Bugün size, klasik Türk filmlerinden farklı bir senaryoya sahip bir Türk filminden bahsetmek istiyorum. Senaryo, bir Holivud filmine yakışır bir fantastiklikte. Filmin, yakın bir tarihte, Netflix için yapılmış yeni bir versiyonu da var, bir ara izlerim. Ancak gene de Holivud bu filmi bir keşfetmeli. Bir de 1986 Türkiyesi daha bir erkek egemendi. Kadınların, boşanmış dul damgası yememek için herşeye katlandığı, erkeklerin pek de kendilerini saklamadan zanparalık yaptığı, okullarda aniden bakirelik testlerinin yapıldığı, hatta bakirelik testi uzmanı hemşirelerin olduğu, bugünün genç kızlarınarına kabuslarına bile getiremeyeceği yıllardı.
Kahramanımız tiyatrocu Serap hanımın ise böyle bir kaygısı yoktur. Filmin ilk 12-13 dakikası, karakater tanıtımı içeriyor. Kendisi büyük, şık ve sade döşenmiş, muhtemelen İstanbul'un iyi semlerinden bir olan apartman dairesinde, tek başına yaşıyor. Apartmanın kapıcısı ekmek, süt ve gazetesini, kapısnın önüne koyuyor. Kendisi, VHS videosundan aerobik çalışıp (seksenlerde modaydı) formda kalıyor. Kendinden genç bir sevgilisi var, onunla cinselliği de yaşıyor. Bu cinselliği yaşama durumu da Yeşilçam usulü gösteriliyor. Müjde Ar, sevgilisi Yılmaz zafer ile, üzerinde sadece sütyen olacak şekilde öpüşüyor ve o halde yatağa uazanıyor. Sonra kamera stop, öyle uzun uzadıya bir sevişme göstermek yok.
Sonra sıra reklam çekimi için stüdyoya gidiyor. Filme adını veren Belinda, hayali şampuan markası. Müjde Ar'ın o yıllarda reklamında oynadığı, sonradan adı değişen ama buna rağmen Müjde Ar'la anılan, PE-RE-JA kolonyasına atıf. Bu marka, halen Müje Ar ile beraber anılıyo.
Gene de sıradan insanların markası ve Müje Ar gibi ünlü bir yıldızın, süper lüks Fransız parfümleri ya da benzer ürünler varken, bu kolonyağı ile serinleyeceğini zannetmek pek akıl karı değil. Kendisi de arkadaşı ile konuşurken, ne yapayım, çok para verdiler diyor. Kemal Sunal, Yüz Numaralı Adam ve İlyas Salman, Talihli Amele filmlerinde bu olgu işlenmiştir. Ünlü ve zenginlerin, en fazla küçük burjuva için üretilmiş ürünlerin, lüks içinde yaşayan ünlüler tarafından tüketildiğine neden inanalım? Medyada uzun süredir dönen bir reklam var. Manken eskisi, sunucu ve oyuncu, havalı Fransızca adı olan sahte tereyağ (bildiğiniz margarine tereyağ aroması ekleniyor) reklamında oynuyor. Üzerine sahte tereyağ sürülmüş ekmeğin, yağsız kısacık tarafını yiyor. Kolonyağı, Türk halkının gündelik tüketim maddesidir. Hadi Müje hanım bu ürünü kullandı. Peki o ünlü yıldızzların, o değerli saçlarına piyasa malı şampuanları süreceklerine, o basit yaylı yataklarda yatacaklarına neden inanalım? Türkiye'de burjuva, yani gerçek burjuva, yemeklere soğan koymayı bile unuttu. Soğan gibi antiseptik ve ekşilik veren bazı baharatları kullanıyor.
Biz filme geri dönelim. Filmin asıl başladığı yer, çekimlerde gözünü kapatıp, açması ile başlıyor. Filmin fansatsiği de burada. Filmde bir anda reklamın konusu olan alt sınıf ailenin üyesi olarak kendisini buluyor. Kameralar, ışıklar, tüm o set ekibi, stüdyo yok olmuştur. İlk başta bu fantastik duruma inanamıyor. Evden kaçıp, kendi evine, sevgilisinin evine ve her akşam gittiği bara gidiyor. Hepsinde de kimse tanımıyor, hatta barda eski arkadaşları ona fahişe muamelesi yapıyor.
Sonra etrafındakilere derdini anlatmak isterken, akıl hastanesine yatırılıyor. Sonra durumu kabullenmiş gibi yapıp, akıl hastanesinden çıkıyor. Sonra iki çocuk annesi de olduğu ailesi ile birlikte yaşıyor. Gene o yıllarda moda olan, kamyon damperinde ya da kasasında yapılan bir yolculukla, mahalle pikniğine gidiyor. Atlet ve pijama altı ile rakı içen kocasını gören Müjde Ar, Türk sinema tarihine geçen sözlerini söylüyor:
-Akıl hastanesine geri mi dönsem? Bu sözler, ülkedeki sınıf farkını çok net yansıtmakta. Zira alt sınıfın eğlencesi, üst sınıf için deli saçmasıdır. Sonrasında eski düzeninin bir benzerini kurmaya çalışır fakat yakalanır. Sonra artık dönüşü olmadığını anlayıp, yeni hayatına alışır, kocasına sevgi gösterir ve tam o anda gene aynı fantastik şekilde tiyatrocu Serap olur.
İşin doğrusu biz alt sınıflar ya da alt sınıfta doğup, büyüyenler, üst sınıfla aynı ahlak kuralları içerisinde olduğumuz sanısındayızdır. Mıhafazakarlar bile pek farklı değildir. Bir ara, türbanlı ve hatta tarikat üyesi bir sevgilim olmuştu. Bu tarikat, bırakınn sevgili olmayı, kadın-erkek bakışmasını bile affedilmez günah olarak görür. Oysa kendisi hayatı boyunca rahat yaşamıştı. Üstelik bu tarikatın yurtlarında müdürlükte yapmıştı. Daha sonra aslında muhafazakarların zengin sınıfının benzer şekilde yaşadığını ve alt sınıfa dayattıkları ahlak kurallarını, kendi aralarında pek uygulamıyor, kadın ve erkekler gayet rahat.
Muhafazakar demişken, muhafazakarlık nedir, kim muhafazakar, bu da başka bir soru. Muhafazakar iktidar partimizin kadın kolları, erkek dansöz oynatıyor. Bunu bir sol parti kadın kolları yapsaydı ortalık yıkılırdı. Ortalık yıkılırdı derken. Müge Anlı ve benzeri gündüz kuşağında yayımlanan benzer programları izliyorum arada bir ya da sosyal medyadan takip ediyorum. Hemen her programda mutlaka en az türbanlı bir kadın. Bir de bazı olaylar var, koca, karısını üçlü ilişkiye zorluyor, kadın da adamı önüne gelenle aldatıyor. Olayda altı-yedi kadın var, hepsinin başı sımsıkı kapalı ve hepsinin de dilinden Allah kelimesi eksik olmuyor. Bütün bunlar karşısında da insanın aklına Cem Yımaz'ın meşhur sorusu geliyor:
Hani marjinal bizdik?