Yunus Baba ve Yunus Dede; bunların hiç biri Yunus Emre değildir. Pek çok Yunus Emre derlemelerinde adlarını görürüz. 

Tarihte iki bütük Martin Luther vardır. Biri Almanların meşhur ilahiyatçısı, Protestanlığın kurucusu Martin Luther, diğeri de Amerikalı siyahi lider ve insan hakları savunucusu Martin Luther King'dir. Bu bence ilginçtir. Çünkü Alman, Martin Luther, bir köle, sahibi Türk olsa bile itaat etmelidir, demiştir. Bu iki ünlü Martin Luther'in kölelik onusunda görüşleri farklıdır.

Tarihte iki Nesimi vardır.  Biri Aleviliğin yedi ulu ozanından, Seyit Nesimi'dir. Nesimi sadece ozanlığıyla değil, siyasi müdacelesi, gördüğü işlenceler (bıyıkları tek tek yolunmuştu, karakollarda çok dayak yemişti), Sivas katliamında şehit olması, kendisi kadar büyük bir ozan, müzik yapımcıdı oğlu Mazlum Çimen, piyanist torunu Saki Çimen'le şimdiden efsanelerin arasına karıştı.

Eserlerinin hangisinin telif, hangisinin derleme olduğunu ancak Mesam ( müzik eserleri sahipleri birliği) gibi kuruluşlar ve uzman bilim adamları bilebilir. Barış Güvercini eseri, yıllar sonra Bethowen'ın 9. senfonisinin yerini alabilir. 

Winston Churchill, Çanakkale savaşları için, bin yıl sonra bu savaşlar, Truva savaşları ile karıştırılacaktır demiştir. Bundan bir kaç yüz yıl sonra da Nesimi Çimen'in adı, Seyit Nesimi ile karıştırılacaktır

2 Eylül 2022 Cuma

C VE OMEGA DESTANLARI

 




C DESTANI

 

En fazla biberiyedeydi

İnsanları maydanoz besledi

Denizciler lahana turşusuna sarıldılar

Baş düşmanları iskorbüte karşı

Zenginler karanfili ilaç yaptı

Eskimolar onu balina derisinde buldular

Beyaz adam topraklarını çaldığında

Onun uğruna çam iğnesi yedi Kızılderililer

Başka yiyecek yoktu ona dair

Sürüldükleri dağ başlarında

Gene de tüm övgüyü portakal aldı




OMEGA DESTANI

 

Yirmi sekiz harfli Yunan alfabesinin

Son harfiydin sen

Felsefe bu alfabe ile başladı,

Bu yüzden ki ona üç ve altı dediler

Dokuzu karaciğer hallediyormuş dediler

Kuyruk yağını tu kaka ettiler

Sudan hafif zeytinyağına ağır dediler

Tereyağına kolesterol dediler

Ceviz, fındık, fıstık zaten çerezdi

Kaldık cıvalı tonbalıklarına