Şili diktatörü Pinoşe döneminde ülke ekonomisini yöneten bir grup iktisatçı, kendilerine Şikago oğlanları (Chicago Boys) demiştir. Yaklaşık yirmi kişinin ortak özelliği, Şikago üniversitesinde iktisat mastırı yapmış olmalarıdır. Sadece Şili değil, Güney Amerika'nın pek çok askeri diktatörüne yada kapitalist iktidarına danışmanlık yapmışlardır. Milton Friedman'ın şekillendirdiği Neo Liberalizmin en ateşli savunucularıydılar. Turgut Özal'da onlardan biri olmakla beraber, galiba Şikago'ya hiç gitmedi. (Resmi ziyarette gittiğini hatırlamıyorum) İktisat mastırını Teksas üniversitesinde ve Hauston'da yaptı. İnsanlar bir parça üniversite yada askerlik yapıkları yerleri pek unutmaz ve biraz da oralı olurlar. Özal'da, yüksek lisansını yaptığı Houston'u çok sevdi, başbakanlığında ve cumhurbaşkanlığında, açık kalp ameliyatlarını bu şehirde olup, aylarca bu şehirden Türkiye'yi yönetti. Kendisi her daim neoliberalist oldu. Bürokratlığında da neoliberalistti. Müsteşarlığı sürecince, Devlet Planlama Teşkilatını, yüksek burjuvaya ucuz kredi verme kurumuna çevirmişti. Meşhur 24 Ocak kararlarını hazırlayan ekibin içindeydi. Teksas'tan döndükten sonra, şimdilerde olmayan Elektrik İşleri Etüt idaresine genel müdür yardımcısı oldu. Emin Çölaşan, yayımlandığına aşırı çok satan, Turgut Nereden Koşuyor adlı kitabında, ğek çok şeyi eksik anlatmış, Turgut Özal'ın 12 Eylül diktası arasındaki organik bağı saklamak istemiştir.
https://onbinkitap.blogspot.com/2022/07/turgut-nereye-kostu.html
12 Eylül darbesi sonrası, 1983 seçimlerinde aslında darbecilerin kendi kurallarına göre darbe öncesinde siyaset yaptığı için veto yemesi gereken Özal'a iktidar yolu açıldı. Özal, 1977'de, MSP (Necmettin Erbakan'ın Milli Selamet Partisi)'den seçilseydi, zaten 1990'a kadar siyasete atılamayacaktı. Bence Özal, o seçimlere, siyasete adım atmış olmak için başlamıştı ve 12 Eylül darbesi sonrasına daha o zamanlar hazırlanıyordu. Siyasiler darbeden habersizdi. Hatta, Türkeş, tam o gece haberdar olmuştu. Oysa dönemim tutuklu ve hükümlüleri, darbeden altı ay öncesinden, sorgucu ve işkencecilerin birden vahşileştiğini, 12 Eylüle yaklaştıkça bu vahşiliğin arttığını yazıyorlar. Yani, Türkeş'in, Demirel'in bilmediğini, sorgu polisleri biliyordu. Hapishanelerdeki gardiyanlar biliyordu. 24 Ocak kararlarını hazırlayan Turgut Özal, çok iyi biliyordu. Solun ve sendikaların çok güçlü olduğu zamanda, 24 Ocak kararlarını uygulamanın imkanı yoktu. Milton Friedman'ın iyi bir öğrencisi ve tipik bir Şikago oğlanı olan Özal, bu işin askeri bir darbe ile yapılabileceğini biliyordu. Latin Amerika'da olduğu gibi acı reçete, darbe gücü ile verilecekti ama Latin darbelerinde diktatörler, özelleştirme yapmamış, daha doğrusu yeterince özelleştirme yapmamıştı. Özeleştirme yapmak, babalar gibi satmak, sivil politikacıların işiydi. Bu politikacılar, en azından işi başlangıcında, askerlerin korumasında olmalı, acı ilaç, din morfini ile verilmeliydir. Zorunlu din dersleri, ülkenin tek televizyon kanalında (o da saat 20-24 arasında yaın yapıyor) din programları, Alevi köylerine cami yapılması gibi programlar zaten 12 Eylül generallerinin programlarında vardı. Özal'da her fırsatta din ve Allah diyerek buna destek verdi. Kendi ailesinin Nakşibendiliğini kullandı. Annesini, Nakşibendi şeyhinin yanına, özel bakanlar kurulu kararıyla defnetti. F. G, sözüm ona aranıyorken teşkilatını genişletti. Sonra bir tesadüf sonucu tutuklanınca, Özal'ın telefonu ile serbest bırakıldı. Aslında Özal ile F, 12 Eylül öncesinde de görüşmüştü.
https://onbinkitap.blogspot.com/2024/07/evren-ozal-fto-ucgeni.html
Siyasetin sivillere verildiği sanısını yaratmak üzere, Kenan Evren, Turgut Özal'a hükumeti kurma yetkisini, bir ay bekleme ile verdi. Sonra da özelleştirme ve fakirleştirme reformlarına başladı. Önünde muhalefet yok yada yok gibi bir şeydi. Meclisteki diğer iki partiden Milliyetçi Demokrasi partisi dağıdı ve mebusları ANAP'a katıldı. Sosyal Demokrat parti ise, Halkçı parti ile rekabetteydi. Medya'da da gazetelerin gücü zaten düşmüştü. Sona iki kanallı ve gün boyu (Gece yarısından sabaha hariç) yayın yapacak devlet televizyonu ve radyosu emrindeydi. Üzerine Dinç Bilgin, İzmir'in Yeni Asır gazetesini ulusal yaparak, Sabah gazetesini kurdu. Turkuaz medya, o zamanlar neoliberalizmin en güçlü savunucularından biri oldu. Özal güçlü olduğu sürece Özalcıydı. Özal güç kaybedince, DYP-Demirelci oldu. Hatta Demirel cumhurbaşkanı olup, DYP başkanlığı ve başbakanlık makamı boş kaldığında, DYP kongresi öncesinde, Kasım'a kadar İsmet Abi'ci oldu. Kongreyi, Aydın Doğan medyasının desteklediği Tansu Çiler kazandı. İsmet Sezgin, hayatı boyunca Süleyman Demirel'in getirini-götürünü yapmak dışında ciddi bir iş yapmamış biriydi. Hayatı boyunca Demirel'in partilerinin (Adalet Partisi ve DYP) çok güçlü olduğu Aydın'dan ve listenin üst sırasından, hatta birinci sıradan milletvekili oldu ama tüm yatırımlarını memleketi Siirt'e yaptı ve Siirtli hemlerilerini kamu kurumlarında işe aldı. Köksal Toptan da kongre de aday olmuştu. Adları pek anmaya değmez kişilerdi. Sabah üzerine belki kapsamlı bir yazı yazarım ama şu günlerde önceliğim değil. Diğerleri hakkında yazmıştım. Bu yazının konusu Özal.
https://onbinkitap.blogspot.com/2022/07/suleyman-demirel-kimdir.html
https://onbinkitap.blogspot.com/2022/04/tansu-cillerin-siyasi-tarihi.html
Özal, sadece neoliberlizmciliği ile Şikago oğlanı değildi. Tek adam olma hevesini hiç saklamadı. Başkanlık sistemini ikide birdile getirdi. Kendi partisi ANAP'ı tek adam olarak yönetti. Sık sık meclisten altı aylık yetkiler ile sürekli kanun hükmünde kararnameler çıkardı. Bunların bazıları halen yürürlükte. Kenan Evren'le çok iyi anşatı ama cumhurbaşkanı olunca başbakan yaptığı Yıldırım Akbulut ve Mesut Yılmaz'la anlaşamadı. Ölmeden önce cumhurbaşkanlığını bırakıp, tekrar siyasete atılmaya hazırlanıyordu. Hatta parti kurmak için ANAP'tan istifa eden Yıldırım Akbulut, Özal ölğnce, ANAP'a dönmüştü.
https://onbinkitap.blogspot.com/2022/08/yildirim-akbulut-ve-mesut-yilmaz.html
Siyasi açıdan da Amerikancıydı. P, Eruh ve Şırnak baskınlarını yaptığı gün havuzdan çıkmadı ve bunu tüm medyaya gösterdi. Saldırılar arttıkça, bunlar üç beş başldırı çıplakalrdır deyip durdu. Bu baldırı çıplaklar lafı, 33 silahsız erin şehit edilmesine kadar sürdü. Sonra köklerini kazıyacağız söylemi başladı. Özal ölene kadar orduya, teröre karşı savaşmak için doğru dürüst silah alımı bile yapılmadı. Özal'ın bu konuda tek doğru icraatı, darbecilerin Kürtçe kaset-canlı müzik yasağını kaldırması oldu.
https://onbinkitap.blogspot.com/2023/07/silahli-direnisin-provakasyon-olmasi.html
Siyasal ve ılımlı İslam adına da çalışmaktaydı. F' nin tüm ülkede yayılmasını sağladığı gibi, 1980 yılının, İstiklal Marşının inatla oturularak dinlendiği, Konya şehrindeki Kudüs mitingini düzenleyen Mehmet Keçeciler'i, darbe vetosuna rağmen partide öenmli yerler verdi. 1986 referandumu ile 12 Eylül öncesi politikacıların, politikacı yasakları kalkınca, Keçeciler'i önce milletvekili, sonra bakan yaptı. Birinci Azeri-Ermeni savaşında açıkça ve Ebulfez Elçibey'in yalvarlamalarına rağmen, Azerbaycan'a yardım etmedi. Onlar Şii, onlara İran yardım etsin dedi. Mezhepçiliği o kadar ileriydi ki, ANAP'ın hiç Alevi milletvekili olmadığı gibi, Alevi millet vekili adayı, hatta aday adayı bile olmadı. İktidardayken hacca giden ilk başbakan oldu (siyasete atılmadan önce gitmişti). Kılıçdaroğlu'nu, vekaletn SSK'nın başına getirmesini de, bu işi yapacak başka dürüst adam yok diye açıkladı.
İktidarında, 12 Eylülcülerin darbecilefinin grev ve sendikalaşma yasaklarını, kanun hükmünde kararnameleri ile genişletti. 12 Eylül anayasaının sadece redyo-televizyon devlet eli ile olur yasağına karşıydı. Onu da, oğlu Ahmet Özal'ın ortağı Uzan ailesi aracılığı ile illegal olarak deldi. Legal olarak delmeme sebebi, grev ve sendikalaşma yasaklarını da kaldırmak zorunda kalacak olmasıydı.
Özal, sadece sendikalaşmanın düşmanı değildi. Kooperatifleşme ve her türlü kamulaşmanın da düşmanıydı. Fiskobirlik, Çukobirlik, Antbirlik gibi kooperatifleri, sonraki iktidarların yıkabileceği şekilde zayıflattı. Toprak Mahsülleri Ofisi, piyasadan daha düşük alımlarla, çiftçiyi tüccarlara mahkum etti. Ben zengini severim deyip duruyordu. Zenginin de Amerikancısını sevdi. Kendisnin ilk yandaş basınını kurmak için milyarlar harcayan Asil Nadir'i bir gecede harcadı. Kendisine yönelik suikast teşebbüsü sonucu, dönemin vurguncusu Kemal Horzum'u harcadı. Horzun, o dönemin teleks-fax dolandırıcılığı ile, devlet bankası olan Emlak Bank'ı dolandırmıştı. Emlak Bank, dil bilmeyen avukatları yüzünden parasını alamıyor, Kemal Horzum'da ortalıkta serbestçe geziyordu. Suikasttan sonra dil bilen avukatlar aracılığıyla Kemal Horzum bitirildi. Tetikçi ise bir süre sonra Özal tarafından affedildi. Mermi, kendisine isabet etmediği halde, çakı ile parmağını yaralayıp, gazi olmuş gibi propaganda yaptı.
Kendisi ayrıca ciddi bir Atatürk düşmanıydı. Atatürk, süpermen değildi lafını sık sık söylerdi. Arap sermayesini Türkiye'ye soktu Bu sermayede Mustafa Kemal ve diğer komutanların adının bile geçmediği bir Çanakkale belgeseli ile propagandaya başladı. Ül keyi kafasına göre şekillendirme çabasına önce erken ölümü engel oldu. İkincisi de halkın kıvama gelmesi daha doğrusu kıvama gelen seksenler çocuklarının seçmen olmasını bekleyememesi oldu. Öte yandan halkın neoliberalizmi kabul etmesi için biraz daha imam hatipe, basın propagandasına falan ihtiyacı vardı. (Bu konuyu çok yazım ve gene yazacağım)
Ani ölümü çok araştırıldı. Suikast yada zehirlenme olsa neoliberalistler, tıpkı daha önceki suikast teşebbüsü gibi bir propaganda şölenine dönüştürürdü. Ülkemizdeki teş Şikago oğlanı Özal değildi. Alparslan Türkeş'te,diploma ibraz edemese de, Amerika'da olduğu yıllarda iktisat doktorası yaptığını söyler.
Son dönem muhalif görünen neoliberalist ikstisat profesörleri Daron Acemoğlu ve Özgür Demirtaş'ta bana göre Şikago oğlanıdır.