6 Aralık 2023 Çarşamba

TEFLON TÜSİAD VE TEFLON KAPLAMALARI

 


Yıllar önce bir haberde, Amerikalı bir madya babası için teflon lakabı verildiğini yazmıştı. Yeni nesil teflon kavramına yabancı. Çünkü teflon tence ve tavalar, kanserojen olduğu için yasaklandı. Bu teflon kaplama, NASA'nın araştırmaları sırasında bulunmuş, en yüksek sıcaklıkta bile üzerine bir şey yapışmıyor. Yanmış ve yapışmış bulaşıklar, kadınların ve aşçıların kabusu olduğundan, bir zamanlar kadınların ve aşçıların favorisiydi ama daha öncede belirttiğim gibi, kanserojen olduğu için uzun süredir yasak. Yerini granit tava ve tencereler aldı.

Biz teflon lakabına gelelim. Bazı kişilere ne leke yapışıyor ne de yanıyor, onlar bir şekilde pisliğin ve pis işlerin tam ortasındalar ama tamamen masum kalıyorlar. Davanın adı Fatih Terim fonu ama Fatih Terim, şahit olarak dahi dava dosyasına dahil değil. Banka, jeoloji mühendisini işe aldığı yetmemiş gibi, iki yıl içinde, 24 (yirmi dört) yaşında şube müdürü yapmış ama kurumsal olarak suçlu değil. O müdürün odasına, ünlü futbolcular para dolu torba ve çantalarla girip, boş çıkıyor, KURUMSAL OLRAK suçlu değil. O müdürü tefecilik yapan İranlı dağa kaçırıp, tehdit edip, videosunu çekiyor ama kurumsal olarak suçlu değil.

Habur'da davul zurma ile teröristleri karşılayanlarda hele, hiç suç yok. Ortaliık ne kadat tam yetkili ve sorumsuzlarla dolu. Bunun bir de sistem sayesinde zenginleşip, sorumsuz olanları var. Onlar utanmadan Atatürklü bayram tebrikleri gönderiyorlar halka. Oysa kendileri bir zamanlar, malum dil olimpiyatlarının sponsoru değiller miydi? Dil olimpiyatları demişken, söz konusu örgütün iş adamlarının olduğu örgütten kaç kişi tutuklu kaldı, sorguluyor muyuz? Peki ya zararına rağmen malum gazeteleri yayınlamakta ısrar edenler kimlerdi? (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/09/nilufer-golenin-korosuradikal-yeni.html) Peki ısrarla o gazeteleri çıkaraknlar kimlerdi? (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/11/aydin-dogan-kimdir.html) (Dinç bilgin için ayrıca bir yazı gerekli)

Bu ülkede genelde bir grup iş adamına yada bazı kişilere hiç bir şey olmuyor. Hatta onlarda bir suç aramak dahi, kimsenin aklına gelmiyor. Birileri tüm bu süreçte daha zengin oluyor,  verdikleri vergiler giderek azalıyor, zekat yaa sosyal yardımlar ise reklam bütçesinden düşük. Vergiyi tabana yaymamalı, tavana yaymalı. 12 mart, 12 eylül, 28 şubat ve her fırsatta zengin olanlar sorgulanmalı. Ülkemizde zenginlerin üzerindeki bu teflon tabakayı kazımanın zamanı geldi, çünkü kanserojen. Medya zenginlerin vergilerini bile sorgulamıyor. Yıllarca kimlere, ne diye paralar yağdırdıkları sorgulanmıyor.

Çünkü onlar sadece iktidar yanlısı değil, muhalif basını da besliyor. Muhalif basına da ilanlar veriyor, sponsor oluyor. Muhalifler de sanıyor ki sadece beşli çete var. Peki seksenlerden beri kamu malını, özelleştirme adına ucuz ucuz alıp, işletmeyip, kapatanlar kimler? Onlar halen zenginleşmeye devam ediyor. Hatta reisin yanında elleri ceplerinde geziyor. Zira reis onları zenginleştirmeye devam ediyor. 

Bir sistemin asıl sahibi, o sistemin zenginleri, zengin olanları ve eskiden beri zenginleşmeye devam edenleridir. Sistemi asıl koruyanlarsa, bu zenginlere bir şey yanmasın, yapışmasın diye teflon kaplamalık yapanlardır.

5 Aralık 2023 Salı

NUTUK'UN İLK SAYFASI (1. bölüm/Samsun'a çıktığım gün umumî vaziyet ve manzara)



 1335 senesi Mayıs’ının on dokuzuncu günü Samsun’a çıktım. Vaziyet ve manzara-i umumiye:

Osmanlı Devleti’nin dahil bulunduğu grup, Harb-i Umumî’de mağlûp olmuş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şerâiti ağır bir mütarekenâme imzalanmış. Büyük harbin uzun seneleri zarfında millet yorgun ve fakir bir halde. Millet ve memleketi Harb-i Umumî’ye sevk edenler kendi hayatları endişesine düşerek memleketten firâr etmişler. Saltanat ve hilâfet mevkiini işgal eden Vahideddin, mütereddi, şahsını ve yalnız tahtını temîn edebileceğini tahayyül ettiği denî tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın riyâsetindeki kabine âciz, haysiyetsiz, cebîn, yalnız pâdişâhın irâdesine tâbi ve onunla beraber şahıslarını vikaye edebilecek herhangi bir vaziyete razı.

Ordunun elinden esliha ve cephanesi alınmış ve alınmakta...

İtilâf Devletleri, mütareke ahkâmına riayete lüzum görmüyorlar. Birer vesile ile İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana vilâyeti, Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap, İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da, İtalyan kıtaat-ı askeriyesi, Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta ecnebi zâbit ve memurları ve hususî adamları faaliyette. Nihayet, mebde-i kelâm kabul ettiğimiz tarihten dört gün evvel, 15 Mayıs 335’te İtilâf Devletleri’nin muvâfakatiyle Yunan ordusu İzmir’e ihraç ediliyor.

Bundan başka, memleketin her tarafında, anâsır-ı Hıristiyaniye hafî, celî, hususî emel ve maksatlarının temîn-i istihsaline, devletin bir an evvel çökmesine sarf-ı mesâi ediyorlar.

Bi’l-âhire elde edilen mevsûk ma’lumât ve vesâik ile teeyyüd etti ki İstanbul Rum Patrikhanesi’nde teşekkül eden Mavri Mira Heyeti (Vesika: 1), vilâyetler dahilinde çeteler teşkil ve idâre etmek, mitingler ve propagandalar yaptırmakla meşgûl. Yunan Salib-i Ahmer’i, Resmî Muhâcirîn Komisyonu, Mavri Mira Heyeti’nin teshîl-i mesâisine hâdim. Mavri Mira Heyeti tarafından idâre olunan Rum mekteplerinin izci teşkilâtları, yirmi yaşını mütecâviz gençler de dahil olmak üzere her yerde ikmâl olunuyor.

Ermeni Patriği Zaven Efendi de Mavri Mira Heyeti’yle hem-fikir olarak çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tamamen Rum hazırlığı gibi ilerliyor.

Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde teşekkül etmiş ve İstanbul’daki merkeze merbût Pontus Cemiyeti sühûletle ve muvaffakiyetle çalışıyor (Ves

3 Aralık 2023 Pazar

KİMİNLE KONUŞABİLİRİM BUGÜN-4 bin yıl önce yazılmış bir şiir (Afşar Timuçin-Düşünce Tarihi kitabından)





 4 bin yıl önce yazılmış bir şiir


Kiminle konuşabilirim bugün?
Arkadaşların içi kötü,
Bugünkü dostlar bilmiyor sevmeyi.
Kiminle konuşabilirim bugün?
Yürekler doymak bilmiyor,
Herkes arkadaşının malını çarpmakta.
Kiminle konuşabilirim bugün?
Aklı başında adamlar öldü gitti,
Vur kır sardı herkesin yüreğini.
Kiminle konuşabilirim bugün?
MeleK yüzlerinin altında şeytanlıklar,
İyilik her yerden kovuldu artık.
Kiminle konuşabilirim bugün?
Yürekler doymak bilmiyor,
Kimse onurduymaz yüreğimden ,
Kiminle konuşabilirim bugün?
Doğru insanlar yok artık,
Yeryüzü kötülük edenlere bırakıldı.
Kiminle konuşabilirim bugün?
Artık dost most kalmadı.
İnsan gidip içini bilmediği birine açmalı...
Kiminle konuşabilirim bugün?
Sarıyor dünyayı günah,
Bir türlü sonu gelmiyor!

Afşar Timuçin - Düşünce Tarihi


2 Aralık 2023 Cumartesi

POPÜLİST SİYASETİN DEVLET MEMURLARINA ZORBALIĞI (SAĞLIKÇILAR VE ÖĞRETMENLER BAŞTA OLMAK ÜZERE)

 


Her zaman devlet hastanesine gidemiyorum arada mecburen özel hastanelere de gidiyorum. Özel hastanelerdeki doktor ve diğer sağlık görevlileri, sanki daha kaba. Uzun zamandır basında görülen çoğu çlümlü sağlık sıkandalı da özel hastanelerde oluyor. Oysa özel hastanelerde çok az kavga ve saldırı oluyor, mesela ben hiç duymadım. Bnenim çocuğum yok. Pek çok arkadaşımın çocuğu ve yeğenlerimden biri özel okullarda okuyor. Özel okullarda not şişirme olayı var ama öyle yat, mezun ol durumu pek yok. Aileler, başarıya göre okul seçiyor. Bu yüzden de sürekli deneme sınavları ve proje yaptırıyor. Oysa özel okullardan da saldırı ve kavga haberi gelmiyor.

Dikkat ettiniz mi, bu nefret hep kamu çalışanlarına yönelik. Sadece fizilsel değil, Ekşisözlük gibi sosyal medya kanallarından da yayılıyor. Ekşicilerin laflarına baksanız hepsi yılda en az iki kere yurt dışına çıkan, yüksek maaşlı beyaz yakalılar. Böyle kişiler her gün on saat nasıl internete bağlı kalıp, yirmi sayfadan daha uzun yazı yazabilir, dikkat edilmesi gereken bu. Bu sitenin kitlesinin kalitesi giderek düşüyor. Bir de bu sitede memurlara özellikle öğretmenlere ve doktorlara karşı nefret söylemi artıyor.

Bu nefret söyleminin asıl kaynağı Ekşisözlül faşan değil ama o da nefreti arttıran bir söylem. Asıl kaynak ise, iktidar oldu diye devlet memurlarını ve devleti kendi malı zanneden popülist iktidar anlayışı. Bu anlayış, iktidar partisi, üyesi yada yandaşı olunca, kendisini devletin sahibi sanıyor. Sadece iktidar yandaşları ile sınırlı değil bu konu. Siyasette, hele ki iktidar yanlısı siyasette kariyer yapan yada yapar gibi olanlar, nüfus ticaretine başlıyor. Ben şu mevkideyim, işinizi halletmeye yardımcı olurum diyor. İnsanlar, bu yakınlarına güvenip, devlet memurlarına zorbalık ediyor. 

Bu zorbalıktan en çok etkilene kesim sağlık ve eğitim personeli. Diğerleri de etkileniyor ama bu iki isim, doğrudan etkilenen isimler. Bunlar halkın doğrudan hizmet beklediği alanlar ama hizmetten çok ayrıcalık beklediği alanlar. Hastanede sıra belkemesin, her şikayetine tahlil yapılsın, okukda çocuğu en öne otursun, yanına sorunlu çocuk oturmasın, bol not alsın vesaire. 

Diğer memurlar da bundan etkileniyor. Mesela nüfus işlemlerinde veya diğer büro işlerinde sıra  beklemesin, trafik yada vergi cezaları görmezden gelinsin de ister. Bütün bu ayrıcalıkları kendisine hak olarak ister. İstediğini alamayınca sinirlenir ve  şiddet uygular.

Bu şiddet sadece orada ve o an olan sözel (tehdit, küfür vs), fiziksel şiddet değildir. Bu ayrıcalıklara ulaşamayanlar, sosyal medyada, Ekşi sözlükte falan o mesleği ve devlet memurlarını yerer, kara çalar. Çünkü sosyal devletin olmadığı toplumlar, kabile toplumlarıdır. Devlet demek, iktidardaki kabiledir ve iktidardaki kabile, devlet çalışanlarını kendisine köle olarak görür. İktidarda olmayan da, iktidar olamamanın acısını yaşar.

Son bir soru:  Bazı doktorlar dayağı hak ediyorlar diyenler, neden bazı askerler-polisler yada esnaf, dayağı hak ediyor falan demiyor?

29 Kasım 2023 Çarşamba

DİNSEL ZORBALIK VE ÇEŞİTLERİ

 




Dinsizlik sosyoloji ile o kadar çok yazı yazdım. (https://onbinkitap.blogspot.com/2021/11/dinsizlik-sosyolojisi.html) Uzun zamandır da aslında dinsel zorbalığa tepkileri yazdığımı anladım. Zorla güzellik olmuyor sayın okurlarım. İnsanlar her zaman zorbalığa tepki verir. Buna psikologlar  kaçma-savaşma davranışı diyorlar. Bu savaşma davranışı, kendisine saldıran yada saldırdığını düşündüğü varlığa, sırf tepki vermek için daha ileri gitmek anlamına da gelebiliyor. Yani din baskısı ile savaşan insanlar, Ateizmi seçebiliyor. 12 Eylül rejiminin getirdiği zorunlu din dersleri, Aleviler arasında dinsizliğin hyayılmasına sebep oldu. (https://onbinkitap.blogspot.com/2018/09/azinlik-suclari-koku-ve-azinlik-ateizmi.html). Bazen kendi inancına daha çok sarılmasına da sebep olabilir. Emin Çölaşan, Turgut Nereden Koşuyor adlı kitabında, Özal'ın, Amerika'da Mormonların propagandası sonrası daha da muhafazakarlaştığını anlatır.

(https://onbinkitap.blogspot.com/2022/07/turgut-nereye-kostu.html) Şimdi bu zorbalığın türlerini, kendi tespit ettiklerim kadarı ile yazayım. (En hafifinden, en şiddetlisine doğru)

Zorbalık çoğu kez insanların yeterince korkup, sinmediyse, pskologların karşı şiddet dediği duruma sebep olur. Ben üniversitedeyken, Ülkücüler, Alevilere, Kürtlere ve genel anlamda herkese zorbalık yapardı.. Polis yada güvenlik, Ülkücülere kadar hoş görülüydü ki, üçüncü  kattan adama ttıklarında bile ceza almak bir yana, polise ifade bile vermezlerdi. Elele gezen çiftler yada gaylar da Ülkücülerin hedefindeydi. O yıllarda üniversiteler, PKK ve DHKP-C'nin eleman alım merkezi gibiydi. Şimdilerde öyle bir şey yok, çünkü onlar yüzünden özellikle taşra üniversiteleri boşalıyor, paralı gençler, özel üniversiteler gidiyordu. Şimdi ise gençliğin böyle şeylerle ilgilendiği yok.

1)Zoraki din eğitimi ve propagandası: Size sorulmadan din anlatmanız, insanlara saldırıdır. Devletin zorunlu din dersleri ve bu derslerin insanların ailelerinden öğrendikleri ile çelişmesi de bu saldırıyı yaralıyıcı yapandır. Bu yüzden de seksenli yıllarda Alevi gençler dinden koptular. Bunu iki binli yıllara Kürtler izledi. Aslında seksenler ve doksanlar gençliği basabayağı sağcı ve dindar yetişmişti. Tüm tarikatlar bu dönemde palazlanmıştı. Son bir yıldır, bir kaç okul değiştirince, garip bir tespitim oldu. Bir okulda din dersi ne kadar çoksa, dinsizlik o kadar çok artıyor. Şimdilerde imam hatipler bile, deist-panteist falan yettiştiriyor.

2)Dini keşfetmeye engel olmak: Öğrenimde çeşitli yaklaşımlar vardır. Sunuş yolu ile, buluş yolu ile, tam öğrenme, araştırma-inceleme, işbirlikçi öğrenme vs. Ülkemiz ve geri kalmış ülkelerin çoğunda en fazla sunuş ve en az buluş yöntemi tercih edilir. Misyonerler, tebliğiciler ve tarikatlar ister ki, dini sadece onlardan öğrenin, kendiniz asıl kaynaklara ulaşmayın. 

(https://onbinkitap.blogspot.com/2019/07/tarikat-nedir-2-neden-tarikatlara-uye.html)

Kuran'ın (tamamının) cumhuriyetin ilanına kadar Türkçe'ye çevrilmemesi tesadüf değildir. İnsanların dini kendileri keşfetsin istenmedi. Bu yüzden de şu anda bile Kuran'ın Türkçesinin okunmasına karşı çıkıyorlar. Kuran'ın Türkçeye çevrilemeyeceğini savunuyorlar. Oysa hadisler çok güzel çeviriliyor. O kadar ki Türkçeye özgü sesteşlik-benzerlik şakaları bile yapılabiliyor. Zaten din adamları nadiren ayet diyor, bol bol hadis diyor. Hadislerin ana kaynağı Kütüb-ü Sitte'yi de o kadar çok okuyan yok. Zaten Türkiye'de dini kitaplar, duvara dizilerek dindarlık göstersin diye alınır, dini kitaplar çok satılsa da, az okunur. Bazen dini kitapların dışı başka, içi başka olabilir. Bı konuda garip bir tecrübem olmuştu. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/08/gazalinin-omuzundan-atilan-tufekler.html) Adam kendi kitabnı piyasaya İmam Gazali'nin ünlü bir kitabı diye atmış, önsözde de yalandan bir açıklama yapmış. Nasıl olsa dini kitaplar okunmuyor diye sallamış. Bu arada meşhur tövbe tutturan Menzil tarikatı, şeyhleri öldükten sonra üçe bölünmüştü, hatırlarsanız. Bu bölünmede her kardeş, kendi vakıflarının, tekkelerinin yanı sıra, kendi yayınevlerini de kurdu. Dini kitaplar aynı zamanda tarikatlara ödeme yapmanın bir yolu. Şu günlerde Saygı Öztürk'ün Menzil kitabını okuyorum. Çok ilgiç şeyler keşfediyorum. Kitap, ilk baskısını 2019'da yapmış, yani baba şeyhin ölümünden çok önce yazılmış. Aslında baba, daha ölmeden üç oğluna, üç tekke bırakmış daha doğrusu kurmuş. İlki Adıyaman'ın meşhur Menzil  (eski adı Durak) köyüne, sonra Sivrihisar'a ve en son Pursaklar'a. Yani burada çok önceden yapılmış bir plan var. Kitabı okurken, iktidarı devirmenin ne kadar zor olduğunu ve muhalefet olarak daha çok yolumuz olduğunu, psikolojimizin sağlam olması gerektiğini de anladım. Bu son cumhurbaşkanlığı seçimini ikinci tura bırakmak bile başarıymış. Tarikata yetmişli yıllardan beri teşvikler verilmiş, özellikle önü açılmış.

Tarikat demişken. Ben de 2004'de Ankara'da Yeni Yüksektepe (2023'de Aktiffelsefe olmuş) derneğinin kurslarına gidiyordum. Her cumartesi derneğin sözüm ona derslerini alıyorduk. Derslerde uzun süre Platon'u konuştuğumuzu ama hiç idealar alemi ve mağara mitosundan bahsetmediğimizi ne hatırlıyorum. Mağara mitosu ve idelardan bahsetmeden Plaron'u anlatmakta ciddi bir beceri işi. Üstelik bu uluslar arası New Akropolis örgütü, dünya çapında Sokrates tarikatı olarak anıldığı halde, Sokrates'ten de pek az bahsetmişlerdi, hatırladığım kadarıyla. Sonra Bagavat Gita, Buda ve benzeri     Hint efsanelerine yöneldi. Üye olmama bir kaç hafta vardı ki (dersler bitince, iki yada üç haftalık üyeliğe hazırlık kursu vardı), eski üyelerden birinin astroloji dersi vermesi ve astrolojik falları gerçek gibi anlatması ile gözlerim açıldı. Dernek açıldığından beri üye olanlar bile ders alanlar vardı ama derneğin asıl yöneticisi olan İspanyolar (Antonyo haca dediklerini hiç görmedim, ilk kuruşduğunda o varmış. Ankara'daki merkez ve Batıkent sorumlusu İzabel hoca dedikleri yetmiş-seksen yaşlarında bir ir kadındı. Her ikisi de İspanyol'du) hariç herkes ders alıyordu . Derneği Ankara'daki diplomatik misyonlar kurmuştu. Ben de dernekten ayrıldım. Bir kaç ay sonra Tempo dergisi konuyu manşetten patlattı. Dünya çapında örgütlü bu tarikat, Satanistlerle bir olup, Papayı bile tehdit etmiş.

Tatikatlar ve diğer din tüccarları sadece onların öğrenmenizi istediklerinizi ister. Sizin kendi gerçekliğinizi öğrenmenizi istemez.

                                          


3) Her yeniliğe direnmek, çıkarları uyuşunda teslim olmak: Doksanlara kadar tarikatlar, televizyon ve radyonun günah olduğunu savunuyordu.Doksanlarda Uzan ailesinin Star 1 (Star)  TV'den ve Kral FM'den başlayarak başarısı, FETÖ'den başlayarak tarikatları, kendii televizyon ve radyolarını kurmalarını sebep oldu. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/08/uzan-ailesinin-ve-genc-partinin-siyasi.html) Şimdilerde bazı sosyal medya (Youtube-Tiktok-İnstagram vs) vaizleri, cemaatlerine takipçilerinin az olduğundan şikayet ediyorlar. Artık hiç bir tarikat, hele de doğrudan prtik faydaları olan yeniliklere karşı çıkmıyor. Öte yandan halen evrim teorisi ile problemliler. Mikro biyolojide evrimi inkar edemiyorlar. Bu karşı çıkılan yenilikler sadece bilim ve teknoloji alanında olanlar değildir. 1929'da mollara, cumhuriyet kurulmasına karşı çıkıp, Pehlevi ailesinin son İran şahlığını kurmasını destekledi. Elli sene sonra, 1979'da da mollalar, İran İslam Cumhuriyetini kurdu. Yani her yenilik, önce dinsel iktidarların faydasına olacak şekle geliyor, sonra dinsel iktidar kabul ediyor. Değilse de kılıfına uyduruyor.Yıllarca faiz haram dediler. Baktılar ki faizssiz olmuyor,  önce faizi, basit muhasebe oyunları ile adını değiştirip, kar payı dediler. İslami bankalar (katılım bankaları) kurdular.


4)Kendini kutsal (ermiş-mehdi) ilan etmek: Bunu din alimleri pek nadiren de olsa kendileri yapar. Son peygamber öleli bin dört yüz küsur yıl olmuştur ama ölü bir peygamber, insanlara yetmemektedir. İnsanlar kendilerine doğrudan dini emir verecek birilerini beklemektedirler. Birileri de bu evliyalardan, ermişlerden para kazanmaktadır. Bu yüzden bunu sizinde kabul etmenizi istemektedirler. Bu kişilerin evliya olmaalrının  sebebi genelde soylarıdır. Peygamberin torunu Hasan'dan ise Şerif, Hüseyin'den ise Seyid'dir. Bazıları da halife Ebubekir yada Ömer'dir. Tarikatın ilk kurucu şeyhi de ne çileler çekmiş, ne kerametler göstermiştir. Oysa şu anki şeyh, lüks içinde yaşayan bir obezdir. Madem soya o kadar önem verilecekti, peygamberin öz torunları neden öldürüldü ve sonrasında şükür namazı kılındı? Üsteilk Sünnilik, Kerbela olayı sonrasında Yezid ve Emevi-Abbasi hanedanlığını desteklemedi mi?

Yıllar önce, daha Fetullah Gülen, Pensilvanya'ya gitmemişti. Genç bir muhabir, sonradan yetmez ama evetçi olacak Liberallerle dolu bir etkinlikte ona soru sormak için, Fetullah bey deyimce kıyamet kopmuştu. Muhabir (galiba kızdı) linç edilmişti Fetullah bey dedi diye. Hocaefendi denilmeliymiş, bey denmesi makamına saygısızlıkmış (ne makammış ama). Her iktidardan düşüş gibi, dini iktidardan düşüş de vardır.

Yetmez amacılar demişken, onlarla ilgili çok yazdım, en azından birini şuraya bırakayım: (https://onbinkitap.blogspot.com/2017/10/doksanli-yillar-7-yetmez-ama-evetcilik.html)

Biz yıllarca zorunlu din derslerinde, günah çıkaran, afaroz eden, endülüjans satan papazları, Papaları kınadık. Başımıza tövbe ipi tutturan gavslar şeyhler çıktı.

5)Din adamı kıyafetleri giymek: Bu da kendini kutsal ilan etmenin bir yoludur. Dikkat ederseniz devlet memuru, cami görevlileri olan imamlar, bunu pek yapmaz (ben hiç görmedim.) Laikliğin uygulanmauan bir maddesi de, ibadethane dışında dini kıyafetle dolaşma yasağıdır. Ortaılkta cübbe, sarıkl ve şalvarlarla dolaşınca, bizim dini bilgimiz sizden fazla demeye getiriyorlar. Bu kıyafetlerin din kıyafetleri olduğu da nereden belli. Cübbe, neredeyse Babil-Sümer zamanından beri din adamı kıyafeti. Sarık ise İran kültürünün bir parçası. Ben, Muhammed'in hayatı boyunca cübbe, sarık ve şalvar giymediğine yemin edebilirim ama ispatlayamam. Hayatı boyunca en kuzey olarak Şam şehrini, en güney olarak da Yemen'i görmüş biri olarak, şalvar giyen birisini de görmediğine eminim. Zira daha çok Anadolu-Balkanlar'da ve köy yaşamına ait bir kıyafettir. Arapların halen bilmediği bir kıyafeti nasıl dinle özdeşletirildiğini de kimse açıklamıyor.

6)Olmadık yerde dindarlık şovları: Yol ortasında namaz kılmak, otoböylesi bir otobüs molalarında otobüsü geciktirme çabaları gibi şovlar, dinsel zorbalıktır. Ezan okunuyor diye herkesi susturma çabası da böylesi bir zorbalıktır. Son on yıldır, reisin mitingleri ile öğrendik ki, ezanlar, tam o saatli maarif takvimlerinde yazılan dakikalarda okunmak zorunda değilmiş. Savaş zamanlarında bile dakikasında okunan ezanlar, reis mitingleri söz konusu olduğunda ertelendi.  Bu tarikatçı takımının içine değil de, biraz içlerine girdiklerinizde, çoğu kez inadetlerinde o kadar da hassas olmadıklarını görürsünüz.

Diğer bir yandan Müslümanlar, namaz ve oruca olan hassasiyetlerini, zekata karşı göstermemektedirler.

https://onbinkitap.blogspot.com/2019/07/dinsizlik-turleri-1-marksizm-ve-zekat.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2020/03/unutulan-ibadet-zekat-musluman-zekatta.html

Benim bu yazıyı yazdığım günlerde Fatih Terim fonu sıkandalı oldu. Daha öncesimnde de yüzsüz fenomenler sıkandalı oldu. Kimse de sormuyor ki, bu kişiler kaç kuruş vergi verdi, kaç kuruş zekat verdi, diye. Ramazanda ben orucum diye terör estirenler, Ramazan bayramı öncesi sadaka ve zekat üzerine niye hassaslaşmıyor. Bizde şeker bayramı denen Ramazan bayramına, Arap ülkelerinde sadaka bayramı deniliyor. Kurban bayramında tüm dini kurumlar post peşind ekoşuyor. Biri de demiyor ki, kurbanların ne kadarını dağıtıyor, ne kadarını derin dondurucuya atıyor diye de sorsanıza. Ayrına Fatih Terim fonuna işletilen absürt faize de kimse bir şey demiyor.

7)Dini yeniden tanımlama ve kimlik baskısı: Buna sen Müslüman değil misin, Müslüman şöyle mi yapar, böyle mi yapar baskısıdır. Bir de Aleviler namaz kılmalıdır baskısı vardır eskiden. (Halen de var, ara da bir hortluyorlar.) Biz hiç Sünniler şöyle olmalıdır, Şafiler böyle olmalıdır diyor muyuz? Müslümanlıksa Müslümanlık, dinsizlikse dinsizlik, size ne? Dini sizin istediğiniz gibi yaşamak zorunda mıyız? Her yılbaşı, tüm insanlığın yeni yıl heyecanına, yılbaşının ve Noel'in farklı şeyler olduğunu bile bile, Müslüman Nel kutlamaz diye insanları rahatsız etmek neden? Böyle boş tiplere dert anlatmaktansa, dinsiz olmak daha iyi.

Bu tanımlamanın bir etkisi de türbanlı kızlar üzerinde oldu. Pek çok muhafazakar, doksanların türbanlılarını özlemekte.  Onlar makyaj yapmaz, oje sürmez, uzun bir pardesü giyer, erkek arkadaş edinmez, daima erkeklere karşı çatık kaşlı olurlardı. Öyle türbanlılar mazide kaldı. (https://onbinkitap.blogspot.com/2021/12/dinzsizlik-turleri-15-pardesu-ve-diger.html)

8)Din diye erkek egemenliği savunmak:  Bu daha önce de yazdığım bir konu (https://onbinkitap.blogspot.com/2019/09/dinsizlik-turleri-4-feminist-dinsizlik.html). Din adamları için erkeklik her şeyden önemlidir. Her türlü dini yorumu, erkekten yana yaparlar. Kuranın tamamında  ve sahih hadislerin çoğunda tecavüzün tanımı yoktur. Bu yüzden Müslüman ülkelerin çoğunda tecavüz, pratik olarak bir suç değildir. Mahkemeler zina suçu davası açar, recm cezası verilir. Erken beline, kadın göğsüne kadar gömülür. Böylece erkek kaçar, kadın ölür. Ayırca pek çok İslam ülkesinde, özellike Pakistan ve Afganistan'da, kadınların tek başına dolaşmasına, erkeklerden bağımsız bir hayat kurmasına engel olmak için din adamları taaruz dedikleri bu toplu tecavüzleri teşvik ediyor. Buna taaruz (  Arapça telaffuzu )diyorlar. İlk defa El Ezher müderrisleri tarafından icat edilmiş ama mücahitler tarafından Afganistan ve Pakistan'da yaygınlaşmış. Hatta bu toplu tecavüzlere artık çocuklar da dahil. Zira aktif homoseksüellik, homoseksüellik sayılmıyor. Erkeğin cinsel organı çalıştığı için, erkekliğin bir parçası sayılıyor. (https://onbinkitap.blogspot.com/2019/09/dinsizlik-turleri-5-homoseksuel.html) İstanbul sözleşmesinden çıkılması ve kadının beyanı esastırın yerini, delili esastırın alma sebei de bu konuda diğer İslam ülkelerine uyma çabasından olabilir.

9)Din adına fakirleşmetirmek ve bunu yaparken zenginleşmek: Din adamları genelde fakirlik ve çile övgüsü yapar. İlginçtir, Buda çok yemekten gut hastası olarak öldüğü, sırf bu yüzden Buda heykellerinde Buda'nın şişman ve gülerek ebtimlerindiği Budizm'de bile, Budist din adamlarının yarı aç yaşadığı manastırlar vardır. Din adamları, ilk çağlardan beri fakirliği över ve genel anlamda da onlardan geçinirler. Peygamberler ve evliyalar ne yoksulluklar, ne açlıklar, ne çileler çekmiştir, anlata anlata bitiremezler. Oysa tarikat şeyhleri yada din adamları, hem lüks içinde yaşar, hem zenginlerle ahbap olur, çocuklarını onlarla evlendirir, hem de devasa zenginliklerinin bırakın zekatını, vergisini bile doğru dürüst vermez. Vakıflarına yardım alırken, herkesten yardım alırlar ama kendilerinden olmayanlar acından ölse aldırmazlar. Afrika'da bir yerlerde su kuyusu açar, arka sokağında donarak ölen Afrikalı göçmen-kaçak işçiden haberi yoktur. O tarikatın fi tarihindeki büyüğünün fakirliğini iddia ederler ama tarikatın eski eserleri arasında devasa bir saray vardır.

10)Dinsel Akbudunlar ve Arap-Sami-BeyazAvrupalı vs ırksal üstünlüğü: İslamda ırkçılık yoktur kelimesi, sizi Müslüman edene kadar söylenecek bir yalandır. Araplar, kavm-i Necip, yani üstün kavimdir İslama göre. Yahudiler'de Yakup'un soyundan geldiğinden, başka bir Sami ırkı olarak, onlarla kuzendirler. İbadette Arapçayı zorlamanın amacı da budur. Bu gün dünya Müslümanlarının tahminen beşte biri Arap yada Arapça konuşan uluslar da olsa (Körfez Arapları onlara eksik Arap derler), her Arap Kureyş soyundan olduğunu söyler. Oysa bu soy, sadece Kerbela'da değil, Kerbela'dan çok sonra da birbirinin kanını döktü. Türkiye'de tarikatların şeyhleri de bir şekilde kendilerini Kureyş soyuna bağlama eğilimindedirler. Avrupalılar da, misyonerlerle Hristiyan yaptıkları toplumları din kardeşi olarak görmezler.

11)Din savaşları, yapmalar ve katliamlar: Bunu uzun uzadıya anlatmanın anlamı yok. İlk çağlarda, çok tanrılı dinlerde krallar genelde tanrıların soyundan geldiği için din savaşları olmazdı. Daha sonra kralların tanrı soyundan gelme iddiaları savunulmaz olunca,  yağma ve fetih için dini kullandı. Osmanlı, Balkanları Müslüman etmekte isteksiz kaldı. Hatta Kanuni, şeyhülislam'ı Ebu Suud efendi ile beraber Millet sistemini getirerek, kitlesel Müslümanlaşmanın önüne geçmiş, işine gelen elemanı devşirmiştir. Fatih, Arnavutların ve Boşnakların Müslümanlığını, Yeniçerilere devşirme şartı ile kabul etmiştir. Osmanlı, Hristiyanlardan da, Tanzimat'a kadar yüksek cizye vergisi almıştır. Avrupalılar da, köleleştirme ve kolay yönetme amacı ile pek çok sömürgesinde halkları Hristiyanlaştırmamıştır. Sömürgecilik tarihine bakıldığında genelde İspanyol ve Portekizlilerin, o da ilk fetih yıllarında halkı Hristiyan etme çabasına girdiğini, diğer milletlerin, hele de İngiliz ve Hollandalıların ise özellikle Hristiyanlaşmaya engel olduğunu görürüz. Yani din adına savaşlar, kıyımlar ve katliamlar sadece yağma bahanesidir.

19 Kasım 2023 Pazar

ARABESK ANI ROMANI VE FİLİSTİN MESELESİ

 

B

Blogumun okurlarına gözden kaçmış,  1991'de basılömış, benim 1994'de okuduğum birkitaptan bahsederek, Arap-İsrail-Türk sorunuu üzerine fikirlerimi yazacağım. Kitabı okuyalı bayağı bir zaman olmuştu. İnterneti biraz araştırdım ve kitabı benden önce değerlendirenlerin yazılarını okudum. Ekşi'de başlık bile açılmıştı.
Prenses Misbah, hem peygamber soyundan geliyor, hem de bir İngiliz. Babası, Mekke şerifi Hüseyin'in kardeşi Ali Haydar. Kitabı da 1930'larda yazamış. Babası, amcası isyan etmesin diye İstanbul'da tutuluyor ama amca bunu pek umursamıyor. Aile, bütün bu süreçte Çamlıca'da lüks konakta, Osmanlı devlet hazinesinden lüks yaşıyor. Gene de Osmanlıları ve Türkleri hor görüyorlar. Bir Osmanlı prensesi, Şerif ailesine gelin gidecek, Şerif ailesi ayak sürüyor. Misbah'ın İngiliz annesi araya giriyor, bol tantanalı bir nişan ve nikah düğün yapılıyor. Misbah'ın ailesi de, bunun karşılığında bol bol hediye mücevher alıyor. Aile, Osmanlı gelinini aşağılıyor. Araplar da bir birlerini aşağılıyor. Lüks konak demişken, günde en az bir koyun kesililip, yeniliyor, her gün misafir, saray erkanı, İttihat ve Terakki üyeleri, büyük elçiler falan, hep misafir. 
Misbah'ın annesi bir İngiliz ajanı, kızını da bir ajan olarak yetiştiriyor. Misbah, iki de bir Arap-İngiliz dostluğundan, Balfour deklerasyonunun önemsiz olmasından bahsediyor. İsrail kurulmayacak, müsterih olun diyor. Daha 1930'lu yıllar, kendisi bir çeşit yetmez ama evetçi. Annesi, kızını da ajan olarak yetiştirmiş. Şerif ailesine ilk gelen gelin olmadığı belli. Bu evlilik aslında şeyhi kontrol etmenin de bir yolu. Kendisi MİT müsteşarlığından gelme yeni Dışişleri bakanımız, bakanlık personelinin beşte birinin (%20) yabancılarla evli olduğunu öğrenince, küçük çaplı bir şok geçirmiş. Cumhuriyetin ilk yıllarında devlet memurlarının yabancılarla evlenmesi yasaktı. Hatta Muzaffer Şerif'in memurluktan ve vatandaşlıktan çıkarılmasının sebebi de, Amerikalı bir kadınla evlenmesiydi. (https://onbinkitap.blogspot.com/2022/08/muzaffer-serifin-efsanesi-ve-gercekler.html) 
İngilizler, daha 1. Dünya savaşından çok önce, bölgeye bolca casus yerleştirmişti. Pek çoğunun adını kamuoyu bilmiyor. Zaten en iyi casuslar, adını hiç bilmediğimiz casuslardır. Çoğunlukla o ülkenin yerli halkından devşirilirler. Onları devşirenler de, casusluk yaptıkları ülkelerde yıllarca kalır. Çümkü insanları ikna etmek, insanlardan bilgi almak, insanları devşirmek, zaman alan iştir. Arap isyanları sadce Lawrecne ve Getruthe Bell'in işi değildir. Ben çok eski bir belgeselde William Shakespare adında, Rönesans oyun yazarı ve şairiyle adaş,  20. yüzyılın başında Mekke'de araba acentesi, sonradan Müslüman olmuş gibi görünen bir İngiliz'in hikayesini izlemiştim. Mekke Şerifi Hüseyin, yani Misbah'ın amcası, sadece Hcaz emiri olmakla yetinmeyip, Toroslardan, Hint Okyanusuna, büyük Arap krallığını isteyince, onu devreden çıkarıp, yerine Suudi krallığını kuruyordu. Bu casusla ilgili internette bir şey bulamıyorsunuz, çünkü tüm arama motorları adaşı tiyatro oyunu yazarı ve şairi ile karıştırıyor. (ben de yanlış hatırlıyor olabilirim) Onun yerine oğluna devlet olsun diye Ürdün krallığı kuruyorlar. Yani aslında ortalık casus kaynıyor. Arabesk kitabına dönecek olursak, Arap emirleri, hem en İngilizci benim diye yarışıyorlar, hem de birbirlerini İngilizci diye Osmanlı sarayına gammazlıyorlar. (Bir de dikkat edin, Ürdün krallarının eşleri İngiliz yada Amerikalı)
1917'de ise aslında her şey hazır. Bu yüzden 1914'den, 1917'e, Kut-ul Amare hariç (o da bir çeşit keşif salıdırsıdır) beklemede kalıyorlar. Osmanlı üç kere Süveş kanalına saldırıyor, sadece bir kaç küçük gemi batırıyor. (Buraları Şevket Süreya Aydemir'in Enver Paşa kitabından yazıyorum) Kut'da ise büyük kayıp veriyor. Kut'daki birliğin subayları İngiliz, erlerin çoğu Hint'li, hatta Müslüman ve Pencaplı. (O zaman Hindistan-Pakistan ayrımı yok) Misbah'ın annesi, kızı aracılığı ile (Misbah, o zamanlar küçük de olsa, aklı eriyor) İngiliz esirlere para, çay ve verevbileceği bazı ufak şeylerden oluşan bir hediye paketi iletiyor.
Kitapta Osmanlı harem ve aile hayatı da göz önüne seriliyor. Öyle sanıldığı gibi kaç-göç yok. Konuşmak, tanışmak isteyenlere her yol açık. Yani son dönem Osmanlı roman yazarları doğru anlatıyormuş İstanbul'u. Misafirlerle salonda beraber oturuyorlar. Şerifin oğlu ile padişah kızının nikahı öncesi bir koltuk töreni olayı var. Bir çeşit kına töreni ama saray usulü ve kınasız. Evlenecek kız ve oğlan ilk defa bir araya gelip, koltukta yan yana oturuyorlar, sözüm ona başbaşa. Oysa tüm kız ve erkek tarafı, olayı seyrediyor. Törenin sonunda çiftin başlarına, o gün için özel tasarlanan ve basılan paralar saçılıyor.
İnternette kitabı okuyanların aklında bir de Osmanlı hanedanı ile Büyük Ada veya Heybeli Ada'da yapılmış piknik sahnesi var. Saraydan getirilen koltuk-masa ve sandalyeler, matbaada basılmış menülerle yapılan fantastik piknikte yetişkinler şarap-rakı, çocuklar ve kadınlar bira içiyor ve Osmanlı birayı içkiden saymıyor. O günlerde Balkan savaşı yenilgisi sebebi ile İstanbul sokakları, camileri, muhacirlerle dolu ama ne Osmanlı, ne de Şerif ailesi lükslerinden feragat etmiyor. Şerifin kızları İngilzce, Fransızca, piyano çalmayı biliyorlar ama Arapça bilmiyorlar. Arapça'yı Beyrut'ta, hizmetçilerden öğreniyorlar. Babaları, kızlarının mutfak Arapçassı dediği Suriye-Lübnan Arapçasını öğrenmelerinden hoşnut değil. Çünkü ona göre has Arapça, Hicaz Arapçası. Kitaptan, Araplar arasında, İslam öncesi akbudun-karabudun gibi sınıf ayrımı olduğunu da öğreniyoruz.
Hikaye Beyrut'ta bitiyor ama biz İstanbul'u biraz daha anlatalım. İstanbıl'da zaman değişiyor, iktidar da değişiyor. İttihatçılar iktidara gelse de Şerif'in ailesi için pek değişen bir şey olmuyor. İttihatılar da, peygamber soyuna saygısızlık etmek istemiyor. Sadece Ali Haydar, İngilizciliğini biraz gizler gibi yapıyor. Pek çok törene dacetliler. Bunlardan en önemlisi padişah 5. Mehmet'in (Mehmet Reşat)'ın tahta çıkışı. Tören sırasında yeni padişahın kılıcının kemeri çözülüyor, Ali Haydar eliyle tutuyor. Yeni padişahta bunu uğur sayıp, hayatı boyunca devletin sağ kalacağına alamet olarak yorumluyor. Kendisi 1918'de, Mondoros'a haftalar kalmışken vefat ediyor. Aynı uğurdan son olacağını bilmeyen 6. Mehmet Vahdettin'de istediğinden, Ali Haydar'ı özellikle törene çağırıyor. (Ne yazık ki aynı uğur bu sefer tutmuyor.) 
Aile, son anda bile hanedan ailesiyle iç içe. Vahdettin'in bir ambulans içinde İngiliz gemisine binmesinden, en nihayetinde yurt dışına sürgününe kadar göçlerine de şahit oluyor. Tüm hanedan üyeleri göç etse de Siyahi ve Çerkez hizmetçiler ile hadım ağalarının (onlar da genelde siyahidir) bir kısmı, ölünceye kadar sarayda kalıyor. Çünkü bazıları doğumlarından itibaren sadece sarayda yaşamış, saraydan biraz uzaklaşsalar panik atak ve ankisiye yaşıyorlar.
Cumhuriyet dönemine 1926'a kadar katlanıyorlar. Sonra baba Beyrut'ta bir köşk kiralıyor ama İstanbul'daki şaşa yok. Burada şeyhin adamlarından biri, Dürzi bir kızın bakireliğini alıyor. Misbah'ın yazdıklarına göre evlenerek yada din değiştirerek Dürzi olamıyorsunuz, katı kuralları var, her Orta Doğu toplumu gibi onlarda da bakirelik önemli. İngiliz yengeye ulaşıp, ağlayıpi yalvarıp, hatta bir de kafalarını ceviz gibi tokuştutup, ikna ediyorlar ve kızın hayatı kurtuluyor. Anılar da burada bitiyor.
Kitabın sıkıcı yanı, ikide bir İngiliz-Arap dostluğundan, Balfour deklerasyonunun önemsizliğinden bahsedip durması.Kitabı da ona İngilizler yazdırmış belli ki Arapları sakinleştirmek için. 
Kitap boyunca İngiliz ve Fransızların, savaştan çok önce Arap elitlerini ele geçirdiklerini öğreniyoruz. Zaten İsrail'in bu kadar kurulmasının başka bir açıklaması var mı? Hele 1967'nin Haziranında altı günde (4-10 Haziran 1967) Arapların, kendilerinin yüzde biri kadar olan İsrail'e, hem de bir hafta bitmeden yenilmeleri nasıl mümkün olabilirdi? Ürdün, daha ikinci gün, Batı Şeria ve Kudüs'ü terk ederek, barış istedi. Araplar buna Nakba, yani felaket dedi. Öylesine rezil bir yenilgiydi ki, 1973'de Mısır'ın, Yom Kippur savaşı ile, İsrail'in yüz ölçümünün %70'i olan Sina yarım adasını geri alması da zafer olarak görülmedi. (Olay aslında yıllardır kapalı olan Süveyş kanalının güvenliğiydi) İsrail'i, onca toprağı terk etmeye zorlayan şey, Arap ülkelerinin büyük petrol ambargosu ile dünyayı bir ekonomik krize sürüklemesiydi. Ani artan petrol fiyatları ile beraber, Ural Dağları, Alaska, Sibirya, Sahra Altı Afrika gibi bölgelerde de petrol çıkarılmaya başlandı.
İsrail'in kuruluş felsefesi-mantığındaki sakatlığı göstermek için kıyas yapalım. Mesela Aleviler de çok hor görülmüş, katliamlara uğramıştır. Öyleyse Hacı Bektaş civarında özerk Alevi bölgesi yapalım, bölgedeki Sünni hakı kovalım, topraklarını satın alalım, Almaya dahil pek çok yerdeki Alevileri buraya yerleştirelim. Maraş-Çorum-Sivas yada Malatya halkının suçunu Nevşehir-Kırşehir halkına ödetme anlamsızlığı bir yana, başka yörelerde hali-keyfi yerinde Alevileri neden İç Anadoluya göç ettireceğimiz de başka bir anlamsızlık. Ya da daha iyisi dünyadaki Romanları toplayıp, ana yurtları olan Pakistan'ın Pencap bölgesine yerleştirelim. Hatta Yeniş (Alman-Fransız), Abdal (Türk), Poşe, Mıtrıp (Kürt) gibi Roman kökenli olmayan ama Çingene sayılan toplulukları da buna dahil edelim. İsrail kurulurken, Falaşalar gibi İbrani-İsrail kökenli olmayan binlerce kişi, İsrail'e yerleşti. Hatta 1990'dan sonra İsrail'e yerleşen eski Sovyet göçmenlerinin üçte biri Yahudi değil. Sadece Rusya yada Ukrayna'da yaşamak istemeyenler. (EK olarak: Abdallar yaşaym tarzları yüzünden Anadoluda Çingene olarak sıfatlandırılsalar da, belki de genetik olarak en Orta Asya-Sibiryalı halktır. Haniya Atsız, demişti ya madem ırkçılık yalan, Çingene ile ne kadar zengin olsa da evlenir misiniz? Abdallar, Atsız'ın bu tezinin yalan olduğunun da ispatı)
Böyle bir devleti, Pakistan-Hindistan arasına kursanız (tabi kurabilirseniz), Hintliler ve Pakiler bir olur, bu devleti yıkar. Kuzey ve Güney Kore veya Azerbaycan-Ermenistan arasına da kuramazsınız. Tüm dünyada en azılı düşmanlar bile, ortak düşmana karşı birleşir; Araplar hariç. Hani o fıkrayı bilirsiniz. Cehennemde her milletin kazanının başında bir zebani varmış, sadece Türkerin kazanında zebani yokmuş. Aslında o millet, Arap milleti. Eğer İngilizler olmasaydı, Osmanlıya karşı da birleşemezlerdi. Arapları önce Selçuklu, sonra Osmanlı, biraz çağrı, biraz da zorla birleştirdi. Abbasi Halifesi, Şii Büyehoğulları ve gene Şii Fatimilere karşı Selçukluyu kendisi çağırdı. Cezayir ve Libyalılar da, İspanyol işgaline karşı Türkleri kendi çağırmıştır. Araplar, Sasani ve Doğu Roma (Bizans)'nın Justinyen vebası ile zayıfladığı zamanlarda devasa fetihler yapmış ama 732 Puvatya savaşında Karolenj iöparatorluğuna yenildikten sonra fetihleri durmuş, bu savaştan sonra da, Türk-Kürt ve Çerkez köle askerler olmadan, sadece Araplardan oluşan bir ordu ile Hristiyanlara karşı zafer kazanamamışlardır. (Eyyubiler Kürt, Memlüklerin son dönemi Çerkezdir. Hatta Mercidabık savaşı da, Çerkezce mertçe savaşma nidasından gelmektedir.)
Son Gazze olayında da hadi İsrail, askeri gücüne gücenip, Gazze'nin bir kaç yüz metre ilerisinde müzik festivali yaptı, Hamas neye güvenip, üstelik de tamamen antipatik şekilde sivillere ve turistlere saldırdı? Şu anda Hamas'ın en büyük destekçileri Şii örgütü olan Lübnan Hizbullah'ı (Allah'ın partisi anlamına gelen Hizbullah adı, her ülkede var. Lübnan'da ise Şiilerin örgütü) , Yemen'deki Şii Husiler ile Şii İran devleti (Anayasada Şii şeriatı ile yönetilir yazıyor). Oysa Gazzeliler Sünni ve Hamas'da Sünni bir örgüt. Bin küsur yıllı mezhep ayrımcılığında sonun başı gibi görünüyorsa da, ertesi gün her şey değişebilir.Hamas'ın terk Sünni destekçisi Türkiye diyeceğim ama Türkiye'den de her gün en az yedi gemi İsrail'e gidiyor. Türkiye vermese İsrail, tanklarının çeliğini ve uçaklarının benzinini bulamaz. Boykotlara gelince, bir parlayıp, bir sönüyor. Boykotların büyük zincirlere etki etmez çünkü hepsinin pek çok yatırımda payı var. Boykot niyetine tercih ettiklerinizle de bu kartellere para kazandırırsınız. Filistine meselesine dair bu tavır, iç politikada Müslüman kimliğini vurgualaya yöneliktir. Yoksa İsrail'e sinek ısırığı kadar bile zaraı yoktur. Hatta uluslar arası politikada propaganda malzemesi olduğundan, yararı bile vardır.
Aslında Siyonizm, batılı devletlerin orta doğu dedikleri alanı, orta doğulu olmayan bir unsurca yönetmek için çıkardıkları bir icat. Araplarında üst sınıfları, yani ak budunları da İsrail'in varlığını onaylıyor. Buna İşid ve ebnzeri örgütler dahil. İşid, Suriye-Irak civarında etkin olduğu süre boyunca İsrail'e, Yahudilere, Amerikan askerlerine tek kurşun, hatta taş bile atmadı. Sünni Arap olmayan topluluklar ve Türk askerlerine saldırdı, iki Türk askerini diri diri yaktı. Türkiye'deki radikal İslamcı örgütlerden hiç biri Filistin'de savaşmadığı gibi doğrudan İsrail hedeflerine (İsrail vatandaşlarına yada doğrudan İsrail devlet kurumlarına) saldırmadı. Sorun, Arap milletine karşı aşırı yüceltici dini bakış açımız. Diğeri de Arap toplumundaki tabakalaşmanın siyasete etkisini anlamamız.
Umarım bu kitabın yeni baskısı yapılır. Diğer türlü de sahaflarda bulabilirsiniz. Arap toplumunu anlamak için Nobel ödüllü Mısırlı yazar  Necip Mahfuz'u önerebilirim. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/09/necip-mahfuz-dilenci-disutopyanin-hasi.html).Neval el Saadavi'yi de Arapların kadınlara bakışını anlamanız için öneririrm.


14 Kasım 2023 Salı

MUHALEFETİN, REİS PUTUNA RAKİP ÇIKAMAMASI

 


Pek çok kişi, halkın yaşadığı medya manipülasyonundan ve bu manipülasyonun bir kısım insan için etkilerinden  habersiz. Karşımızda bir sürü şaman-rahip tarafından övülen reis putu var ve biz ona karşı yeni bir lider çıkardığımızda, önce kendimiz gömüyoruz.Solda muhalefete muhalefet çok yaygın. Eskinden kimse birbirini yeterince çok solcu (Marksist-Leninist) bulmadı, şimdi Kemalist-Atatürkçü bulmuyor. (https://onbinkitap.blogspot.com/2019/08/sahte-muhalefet-muhalefete-muhalefet.html)

Yıllar önce, Mesnevi'den bir sözden etkilenip, Put ve Şaman diye bir kitapçık yazdım ama bastıramadım. Sadece Bakara diye bir romanınm vardı, onu bastırdım. (https://onbinkitap.blogspot.com/2018/07/bakara-tantm.html)  Bu Şaman ve put ilişkisi de, Mesnevi'de bir yerde Mevlana, hiç bir şaman, putunu senin kadar güzel süsleyemez diyordu. Ben de etrafımızdaki putlar ve şamanları üzerine bir şeyler yazmıştım. Bilgisayarımın harddiskinde duruyor. Belki bir gün bloga falan eklerim. Her türlü heykele, resme put diyen,  saygı gösterilerine putperestlik diyen dinler, büyüklü-küçüklü pek çok put yaratmış ve onların (Mevlana'nın deyimiyle) şamanlığını yapmaktadır. Kuran'da, Muhammed'den sonra kimin geçeceğine dair en fuak işaret yoktur. Kendisi de buna dair en ufak imada bulunmamış, sadece hasta olduğunda, Ebu Bekir'in arkasında namaz kılmış ama son ana kadar da, damadı Ali dahil kimseyi kendisine vekil atamamıştır. Yani kendisinden sonra bir evliya, ermiş, gavs gelmesini, son peygzmberin kabul etmesi mümkün değildir.

Diğer yandan hiç bir Kemalistin, Atatürk'ün sevdiği şarkıları dinleyen inekler daha çok süt veriyor dediğini yada Ataürk'ün dokunduğu eşyalardan şifa aradığını falan duymadım. Daha ilginci, Atatürk'ün akrabaları (amca-dayı-teyze-hala veya daha uzaktan akrabalarının çocukarı) falan Türkiye'de yaşamaktadır. En ünlüleri şari Süreyya Berfe (soy adını Cemal Süreyya'nın önerisi ile değiştirmiştir) ve yazar Gündüz Vasaf (12 Eylül'de vatandaşlıktan çıkarıldığında, çocuğuna kimlik çıkartmak için akrabalığını kullandığını kendisi yazar)'dır. Onun soyundan geldiği için politikada pirim yapmaya kasan da olmamıştır. Onun soyundan gelen dolar milyarderi de yok.

Ona benzerliğinden (fiziksel benzerliğinden) aydalana şerefsizler var. Son günlerde Tiktok'tan yayın açıp, bağış toplayanların da kara para aklayanlar olduğunu düşünüyorum.  

Öte yandan şeylerin-gavsların ipi tutuluyor ve böylece tövbeler kabul olunuyor. Bu ipi tutmakta bedava değil. Belli bir miktar para verip, gavsın inşaatında-tarlasında çalışıyorsunuz. Gavs ölünce üç oğlu gavslığı paylaşamayıp, ayrı ayrı kendi tekkesini açıyor. Peygamberin öz torunları, iktidar çekişmesi yüzünden katledilip, sonrasında şükür namazı kılınmışken, gavslar-şeyhler bir bahane ile kendi soylarını kutsuyorlar. (https://onbinkitap.blogspot.com/2019/02/fuzuli-hakikatul-saada-ilhan-arsel.html) 

Bu kutsama, bazen siyasi figürlere de yansıyor. Siyasal İslamcılar, Rastafari mezhebi üyelerinin, Habeşistan kralı Haile Selassie'ye kutsallık yüklemeleri gibi, Osmanlı'nın son padişahı 2. Abdülhamit'de bir kutsallık yüklemişler. Gariptir ki her ikisi de bir darbe sonrası devrildi. İslamcıların Abdülhamid'i, Alevilerin Ali'si gibi gerçekle alakası olmayan, hayal ürünü kişilerdir. Abdülhamit padişahlığında, iki Türkiye yüz ölçümünden daha fazla toprak kaybetmiştir Osmanlı. 93 harbi denen 1877-78 Osmanlı Rus savaşı ile Balkan savaşları hariç tutulsa bile, Kıbrıs, Tunus, 1897 zaferine rağmen (Osmanlı askeri bir kaç ayda Atina önlerine gelmişti) kaybedilen Taselya ve Yunan kıralının oğlu Osmanlı valisi yapılarak, fiilen Yunanistan'a verilen Girit'de kayebilen topraklar arasındadır. (Buna 93 harbi ve Balkan yenilgisi topraklarını ayrıca ekleyebilirsiniz.) O dönemde Osmanlı devleti, batılı devletlerin elinde kuklaydı. Elçiler, padişahla çoğu kez katipleri yolu ile muhattap oluyorlardı. Osmanlı bankasını soyan Ermeni çete, İngiliz elçsinin himayesinde gemiye binip, ülkeyi terk etmişti.Abdülhamid döneminde Osmanlı, banka soyan ayrılıkçı teröristleri himaye eden İngiliz büyük elçisine protesto çekmekten bile acizdi. (Dizide muhtemelen bu gösterilmedi.) Bu günkü Abdülhamid imajını, daha doğrusu putunu, Necip Fazıl Kısakürek ve sağcılar, kırklı yıllardan itibaren yarattılar. Alevilerin Ali'si de, gerçek peygamber damadı ve amca oğlu Ali'den farklı bir kişiliktir. Dönemden kalan yazılı belgelere göre kısa boylu ve kel kafalıydı. Cem evlerinde resmi bulunan yakışıklı Arap, Halife Ali değil, başka biri.

Antik çağda da krallar, bazen yaşarken, bazen de öldükten sonra tanrı ilan edilir, haklarında hurafeler, mucizeler uydurulurdu. Sümer aristokratları kendilerine gökten inenler derdi. Amaçları garibanların gözünü korkutmaktı. Onların bu sözleri, 20. yüz yılın UFO tarikatlarının sözde delili olmuştu. İslam öncesi Türkler de, Akbudun-Karabudun diye ikiye ayrılmıştı ve karabudunların siyasete karışma hakkı yoktu. Yazının yaygınlaşması ile insanların soy takibi kolaylaştı. Bu sefer de Zerdüş (ya da Zararthastarabuda) 'den başlayarak, tanrıdan (yada tandrılardan) mesaj aldığını söyleyenler çıktı. Bu peygamberler, kendilerinin son olduğunu söylüyorlardı. Kendilerinin gelişiyle, evren yeni bir döneme girmişti. Kendilerinin sözleri, tanrı sözüydü.

Ama yüzlerce, binlerce yıl önce ölmüş bir peygamber, tanrı elçisi, insanları yönlendirmeye yetmiyordu. Bu yüzden de ermişlik-evliyalık kurumunu-putunu çıkardılar. Kendilerini gayb alemine gittiklerini, insan üstü işler yaptıklarını iddia ettiler. Bazıları bunu kendileri iddia etti. Örneğin hadis derleyicisi Buhari, Bağdat'da bir sürü hadisten sınav olur, Hadiler karıştırılır ve rahiv senedi kimlerdendir  veya ona benzer sorular sorulur. İnsan üstü, abartılı bir sürede, yemeden, içmeden, tuvalete gitmeden, namaz bile kılmadan yapılan sınavdan başarı ile çıkmıştır. Benzer bir sınava da İstanbul'da Said-i Nursi girmiştir. Her ikisinin de tek şahidi kendisidir. Tek kaynak, kendi kitaplarıdır. Said-i Nursi, İstanbul günlerinde, Abdülhamid'in emriyle akıl hastanesine kapatılmıştır. Yani ne Abdülhamid, ne de Nursi, sandıkları kişi değildirler.

Diğer yandan bu putlaştırma, politikacılar için de yapılmaktadır. Politikacılar, çok fazla yüceltilmekte, (Abdülhamid örneğinde olduğu gibi) zamanında sevmeyenler de, öldükten sonra yüceltmektedir. Alparslan Türkeş, neden Türk milliyetçiliğinin başbuğudur? Ne gibi bir başarıyla bu ünvanı almıştır? Bir politikacı olarak en fazla, o da 1995 seç,mlerine tek başına girerek, %8,18'dir. Bir albay olarak en önemli işi, 27 Mayıs darbesine katılmak, sonra da kendisini başbakanlık müşaviri yapmaktır. 1944 yılında ise, bir Nazi işbirlikçisi olarak Nihal Atsız'ın yandaşlarından biridir. Nazilerin artık yenilmesinin kesin olduğu, Türkiye'ye saldırmak bir yana herhangi bir yaptırım da yapamayacağı anlaşılınca, bu topluluk dersdest edilmiştir. Muhsin Yazıcıoğlu ise, %1'i ancak öldükten sonra geçmiştir. Her ikisinin de tek başarıları, sağı sokakta temsil edip, 12 Eylüle giden yolu açmaları ve Alevileri toplum dışına itilmeleri oldu.

https://onbinkitap.blogspot.com/2020/06/turkes-ve-muhsin-kotulugun-yuceligi.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/07/turk-milliyetciliginin-acinasi-hali.html

Yazıcıoğlu'nun oğlu, babasının ölümü ile ilgili olarak Kılçdaroğlu'ndan yardım alsa da, Türkeş'in çocukları MHP hariç başka partilerden siyaset yapsa bile, yüce kişilik, yani put olarak kalacaklardır. Putperestler gerçek tarihe, yazılı belgelere değil, mitolojilere inanırlar. Sürekli övülür ve yüceltilirler. Bu yüzden propaganda çok önemlidir. Sadece  seçim zamanı değil, sürekli bir iştir bu. (Bu şahsa Reis dememe pek çok kişi kızacak. Ben hem hukuksal sorun çıkmasın, hem de adını ve ünvanını pek anmak istemediğim için böyle diyeceğim.) Geçenlerde sıradan bir haber izliyorum, politik olmayan. İki ayrı alt yazı geçiyor, biri sağa doğru kayıyor, diğeri sola doğru. Her ikisi de Reis'in açıklamaları.Sıradan bir yandaş gazetenin manşeti, reisin bir boy fotosu (genelde de aynı foto) ve caklı cekli bir cümle. (bitecek,düşecek vs) Bir kere, resmi bir yemekte, çorbaya ekmeğini banmıştı. (Resmi yemeklerde ayıp kabul edilir.) Tüm yandaş troller, bu ekmeği bana bana yeme olayını, halk adamlığı, halktan gelmelik olarak günlerce övdü. (Uzun zamandır bu halk adamlığını yapmıyor, uzun zamandır dış güçlere ey çekmediği gibi.) Kılıçdaroğlu'nun oğlu askere gittiğinde de (Reis'in bir oğlu çürük raporlu, diğeri bedelli yaptı), reisin askerliğinden fotolar dolaştı trol hesaplarda.

Bir de işin ilginci, o zamanlar merkez medyası dediğimiz, holnding medyalarının, daha İBB seçildiği zamanlarda bile,  bunun reis yada şu anki iktidar partisi iktidara gelmeden de öyle olması, reise zor soru sormaması ve başka arti liderleri ile açık oturum veya benzeri bir etkinlikte hiç bir zaman bir araya gelmemesidir. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/11/turk-medyasinin-2002-harekati-akp-nasil.html) Buna Cem Uzan'ı hariç tutabiliriz, zira Uzan cidden iktidar hedefliyordu. Bu yüzden seçimden önce önce onun medyasının icabına bakıldı. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/08/uzan-ailesinin-ve-genc-partinin-siyasi.html) Buna karşın şu anki iktidarın da hem Aydın Doğan başta olmak üzere merkez medya holdinglerine (her ne kadar o holdinglerin medyasını elinden usulca alsa da) hem de TÜSİAD'a çok tehdit edip, tetik düşürmemesidir. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/11/aydin-dogan-kimdir.html) Şeth uçmaz, müridleri uçurur diye boşuna dememişlerdir.

Peki muhalefet ne yapmaktadır? Türk muhalefetinde, ciddi bir muhalefete muhalefet sorunu vardır. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/06/leviathana-muhalefet-1-muhalif-enerjiyi.html)

(https://onbinkitap.blogspot.com/2022/12/muhalefete-muhalefetin-12-eylulu-ve.html)

(https://onbinkitap.blogspot.com/2019/08/sahte-muhalefet-muhalefete-muhalefet.html)

Gerçek muhalefet, diğer muhalefet birimleri ile kavga etmez, onlarla uğraşmaz, yapsa da bunu minimum yapar. Nasıl ki şeyh uçmaz, müridleri uçurursa, Lenin'de uçmaz, Bolşevikler uçurur. Lenin demişken,  kendisi dünyada heykeli en çok yapılan gerçek kişisi olur. ( İsa ve Buda'nın heykelleri temsilidir, gerçek yüzleri bilinmez.) Ülkemizdeki Atatürk heykel, resim, büst ve rölyeflerinin çokluğu, Ruslara özenmekten, daha doğrusu öykünmektendir. Lenin'de liderlik sürecinde büyük hatalar yaptı, örgütü bir kaç kez bitme noktasına geldi. Bolşevik tarihçiliği bunu çok az eleştirdi.

Diğer yandan tanrıların, kötülüğü yükleyecekleri kötü tanrıları da olmalı. Tek tanrılı dinlerde bu şeytan yani asi melektir. Düşmanları şeytanlaştırma da ciddi bir propaganda işidir. A.B.D, yüzlerce filmler, Vietnamlıların vatan savaşını, komünizm-kapitalizm savaşı haline getirdi. Sovyetler Birliğinin dağılmasında bence en büyük etken, Holivud kadar eğlenceli filmler yapamaması, doğru-dürüst propaganda yapamamasıydı. Gramishi ve Alhauser, bu konuyu çok ayrıntılı incelemiş ve anlatmıştı. Şamanların, sadece kendi putlarını süslemeleri ve yüceltmeleri yetmez. Rakip putları yada putu yıkmak isteyenleri de şeytanlaştırmalı, çamur atmalıdır. Camilerimizi ahır yaptılar, mum söndü yapıyorlar, camşde içki içildi, Kabataş yalanı gibi olaylar, bu karşı propagandanın işleridir. Bu yalanların delile ihtiyaçcı yoktur. Goebbels ilkeleri bunun içindir. (https://onbinkitap.blogspot.com/2021/09/duygu-egitimi-nasil-olur-1goebbels.html) 

Muhalefete muhalefet, sürekli muhalefetin yetersiz olduğunu, liderlik vasfı olmadığını söyleyip duruyor. Bunlar iktidarın kimi gizli, kimi de kandırılmış ajanlarıdır. Hemen her cumhur başkanlığı seçimi öncesi adayları karalamalar, ana muhalefet partisi liderini bir sebepten beğenmemeler bunlardır. MHP, yıllarca ANAP ve DYP tabanının kemirerek büyüdü ama asla DYP-ANAP aleyhine laf etmedi. Şimdi de iktidar partisinin tabanını kemiriyor ama iktidara tek bir laf etmiyor. Muhalefette ise halen muhalefeti beğenmeme var.

Şimdi ana muhalefet partisinin genel başkanı değişti. Şahsen ben ihtimal veriyordum ama kumar oynasam, mevcut başkanın değişmeyeceğine paramı yatırırdım. Şu anki siyasi partiler yasası ve partilerin yapısı, buna imkan vermiyor. Eski başkanın çok hatası olmuştur, onu savunacak değilim. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/07/neden-kilicdaroglu-istifasini-istemek.html) Bu seçim yenilgisinin iki sebebi Meral Akşener ile Yılmaz Özdil'dir. Bir bütün olarak muhalefetin değerini düşürmülkerdir.

Şu andan itibaren muhalefetin işi, propaganda da istikrar ve öncelikli hedefin iktidar olduğunu unutmamaktır.