9 Kasım 2023 Perşembe

AYDIN DOĞAN KİMDİR



 Aslında bu yazıyı daha önce de yazacaktım ama Aydın Doğan'ın bir röportajında kendisini nasıl ustaca akladığını göründe, 2002'i anlattıktan sonra Aydın Doğan'ı anlatmaya karar verdim. Okuyacaklarının vikipedia yada benzer sitelerden bulacağınız türden bilgiler olmayacak. Bu açıdan okuduğunuza değecek.

Ben olayları 1976 yılı Taksim 1 Mayıs kutlamaları ile başlatacağım. Bu kutlamalara katılımın devasalığı sağcılaır ve TÜSİAD'ı dehşete düşürdü. Hem haken Sovyetler Birliği tüm haşmetiyle olası sosyalist devrimleri desteklemek için hazır ve nazırdı, hem de işçilerin haklarını bu derece aldığı bir devlet, onlara artık fazla kar getirmezdi. Bu yüzden acele edilmeliydi. Zaten başlayan şiddet, iyice tırmanmalı, bir an önce darbe yapılmalıydı. Solcular da bu darbeyi istemeliydi. Ayrıca basın da hizaya gelmeli, grev yapan işçilerden, sosyal devletten yana olmamalıydı.

Sonuçta devlet sedtekli sağcı terör hız kazandı ve suikastler, aydınlara, yazarlara, akademisyenlere ve gazetecilere de uzandı. Bu suikastlerden en önemlilerden biri de Abdi İpekçi suikastiydi. Suikastten sonra Karacan ailesi, gazeteyi ve onunla beraber dergi grubunu yönetemeyeceğini anlayıp, Aydın Doğan'a sattı ve Aydın Doğan bir anda medya patronu oldu. Arkasından 12 Eylül darbesi geldi.

Darbe ile basının üzerine korkunç bir sansür geldi. Gazetelerin sütunlarını boş bırakması bile yasaklandı. Bu sansüre rağmen pek çok gazete, uzun süreli kapatma cezaları aldı. Bu cezalarla basın da şekillendi. Magazin basınının ve spor basınının yeri genişledi. Çünkü sansür yüzünden yapılacak haber bulamıyorlardı. (O zamanlar gazetelerin hacmi genişti, doldurmak zorundaydılar.) İnsanlar, özellikle sokağa çıkma yasaklarında (Özellikle darbe sonrası ilk aylarda, belli bir saatten sonra, galiba akşam saat 9-alafıranga saat 21'den sonra, sokağa çıkmak yasaktı.) televizyon ve radyodan haber alma alışkanlığı edindiler. Gazetelerin haberi hem bayat ( dağıtım sorunluydu ve bazı yerlere öğle vakti yada bir kaç gün sonra gazete geliyordu.), hem de sansür yüzünden eksikti.  Darbe yönetimi de televizyonu kullanarak halkı güzelce yonttu. Halkı, suçluluk duygusu ile yönetti. (https://onbinkitap.blogspot.com/2021/06/12-eylul-un-sucluluk-duygusu-egitimi-12.html)

Bu süreçte yazılı basın büyük ölçüde tiraj kaybetti.  Bu tiraj kaybı, kupon savaşlarına kadar sürdü. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/09/kupon-savaslarinin-asil-nedeni-2002.html) Bu süreçte Simavi ailesi üzerinde baskı oldu. Sedat Simavi'nin  iki oğlu, iki ayrı basın grubunun başındaydı. Erol Simavi, Hürriyet gazetesi ve ona bağlı diğer yayınların başına geçmişti. Kardeşi Haldun Simavi ise, Günaydın gazetesi ve ona bağlı yayın kuruluşlarını kurdu. 12 Eylül ve TÜSİAD, her ikisini de istemiyordu.

Günaydın gazetesinin hikayesi başka. Biz Aydın Doğan'a dönelim. Hürrdu.iyet gazetesi, seksenli yıllar boyunca zayıfladı. Aslında genel anlamda Simavi tipi medya patronluğu zayıflıyordu. Kapitalizm için yeni model medya patronları lazımdı. İngiltere'de işleri ters gitmeseydi Asil Nadir'de bu patronlardan biri olacaktı.

Haldun Dimavi çabuk vazgeçti, Günaydın gazetesinin sonu çok tajik oldu ve merak eden başka kaynaklardan daha ayrıntılı öğrenebilir. Hürriyet ise, o sıralar yeni yayın hayatına başlamış ama promasyonlarla tirajı birden fırlamış rakibi Sabah gazetesi ile rekabet ve diğer başka sorunlarla uğraşıyordu. Önce Gırgır dergisini Ertuğrul Akbay'a sattı. Bu satışa tepki olarak Oğuz Aral ve ekibi dergiden ayrıldı. Fırt ise başka bir gruba satılıp, karikatürle karışık porno dergiye döndü. Bu dergilerin öyküsünü de ayrıca yazmak lazım. Teodor Kasap'ın karikatür-komedi dergiliği ne yazık ki can çekişiyor. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2023/01/brujuva-dergisi-leman.html )

Hürriyet gazetesi ise, Erol Simavi için, Çetin Emeç suikastinden sonra yönetilemez oldu. Emeç'de İpekçi gibi gazetenin genel yayın yönetmeniydi. Aydın Doğan, gene ölen yazı işleri müdürü ile  gazeteyi yeniliyordu. Bu yeni genel müdür, Ertuğrul Özkök'tü. Türk basınının yaklaşık yarısı elind eolan Aydın Doğan, basını liberalistleştirme operasyonunu başlatacaktı. Milliyet gazetesinin başına, Liberlizm hevesi uğruna, Cunhuriyet gazetesini iflasın kıyısına kadar getirmiş olan Hasan Cemal'i getirecekti. Her iki gazete de, özelleştime yanlısı, ikinci cumhuriyetçilerle falan dolmaya başlayacaktı. Aydın Doğan, sırf bunun için Radikal gazetesinin yıllarca zararına yayımına göz yumacaktı.

 (ttps://onbinkitap.blogspot.com/2023/09/nilufer-golenin-korosuradikal-yeni.html)

2006 seçimlerinden önce de, her iki kişiden bir manşeti ile seçmenler yönlendirenlerden biri oldu. Gazete ve dergilerinden de yavaş yavaş Atatürkçüleri ve solcuları azalttı. 2006'da bunu hızlandırdı.  Oktay Ekşi ve Bekir Coşkun gibi önemli insanlar uzaklaştırılıp, Ahmet Hakan gibi siyasal İslamcılar da kadroya katıldı. Bütün bunlar iktidar partisine yetmiyordu. 2008'den sonra iktidarın reisi, onu ve gazetelerini boykot çağrısı yaptı. Başlangıçta bu boykot işe yaramadı. Hatta iktidar partisi il teşkilatları da buna pek uymamıştı. Böylesi boykot kampanyaları da çoğu kez kısa sürerdi. Oysa bu boykot, yavaş yavaş ve büyüyerek sürdü. Buna rağmen Aydın Doğan'ın iktidara desteği, 2008'den sonra da sürdü. Radikal gazetesinin yayımı yada Emin Çölaşan gibi isimlerle yolayrımı hep 2008'den sonradır.

Aydın Doğan medyasının iktidara en büyük katkısı gezi sırasında oldu. Merkez medya denen holding medyası,  biraz destekleseydi, her şey çok farklı olabilirdi. Tabi bu da Aydın Doğan ve TÜSİAD'ın ve Türkiye'yi grevsiz, hak aramasız, ucuz işçilik ülkesi haline getirmek isretenlerin işine gelmezdi. Olayların başladığı gün, saatlerce penguen belgeseli yayınladı. Buna rağmen, Gezi'yi yazan-yayınlayan personelini de yavaş yavaş şirketlerinden uzaklaştırdı.

Holdinginin tek marifeti iktidarı muhalifmiş gibi görünerek desteklemek değildi. Holding medyası, on binlerce öğrenciyi, bazen mezuniyetinden iki sene sonra bile, stajyer diye ücretsiz, hatta öğle yemeği bile vermeden çalıştırmasıydı. Hatta bunun için İstanbul'da bir lise bile kurup, Milli Eğitim'e devretti. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/11/stajyer-emegi-somurusu.html) Kendisine ait Dışbank'ın iflasındaki şaibe iddiaları, araştırılmak bir yana, konuşulmadı bile.

Gene de beyfendiye yaranılamıyor, beyfendi Aydın Doğan'ı tehdite devam ediyordu. 17-25 Aralık yolsuzluk iddalarının da üzeri, Aydın Doğan medyasınca, mümkün olduğunca örtüldü. Bunun üzerine Fetö, Davud Tataroğlu adlı ile kötü karakter yaptığı Kurtlar Vadisinde, Yeşil (ya da öldürülen Pala yerine gelen yeni Yeşil)'i temsil eden Kara tarafından öldürüldü. (Aydın Doğan'da Kırım Tatatırdır.). O da buna, kendi kanalındaki Arka Sokaklar dizisinde, Fetöcü polis ve askerleri tutuklatarak cevap verdi. Anlaşılacağı üzere Aydın Doğan, 15 Temmuzu da, bastırlacağını da çok iyi biliyordu.  (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/11/carpisma-ve-diger-mafya-derin-devlet.html)

15 temmuz ve anayasa değişikliğinden sonra Aydın Doğan holdinge vergi denetimleri sıklaştı. Sonra da tüm medyasını, kitabevleri zinciriyle beraber, doğrudan iktidar kabilesinden bir holdinge sattı.

Ya da öyle mi oldu acaba? İktidar, Aydın Doğan'a karşı silah doğrulttu ama o tetiği hiç çekmedi. O da basın sektörünü bıraktıktan sonra, bankacılık sektörüne döndü ve çok para kazandı. Oysa iktidar, sırf Petrol Ofisi'nin özelleştirilmesi yada Dışbank'ın iflasından, tüm holdingi çöketrebilirdi. Dışbank olayından dolayı, daha iktidarının ilk yıllarında, ATV-Sabah grubu, Uzan Holding, Habertürk gibi TMSF aracılığı ile medyasında ve tüm holdingine el konulabilirdi. Gene bu yazı içinde verdiğim Simavi ailesi buna örnek değil midir? Asil Nadir buna örnek değil midir? Nadir'in İngiltere'de kazandığı paralarla Türkiye ve Kuzey Kıbrıs'ta bunca yatırım yapmasının tek sebebi vatanseverliliği değidli. Belki de bu yatırımları yaparken vatanseverlik umurunda bile değildi. Kendisi neden basına yatırım yapmış, Gırgır'dan ayrılanlarla bir karkikatür dergisi (Hıbır) bile kurmuştu? Muhtemelen İngilere'de ipini çekeceklerini tahmin etmiş, Türkiye'de destek aramıştı. Oysa kendisi bir günde harcandığı gibi, maaş verdiği, adam ettiği gazeteciler tarafından da aşağılandı. Daha ne dolar milayrderleri silinip, gitmedi ki? Kemal Okumuş ve Kemal Horzum, benim hatırladıklarım. Vlademir Putin'de iktidara gelir gelmez, Boris Yeltsin ve daha öncesinde türemiş Oligark denen milyarderlerin ipini çekti. Çok azını da biat ettikten sonra budadı.

Kendisi, sırf zarar eden Radikal gazetesini yıllarca beslemesi ile gösteriyor ki, bugünkü düzenin kurucularındandır. Bu sistemde kendisini zengin edenlerden biridir.



4 Kasım 2023 Cumartesi

ANSİKLOPEDİNİN BİRİNCİ CİLDİ

 


 I

 

         Teknolojiye bağlı şeylerin modası geçer. Video geçti gitti. VHS'i vardı, BETAMAKS' ı vardı. Lüks geldi, lüks gitti. Bizim evde hiç olmadı mesela. Bill Gates'in kızı babasına plağı sormuş. Ben doğduğumda plak demodeydi. Kasetler demode ve birkaç yıla kadar ortadan kalkacak gibi. CD'ler ise, MP3'e yenik düşmek üzere.

         Fakat bizim konumuz ansiklopediler. Lisedeyken dönem ödevlerini ansiklopedilerden yazar verirdik. Internet, özellikle google sayesinde ansiklopedide demode oldu.  Artık öğrencilerim ödevlerini internetten  indirip, yazdırıp, getiriyorlar.

         Ülkemizde gazetelerin ansiklopedi verme savaşı, ansiklopedilerinin öneminin kaybetmesine ve benim üniversite öğrencisi olmama az kala gerçekleşti. Benim iki kere (ortaokul üç ve lise bir) sınıfta kalmam yetmezmiş gibi, bir de o zamanlar iki basamaklı ve ikinci basamağı ÖYS olan sınavı ilk girişimde kaybettim. Benim eğitime ara verişlerim, sınıfta kalışlarım, çıraklık zamanlarımdır. Sınıfta kalmamın bedeli, çok ucuz askerlik demek olan, çıraklıkla geçti. Saatçilikte hesapta meslek öğrenecektik ama ustam olacak adam bana hiçbir şey öğretmeyip, bol bol dövdü. Kamyon galerisinde de öğrenilecek bir şey yoktu, sermaye gerekliydi. ÖYS' kaybetmek bir felaketti.Bu felaketi yaşamayan bilmez. Nasıl aile ve arkadaş çevresinden dışlanır, ana-baba nasıl adama düşman olur, yaşamayan bilmez. O sebepten dolayı, öğretmen olduğum halde halen, teşekkürlerle, taktirlerle, sınıfta kalmadan, hele sınıf atlayarak okulu bitirenlere halen gıpta ederim.

         ÖYS' i kaybettiğim anlaşılınca, önce sürücü kursuna gidip, B sınıfı ehliyet aldım. Aldım ama alalı on yılı geçti, bir daha elim direksiyona değmedi. Kullanmayı unuttum. Ardından Kazım Karabekir Caddesinde, bir iş hanının bodrumunun bir kısmını kapsayan matbaada yirmi beş gün çalıştım. Sonra bana eve yakın başka bir matbaada iş bulunduysa da, başka bir yakın evime çok yakın bir markette iş buldum. İki ay orada çalıştım. Çok aşırı yoruyordu. İki ay boşta gezdim, sonra başka bir amcaoğlunun otomobil galerisinde işe girdim. O işte de, sınav sonucunun açıklanmasına az kala kendi isteğimle ayrıldım.

         Şimdi okuyucular merak etmektedir muhtemelen, o kadar işte çalıştın da, nasıl bu sınavı kazandın diye. Üstelik iki kere sınıfta kalmış bir öğrencisin. Bu hikâyeyi başka bir zaman anlatmak istiyorum.

         Anlatacağım olay, tahmin edebileceğiniz gibi markette çalışırken oldu. Marketin bir işi de gazete satışıydı. Gazetenin karı yok denecek kadar azdı. Yüzde dört. Tekel mamullerinde de aynı oran vardı. Tekel, o zamanlar sigara ve diğer tüm tütünün üretiminde, ithalinde ve ülke içi dağıtımında, adı üzerinde tekeldi. Bira ve ithal alkollüler hariç diğer tüm alkollü içecekleri de tekel üretir ve dağıtırdı.tekelin birası da vardı ama o sidik gibi birayı, çalıştığım saatçi dükkanındaki ustam haricinde içene rastlamadım. Bizim dükkana gelmezdi.

         Biz konumuzdan uzaklaştık. Gazeteye gelelim. Cem Uzan'ın Star gazetesine kadar bu böyle kaldı. Uzan, bayi payını yüzde ona çıkarınca, ardından da gazeteyle doğrudan verilen ürünler çıkınca, gazete satmak, karlı bir iş oldu. O zamanlar, müşteriler kaçmasın diye katlanılan bir eziyetti. Bu eziyetin bir kısmını dükkanın elemanı olarak ben yapardım.

         Dükkan, biraz iriceydi. Şöyle ortalama üç dükkanın birleşimi kadar. Dört katlı bir apartmanın zemin katının büyük kısmını içine alıyordu. Dükkanda iki eleman ve iki ortak vardı. Ortaklar kardeşti. Sivas, Şarkışla ilçesindeki köylerinde arazilerini ve traktörlerini satıp, Ankara'da önce bir videocu açmışlar, video demode olunca bu marketi açmışlardı. Öteki çırak, Zafer, kardeşlerden küçüğün kayınbiraderiydi. Eniştesinin evinde kalırdı. Ben yabancı olduğumdan, daha ziyade sabah ekmek ve gazete dağıtımıyla, bir de telefonla sipariş edilen malları dağıtırdım. Kasaya dokunmazdım. Bir de temizlik işi benim için ağrıdı.

         Gazeteyle beraber, ekleri ve hediyeleri de dağıtırdım. Bu iki aylık sürede en fazla rağbet, Sabah gazetesinin dağıttığı tek cilt ansiklopediyeydi. Adı da Grosser, Ansiklopedia Amerikana'ydı. Bu ad, daha doğrusu adındaki Amerikana adı tartışma konusu olmuştu. Rakip Hürriyet gazetesinin Amerika temsilcisi, kimdiyse adını hatırlamıyorum,  New York sokaklarında insanlara bu ansiklopediyi sormuştu. Sabah'ın yayım müdürü Zafer Mutlu da bu adamı telefonda tufaya getirmiş, onun sözlerin teybe kayıt edip, gazete de yayımlatmıştı. İşte bu ansiklopedinin birinci cildi, başka bir bedel olmadan okurlarına verdi. İlk cilde abartılı bir rağbet oldu ama devamını takip eden olmadı. Şimdiki öyküm, bu rağbetle ilgili.

 

II

 

         Bu birinci cildin verilişi, bir hafta önceden, neredeyse bulunabilecek tüm imkan ve yollarla ilan edildi. Sabah gazetesi , ATV ve grubun tüm dergileriyle bunu duyuruyordu. Duvar panoları ve TRT'de buna dahildi.  Nedense diğer medya holdinglerinin yayım kurumlarına reklam verilmiyordu o zamanlar. Dağıtım için bir hafta öncesinden siparişler, benim aracılığımla patronlara ulaşmıştı. Dağıtım sanırım cumartesi ya da pazar günüydü. Bize de ansiklopediler çarşamba gününden geldi. Her gün sabah gazetesi alan sekiz müşterim vardı. Zaten sekiz cilt bir koli ediyordu, ben bir koliyi önceden ayırdım.  Tezgahın arkasında bir odamız vardı, orada sakladım.

         Benim patronların birinin adı İbrahim'di. İbrahim, biraz daha genç gözüküyordu. Hafif bebek yüzlüydü. Ötekinin adını hatırlamıyorum. O daha esmer tenli ve kalın bıyıklıydı. Onun adını hatırlamıyorum şu an, ama adını Mehmet diyelim gitsin. Bu değilse bile, böylesi çok kullanılan bir addı.

         Ben, bir tane kendime ayırmıştım. Bu ayırdığım cildi eve götürdüm. Anlatıyorum çünkü, daha sonra hikayeye lazım olacak. Bir gece önceden bizim patronlar bu ciltleri sattı.

         Derken büyük gün geldi. Vukuat günü. Dükkan sabah yedide açılırdı. Ben normalde her sabah erken geldiğim halde o gün yarım saat geç geldim. Aslında yapmamam gerekliymiş. Geldiğimde öğrendim.

         Bizim patron saat altı buçukta gelmiş. Ahaliyi sıraya girmiş halde bulmuş. En öndekiler saat beşte gelmiş. On beş dakikada bitmiş. Dağıtılacaklara geldi sıra. Ben derhal sakladığım koliye baktım. Koli iyi yapılmamıştı. Paket açıktı. Saydım yedi taneydi. O arada  İbrahim'de geldi. Günlük aboneleri ne yapacaklarını konuşmaktaydılar. Ciltlerin hepsi kapışılmıştı. Sabah gazetesini alan olmamıştı.

         Ben geldim ve yedi ansiklopedi olduğunu söyledim. Bir tane de eve götürdüğüm vardı, onu da getirince, tam sekiz olduğunu söyledim.

         - Yedi-sekiz tane var mı, öyleyse iyi dediler.  Eve gittim, o cildi de aldım kız kardeşim Selma, surat astı.

         -Kırk yılda bir eve işe yarar bir şey getirdin, onu da geri götürüyorsun, dedi.

         Ben aldırman o cildi alıp, dükkana döndüm. Ansiklopedileri ve sabah gazeteleri bir sepete koydum. Diğer gazeteleri ve sabah dağıtacağım ekmekleri başka bir sepete doldurdum. Büyük marketlerde kullanılan kol sepetlerini biz kendi işimiz için kullanırdık. Ben bu sepeti alıp, her zamanki listeye göre, saf saf dolaşmaya başladım. İlk birkaç müşteri iyi sayılırdı. Satın almayı teklif ettilerse de, ben durumu açıkladım. Anlamadılarsa da kabullendiler.

         Derken belamı buldum. Ben o vakitler on dokuz yaşındayım. Doğrusu market çıraklığı için ileri bir yaş. Sokakta,on, on iki yaşlarında bir oğlan çocuğuna rastladım. Ansiklopedileri görür görmez bağıra bağıra konuşmaya başladı.

         - Onlar ne? Ansiklopediler di mi? Niye bize yok dediniz? Bu arada başka çocuklarda doluşmaya başladı etrafıma. Çıkışı bağırıp, onları etrafımdan kovmakta buldum.

         - Çekilin başımdan be, bunlar, her gün Sabah gazetesi alanlar. Derken etrafımda çocuklar çoğaldı, kalabalıklaşmadan kaçtım. Yakındaki müşteriye gazetesini, ekmeğini bıraktım. Bir de süt dağıtıyordum o zamanlar. Doğruca dükkana geldim. Biraz sinirden, daha ziyade de korkudan titremekteydim. Beni bir tabureyle oturttular.

         - Şunları siyah poşete koyalım, beni az kaldı linç ediyorlardı, dedim.  İbrahim, Zafer'e döndü,

         -Bir siyah poşet ver dedi.

         Bana dedikleri gibi bir poşet verdiler. Kalan ciltleri buna doldurdum. Sabah gazetelerini de doldurdum. Her zamanki abonelerin gazetelerini dağıttım. Dükkana geldiğimde ortalık azıcık karışmıştı. Çocuğun annesi dükkana telefon etmiş, ortalığı velveleye vermişti. O kadın ve ailesi, gazeteden başka bir şey almıyordu dükkandan, öyleyse sorun yoktu.

         Ben ve Zafer, kalan sipariş ve aboneleri de dağıttık.  Saat on gibi bir muhasebe  yaptık. Tam bir felaketti. Özelikle sabah erkenden oluşan kapışmada, ansiklopedilerle beraber muhtemelen el altındaki çikletler, çikolatalar, gofretler, piller ve pek çok küçük malzeme muhtemelen çalınmıştı. Sabah gazetelerin geri alan olmamıştı. Ekleri yerleştiremediğimiz için iade kabul edilmedi ve dükkana zarar yazdı.

         Olayı asıl ilginç kılan, sonrasında olanlardı. Ertesi gün, aynı sayıda, yani her gün gelenin on katı Sabah gazetesi geldi. Unuttuğum konuya ek, o gün Sabah gazetesi çok fazla gelmişti. Hepsi iade edildi. Ansiklopedinin tamamını hemen hemen kimse almadı. A başlığının bile hepsini bile almayan ansiklopediyi sonra ne yaptı o alanlar bilmiyorum. Ben o dükkanda toplam iki buçuk ay çalıştım. O arada bir de, gazeteyle aynı fiyata deterjan dağıttık. Hangi gazete hatırlamıyorum ama dağıttığımız deterjan OMO' ydu galiba. Piyasadaki ortalama bir paketin yarısı kadar bir şeydi. Gene de bir gazete fiyatından kat kat fazlaydı. O cilde olan ilginin zerresi yoktu deterjan dağıtımda. Kimse almadı.   

         Geçen yılda bu deterjanı dağıtmışlar. Ansiklopediye olan olmuş, müşteriler küsmüş.






2 Kasım 2023 Perşembe

TÜRK MEDYASININ 2002 HAREKATI (AKP NASIL İKTİDAR OLDU ve 2002 SEÇİMLERİ SERİSİ )



 Bu yazıyı, Aydın Doğan ve diğer medya ağalarının kimdir yazılarından  sonra yazmayı düşünüyordum. Aydın Doğan'ın verdiği bir röportajda kendisini ne güzel akladığını, gezi zamanında saatlerde (5 saatten fazla ) penguen belgeselleri ysyınlsmasını bile nasıl kendine akladığını görünce bu yazıya başlamaya karar verdim. Savaş  mucizelerinin arkasında istihbarat, seçim mucizelerinin arkasında medya desteği vardır. 2002'de, on bir aylık AKP'nin iktidar olmasında neredeyse tüm medyanın önemli bir desteği vardı. Kalan medya da bastırılmıştı. Cumhuriyet gazetesi, Hasan Celal'in yazı işleri müdürlüğü döneminde önce Tansu Çiller yanlısı olarak, sonra da önemli köşe yazarları krizi ve kendisinin istifası sonrasındaki süreçte hem tiraj, hem de etki kaybetti. Diğer bir önemli medya, o zamanların etkin kuruluşu Leman dergisi ise, lüks kafe işletmesi olup, 2002'de sağcılara karşı sert söylemlerini çoktan bırakmıştı. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/01/brujuva-dergisi-leman.html) Solcu radyolar ise yeni kurulan RTÜK ve onun frekans tahsisleri ile iyice pasifize edilmişti. 2002'de ise, patronları Cem Uzan'ı  destekleyen Star medyası hariç hepsi, AKP için çalıştı. Buna ev ev gezen ve o zaman hakkında Cemaat denen FETÖ'de dahildi. 

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/08/uzan-ailesinin-ve-genc-partinin-siyasi.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/10/cem-uzanin-tmsfye-borcu.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2017/11/doksanli-yillar-8-habercilik-ve.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2017/10/doksanli-yillar-6-uzan-ailesi-ve-yesim.html

2001'de kitapçık krizi ve sonrasındaki ekonomik kriz, Devlet Bahçeli'ye durduk yerde koalisyonu bitirelim krizi eklendi. Bu süreçle ilgili olarak sadece medya devlerinin tavrını yazacağım. Daha önce DYP-ANAP-DSP ve MHP'yi aralarında paslaşarak destekliyorlardı. CHP, daha o yıllarda merkez medya tarafından terk edilmiş gibiydi. CHP, bu medya desteksizliği ve Deniz Baykal'ın iticiliği sebebi şle 1999 seçimlerinde %10 barajı altı ve tarihinde ilk defa meclis dışı kalmıştı. Deniz Baykal'da bir yıldan biraz fazlalığına istifa edip, yerini Cevdet Selvi ve Altan Öymen'e bırakmıştı. Kendisi daha önce de istifa edip, geri dönmüştü. CHP, öncesinde SHP olarak, 1987 yerel seçimlerinden sonra, Cem Uzan'ın medyasından başlayarak, sistematik medya saldırılarına uğruyordu. Öyle ki 2005'de CHP, Halk TV'yi kuracak, daha doğrusu kurmak zorunda kalacaktı)

Bu sürreçte, daha 28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kararları sonrasında,n itibaren Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz, medyanın saldırılarına uğrayacaktır. Özellikle ilk genel seçildiklerinde onları yere-göğe koyamayanlar, partilerine oy kaybettirdikleri halde onları övenler, birden bire onları mizah malzemesi yapmaya başlarlar. Tansu Çiller'in kötü Türkçesi ve gafları, Mesut Yılmaz'ın yavaş konuşması alay konusudur artık. Hatta bir defasında, bir televizyon kanalı, Mesut Yılmaz'ın iki kelimesi arasına reklam koymuştu. İşin doğrusu aslında 1987'den beri merkez sağda ciddi bir erime vardı. İki beceriksiz genel başkanla da sonları oldu.

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/04/tansu-cillerin-siyasi-tarihi.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/08/yildirim-akbulut-ve-mesut-yilmaz.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2017/09/doksanli-yillar-4-merkez-sagin-erimesi.html

Diğer yandan da MHP, 1995 seçimlerinden sonra 2. kez treni kaçıracaktı. Bah.eli, durduk yerde koalisyonu bozan olarakyeterince puan kaybetmişti. Medya donanması ona pek saldırmadı. MHP ve Ülkücülük zayen ağır yaralıydı. MHP'nin 2006'dan sonra meclise dönmesi, 2013'den sonra iktidar ortağı olması ile Ülkücülük yok olmadı ise de, eski önemini kaybetti.

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/09/son-yillarda-azalarak-biten-ulkucu.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/08/son-yillarda-azalip-biten-bazi-ulkucu.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/10/son-yillarda-biten-ulkucu-seyler-3.html

Şimdi Ülkücülük, sadece liselilerde, ergenlerde, internette klavye yiğiti dediğimiz trollerde, o da Kürtlere zorbalık yapmak için biraz var. Yoksa ne dokuz ışığı bilen var, ne Atsız'ın romanlarını. Birr Atsız bey varmış, var olsun diye bağırıyorlar ama Atsız'ın kim yada ne olduğunu bile bilmiyorlar. Aslında Ülkücülükle ilgili bir şeyde bilmiyorlar. Tek bildikleri ara ara bazı akranlarına zorbalık yapmak. Üniversiteler ve diğer alanlarda ise Ülkücülük yok. En bariz olay, Sinan Ateş cinayeti. Doksanlar yada daha öncesinde, MHP'nin %3 aldığı yıllarda, bırak Ülkü Ocakları Genel Başkanını, herhangi bir ilçe yada beldenin (Haymana, Sorgun, Keçiören, Bağcılar,  Kulu vs) Ülkü Ocağı başkanı diye bir kişinin adı anıldığında yada bir zamanlar yapmış diye anıldığında, insanı hafiften korku olmasa bile bir ürperti kaplardı. Öyle bir konumda birini öldürmek için bayağı arkası güçlü olmak gerekirdi. Hele tüm ocakların genel başkanını ve Hacettepe Üniversitesinde doçentini vuracak kişi,  James Bond gibi biri olmalıydı. Bir torbacı değil. Doğrusu Ülkücülük gerçek anlamda tükenmeye 2002 seçimlerinde başlamıştı.

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/01/sinan-ates-ya-da-buyuk-sessizlik.html

İSMAİL CEM'E KURULAN TUZAK

Öte yandan asıl büyük hedef, iktidarın en büyük partisi DSP, daha doğrusu partinin genel başkanı Bülent Ecevit'ti. Ecevit zaten yaşlı olmakla beraber, gizemli bir şekilde hastalanıp, güçten düşmeye başladı. İki de bir hastanelere, özellikle de Mehmet Haberal'ın özel Başkent hastanesine gitmeye başladı. Sağılığı giderek bozulurken, medyanın da boy hedefi oldu. Eşi Rahşan Ecevit, bir süre sonra onu hastaneden aldı, evde bakmaya başladı. O zaman Ecevit'in sağlığı biraz düzelir gibi oldu ama halk içindeki imajı yerle bir olmuştu. Artık Kıbrıs fatrihi, Abdullah Öcalan'ı yakalayıp, ülkeye getiren o kahraman yoktu. Ekonomiyi batıran, kendi elleri ile cumhurbaşkanı yaptırdığı Ahmet Necdet Sezer veya koalisyon ortakları ile anlaşamayan bir zavallı vardır. DSP ise bir Ecevitsevenler derneğinden başka bir şey değildir. Bizzat DSP'li bakanlarn danışmanlığını yapmış Ahmet Abakay'ın  Bakan Danışmaının Nıt Defteri adlı kitabında yazdıklarına göre partide pek çok il, ilçe başkanı yada merkez kurul görevliği, göreve getirildiğinin veya görevden alındığının haberini, sonradan alırmış. Partide Ecevit dışında ismi parlayan kişi yoktu.

Daha önce parlamış bir isim olarak, eski dış işleri bakanı İsmail Cem vardı. Kendisi, suikastle öldürülen gazeteci Abdi İpekçi'nin kuzeniydi ve uzun süredir kullanmadığı İpekçi soy adını sildirmişti. Başarılı bir bakan olarak, solcular arasında sevilse de, sağcılar arasında o yıllardaki Sabataycı avı yüzünden popülaritesi düşüktü. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/05/sabataycilar-ve-fasizm.html) Doksanların ikinci yarısı ve iki binli yıllar boyunca, Selanik Dönmeleri de denen, yarı Yahudi, yarı Müslüman, Sabataycılar hakkında onlarca kitap yazıldı, sosyal medyada Sabataycıların isimleri sıralandı (Çoğunluğu da yalan ve uydurma) Sabatay Sevi'nin öz torunu, modacı (ve İsmail Cem ve Abdi İpekçi'nin de kuzeni) Cemil İpekçi, Teke Tek adlı televizyon programına çıkıp, konuştuktan sonra da bu yayınlar kesildi.

Benzer bir şeyde seksenler boyunca Masonluk için vardı. Masonlarda da olay, yetmişlerde İtalya'da P-2 Mason locası sıkandalı ve İngiltere'de bazı loca üyesi hakimlerin, localarındaki biraderlerini kolladıkları ortqya çıkınca başlamıştı. Ardı ardına Masonlukla ilgili kitaplar basıldı. Bu salgın da 1997'de Kanal 7'de yayınlanan gizli Mason ayini çekimine kadar devam etti. Sonra bu sözde gili çekimin, Adnan Oktar grubunun tiyatrosu olduğu anlaşıldı. İki binlerde de bir ara Dan Brown'un Da Vinci şifresi ile başlayan sıralı romanları ile Tapınakçı avı başladı. Oysa bu roman dizisi, çocuk tacizi sıkandalları ile bağışları ciddi oranda azalan Vatikan'ın kendini aklama propagandasından başka bir şey değildi.

İsmail Cem ise, yanına  Ecevit'in meşhur ekonomi bakanı Kemal Derviş'i de alarak yeni bir parti (Yeni Türkiye Partisi) kurdu. Partisi, tüm medyanın, özellikle de holding medyalarında büyük destek aldı. Daha doğrusu İsmail Cem'i gaza getirdiler. Gazete ve dergi köşelerinde, İsmail Cem ve Kemal Derviş övgüleri yer aldı. Bu övgüler, AKP'nin kuruluşuna kadar sürdü. İyi hatırlıyorum, tam AKP'nin kurulduğu gün, tüm medya önce İsmail Cem ve YTP aleyhine yazmaya başladı. Medya holdingleri aralarındaki tüm kavgaları bırakmış, her adımı ortak atar olmuşlardı. Gene o günlerde medyada bri Sebataycı avı başladı. Sebataycıların varlığı öyle bilinmeyen bir şey değildi. Kaldı ki eski başbakanlardan Adnan Menderes, kayınbiraderi ve bakanı Hasan Polatkan'ın (muhtemelen idam arkadaşları Fatin Rüştü Zorlu'nun ) bile Sabataycı olduğu konuşuluyordu. (Biliniyordu demeyeceğim) Genelde Balkan göçmeni solcular Sabataycılıkla itham edildi. Oysa Menderes ve Polatkan, Sabataycılığı dillere destan, İtthat ve Terakki'nin meşhur Doktor Nazım'ı ile de akrabaydı ve Menderes'in kayınpederi, tüm damatlarını idam edilmiş kayınpeder olmuştu. Solcuların yada Kürtlerin en ufak ve uzak soylarında gediklere arayanlar, bu duruma sessizdir. Tıpkı Albay Alparslan Türkeş'in Milli Birlik Komitesinde olmasına sessiz olmaları gibi.

İsmail Cem'den sonra saldırya uğrayan isim, dönemin süper kurtarıcı iktisat bakanı Kemal Derviş oldu. Tam AKP'nin kurulduğu gün, tüm medya, toplu halde Kemal Derviş'e saldırmaya başladı. Artık belli olmuştu ki medyo holdingleri ve o medyanın arkasındaki güçler, YTP'yi istemiyordu. Kemal Derviş ise yapacağını yapmış, ekonomiyi kurtaracağım diye zengin holdingleri tekrar zengin etmişti. Özelleştirmeler tekrar hız kazanmış, pek çok kamu malı, bedavadan ucuza el değiştirmişti. Tek başarılı işi, bankacılığı sıkı kurallara bağlamasıydı. AKP'nin ilk yıllarındaki ekonomik rahatlamanın ilk sebebi de buydu. Ama bu rahatlama en az beş sene sonra, yani seçimlerden sonra hissedilecekti. Turgut Özal ve Tansu Çiller dönemlerinde bankacılık mevzuatları gevşetilmiş, bankacılık başıboş kalmıştı.

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/07/turgut-nereye-kostu.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/04/tansu-cillerin-siyasi-tarihi.html

Medyanın ara ara bazı kişilere toptan saldırdığı gerçektir. Toplu saldırmalar yada savunmalar, onların masum olduğu anlamına gelmiyor. Bunu en başta söylemeliyim. Medyanın, hele de holding medyasının toplu sövgülerinin sebebi masum olması olmadığı gibi, toplu saldırılarını  sebebi de suçlu olması değildir. Hele de birden bire övdükleri kimseyi, aniden yermeleri de gariptir. Benim hatırladığım böyle ani övme ve yermeleri bir sıralayayım da, okuyanlar bir fikir edinsin. Seksenlerin ünlü bir dolandırıcıs vardı, Kemal Horzum. O dönem dijitalleşme olmadığı için, faks şifresi denen bir yöntemle devlete ait Halkbank'ı milyon dolar dolandırmıştı. Halkbank, hakkını savunacak avukat bulamıyor, Turgut Özal ile arası iyi olmayan Sabah gazetesinin avukatı devereye giriyordu. Malatyaspor tribünleri, En Büyük Horzum, Başka Büyük Yok, diye inliyordu. Derken Turgut Özal'a su,kast teşebbüsü, suikastçi Kartal Demirağ'ın Horzum'la ilişkisi, Horzum'un bitirilişi ve Malatyaspor'un, Özal'ın da Malatyasporlu olmasına rağmen küme düşmesi; medyada açıkça Horzum'u savunanların bir anda ona düşöan olması ile devam eden bir süreç oldu. Asil Nadir ise, Kıbrıs Türkü asıllı bir İngiliz milyarderiydi. Gene Turgut Özal'ın has adamıydı, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs'ta büyük yatırımlar yapmıştı. Bunlardan en önemlisi Vestel'dir. Kendisi İngiltere'de tutuklanır tutuklanmaz (masum olduğunu iddia etmiyorum), bizzat kendi sermayesi ile kurulan gazeteler bile aleyhine döndü. Dördüncü olarak da bir ara TÜSİAD genel başkanlığını yapan Cem Boyner'de benzer şeyler yaşadı. 1994'de, bir grup liberal yazar-akademisyenle (bu kişiler için aydın yada entellektüel kelimesini kullanmak istemiyorum.)Yeni Demokrasi Hareketi diye bir parti kurudu. Parti 1995 seçimlerinde hezimet derecesinde az oy alıp, kapandı. Partiyi kuran isimler, genel başkan Cem Boyner hariç yoluna devam etti ve çoğu da 2002'de AKP'yi destekledi. İşin ilginç yanı, YDH ve Boyner'i parti kurmaya teşvik eden ve onu kışkırtan gazete ve gazeteciler (başta Hıncal Uluç olmak üzere - https://onbinkitap.blogspot.com/2022/08/hincal-uluc-tarzi-gazetecilik.html -), seçimler yaklaşında bir anda Cem Boyner'i yermeye başladılar. Yermek bir yana, topa tuttular. İşte Kemal Derviş'de, AKP kurulur kurulmaz, böyle topa tutuldu.

Aslında 2002'de AKP'ye oy kazandıranlar, Zaman gazetesi ve FETÖ başta olmak üzere tarikat medyası oldu. O zamanlar merkez medya denen holging medyasının işlevi seçmenleri eski partilerden vazgeçirmek oldu. ANAP, DYP , MHP, DSP gibi bir zamanların iltidar partileri baraj altı kaldı. En ağır darbeyi %21'den, %1.2'e düşen DSP ve Ecevit oldu. Aslında planda MHP'nin baraj altı kalması yoktu ama o da ekstra vurgun oldu AKP için. %35 oyla mutlak iktidar oldu. CHP ise %20 civarında kaldı. Deniz Baykal, herkesin sevmediği kişiydi. Ben o seçimde TKP'ye oy vermiştim.

2002 seçimleri, holdingler için yetersizdi, bu yüzden 2006 seçimleri ve 2010 yetmez aması için hazırlıklara girişildi. Bu da yeni bir yazının konusu.


29 Ekim 2023 Pazar

Türk Gençliğinin Ataya Cevabı

 


Ey Büyük Ata,

Varlığımızın en kutsal temeli olan, Türk İstiklâl ve Cumhuriyetinin sonsuz bekçisiyiz. Bu karar, değişmez irademizin ilk ve son anlatımıdır. İstikbâlde, hiçbir kuvvet bizi yolumuzdan döndürmeyecektir. Bizler, bütün hızımızı senden, ulusal tarihimizden ve ruhumuzdaki sönmez inanç ateşinden alıyoruz. Senin kurduğun güçlü temeller üzerinde attığımız her adım sağlam, yaptığımız her atılım bilinçlidir. En kıymetli emanetimiz olan, Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti, varlığımızın esası olarak, eğilmez başların, bükülmez kolların, yenilmez Türk evlatlarının elinde sonsuza dek yaşayacak ve nesillerden nesillere devredilecektir. İstiklâl ve Cumhuriyetimize kastedecek düşmanlar, en modern silahlarla donanmış olarak, en kuvvetli ordularla üzerimize saldırsalar dahi, ulusal birliğimizi ve yenilmez Türk gücünün zerresini bile sarsamayacaktır. Çünkü, bu aziz vatanın toprakları üzerinde yetişen azimli ve inançlı Türk gençliği, dökülen temiz kanların ve Cumhuriyet devrimlerimizin aydın ürünleridir. Vatanın ve milletin selameti için her zorluğa iman dolu göğsümüzü germek, gerçek amacımızı olacaktır.

Ey Türk'ün büyük Ata'sı !

İstiklâl ve Cumhuriyetimizi korumak gerektiği zaman, içinde bulunacağımız durumlar ve şartlar ne olursa olsun, kudret ve cesaretimizi damarlarımızdaki asil kandan alarak, bütün engelleri aşıp her güçlüğü yenmek azmindeyiz.

Türk gençliği olarak özgürlüğün, bağımsızlığın, egemenliğin, cumhuriyet ve devrimlerin yılmaz bekçileriyiz. Her zaman, her yerde ve her durumda Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağımıza, çağdaş uygarlığa geçmek için bütün zorlukları yeneceğimize, namus ve şeref sözü verir, kendimizi büyük Türk ulusuna adarız.

 

Türk Gençliği

NUTUK 19. BÖLÜM) (GENÇLİĞE HİTABE)

 


Muhterem Efendiler, sizi günlerce işgal eden, uzun ve teferruatlı beyânâtım, en nihayet mazi olmuş bir devrin hikâyesidir. Bunda, milletim için ve müstakbel evlâdlarımız için dikkat ve teyakkuzu davet edebilecek bazı noktalar tebârüz ettirebilmiş isem, kendimi bahtiyar addedeceğim.

Efendiler, bu beyânâtımla, millî hayatı hitam bulmuş farzedilen büyük bir milletin, istiklâlini nasıl kazandığını ve ilim ve fennin en son esaslarına müstenid, millî ve asri bir devleti nasıl kurduğunu ifadeye çalıştım.

Bugün vâsıl olduğumuz netice, asırlardan beri çekilen millî musîbetlerin intibâhı ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.

Bu neticeyi, Türk gençliğine emanet ediyorum.

Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebed muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbâlinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbâlde dahi seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezâhür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bi'l-fiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahîm olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbâlinin evlâdı! İşte, bu ahvâl ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!

28 Ekim 2023 Cumartesi

TARİHTE SOKRATES MESELESİ (FİLMLER-DİZİLER VS)

 


Sokrates, antik çağda yaşamış Yunan filozoflarının en önemlisi olmakla beraber, ardından hiç kitap bırakmamıştır. Bu yüzden de Sokrates'in görüşleri, başkalarının Sokrates üzeriene görüşlerinden alınmıştır. Platon diyaloglarında hep Sokrates'i konuşturur. Platon'un, dört ayrı Sokratesçi okulun (Megara, Kinikler, Elis-Eletria ve Kirene okulları), Sokrates'ten Anılar diye kitap yazan Ksenephon'un, Eşekarıları ve başka bir kaç komedi oyununda Sokrates'le alay eden Aristophanes'in farklı farklı Sokratesleri vardır. Bu sebeple bir kişi yada konuyu başkaları üzerinden anlamaya, Sokrates sorunu diyoruz. Dinde Sokrates sorunu üzerine bir yazı yazmıştım. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2023/06/dinde-sokrates-meselesi.html)

Tarihte Sokrates sorunu da, tarih konulu filmler, diziler falandır. Buna bazı ucuz, basit romanları  ve tiyatro oyunlarını da eklemeliyiz. Tarih bilgisi özellikle milliyetçi ideoloji kurmak için de kullanılır. Sonuçta tarih pek çok güzel hikaye barındırır. Bazılarının değeri ise sinema sanatı ile anlaşılır. Mobiydick, bunun en iyi örneğidir. Gerçek bir hikayeden yola çıkarılarak yazılan rman, yazarı Herman Meville'ın edebiyat dünyasından dışlanmasına sebep olmuştur. Sebebi de beyaz adamın bir hayvana yenilmesi, yani ırkçılık olmuştur. Kitabın yayımından sonra yeni icat edilen sinemanın yapımcıları, romaın güzel film olacağını fark edip, romanı tekrar ünlü etmişlerdir. İşin doğrusu sinema, edebiyatı da her zaman doğru yansıtmaz çünkü onun için önemli olan görselliktir. Sanat türlerinin birbirlerine dönüşümleri zordur. Mesela Grup Yorum'un meşhur Haziran'da Ölmek Zor şarkısının orijinali ona Hasan Hüseyin Korkmazgil şiiri, bayağı bir kırpılmıştır. Şiir, ikinci darbe teşebbüsü de başarısızlığa uğrayınca idam edilen Albay Talat Aydemir ve yine idam edilen kayınbiraderi Fethi Gürcan'a ağıttır ve orijinal şiirde adları geçer.

Tarih ise ne romanlardan, ne dizilerden, ne de sinema filmlerinden öğrenilir. Çünkü sanatın gerçekliği ile tarihin gerçekliği ayrıdır. Bunun yüzlerce, binlerce örneği vardır. En basitinden, Vikinglerin meşhur boynuzlu kaskları, Alman operacılarının icadıdır. Glatyatör döğüşlerindeki meşhur öldür işareti ilk önce 17. yüz yılda bir duvar halısında görülmüş, sonra da sinema sektörü meşhur etmiştir.  Kovboy filmlerindeki, kovboy şapkaları bile, vahşi batının son dönemlerinde ortaya çıkmıştı ve aslında melon şapkalar daha yaygındı. Aslında beyazlar, kızılderililerin kafa derisini yüzüyordu. Yeşilçam filmlerindeki Bizans keilmesi, orta çağ Alman imparatorluğunun icadıydı. Kendi devletlerine Kutsal Roma İmparatorluğu demişlerdi. (Fransızlar, ne kutsal, ne de Roma olan Alman imparatorluğu diye alay ederler.) Kendilerini Roma imparatorluğunun mirasçısı görüyorlardı. Bu yüzden Doğu Roma imparatorluğuna, İstanbul'un, Konstatintin'in fethinden önceki adı olan Bizantion'dan Bizans kelimesi ile andılar. Bu kelime, cumhuriyet ile beraber yaygınlaştı.

Aslında tarih bilimi kendi kaynaklarına bile pek o kadar güvenmez. Mesela bugünün pek çok tarihçisine göre Marco Polo, o meşhur seyahatini hiç yapmamış olabilir. Kendisi Seylan (Bu günkü Sri Lanka) adasının değerli ve yarı değerli taş madenlerini yada Çin seddini çok iyi anlatırken, Çin seddinden hiç bahsetmez. Selçuklu yada Moğol devletlerinin kayıtlarında Marco Polo ve ailesine ait kayır yoktur. Oysa kendisi saraylarda ağırlandığını iddia eder. Eyliya Çelebi'de, filden hamile kalan kız gibi ipe sapa gelmez şeyler anlatır. Fatih Sultan Mehmet'in, istediği camiyi, deprem riski gerekçesiyle daha küçük yapan mimarı cezalandırdığı, mimar kadıya başvurunca da tazminat ödediğini yazar. Oysa bu camiyi küçük yapma olayı, Venedik elçilerinin yazışmalarında da vardır. Mimarın, deprem riski gerekçesi ile suçlandığı doğrudur ama öyle kadıya itiraz yoktur, hapishanede dövülerek öldürülmüştür. Hazarfen Ahmet Çelebi ile ilgili bilgiyi de sadece Evliya Çelebi yazdığı için güvenilmezdir. Zira koskoca bir devletin başkenti olan, en kötü durumunda bile üç yüz bin kişinin yaşadığı, tüccarlar ve diplomatlarla dolu bir şehirde, Gal'ıata Kulesiden, Üsküdar'a kadar uçuş, dünya çapında sansasyon yaratmalıdır. Boğazı uçarak geçmek, modern planörler (yelken kanat) için bile çok zordur. Gene de Evliya Çelebi tarihçiler için ciddi bir kaynaktır. Pek çok kayıp yapının izini, onun eserlerinden bulunmuştur.

Bir bilim olarak tarih, tarihçilere ve kendi bilgilerine de o kadar inanmaz. Heredot, Kartacalıların , Sicilya'daki Sirakuza şehrini ve Sicilya'nın doğusunu işgal edememesini, Yunanlıların kahramanlığına bağlar. Oysa ölen askerlerin kemiklerine DNA analizi yapıldığında, Yunanlıların, paralı Numidya (bu günkü Cezayir kıyıları) askerleri olduğu ortaya çıktı. Kedilerin anavatanı yıllarca Mısır olarak bilindi. Kedilerin DNA'ları incelerince, Türkiye olduğu anlaşıldı.  Tarih bilimi de, diğer bilimler gibi (fizik, kimya, sosyoloji vesaire) her gerçeği tartışmaya açıktır.

Film, dizi, tiyatro, edebiyat ve diğer sanat alanlarında ise tarih sadece bir ilham kaynağıdır. Pek çok kere, gerçeklikten uzan propaganda aracıdır. Onlarca kovboy film, Kızılderili soykırımının yeni nesillere kahramanlık olarak anlatılmasının aracıdır. Amerika, Vietnam savaşını da (bir kaç günah çıkarma filmi hariç) benzer amaçlarla kullanmıştır. Amerikan filmleri, bu propagandanın dünyaya da böyle yayılmasını sağlamış, dünya kamuoyu, Vietnam savaşının, Vietnamlıları ulusal kurtuluş savaşı olduğunu görmeyip, savaşı komünist-kapitalist ideoloji savaşı olarak görmesine sebep olmuştur. Nazi işgali sırasında Alman ordusu, Fransa'da o kadar rahat etmiştir ki, bombalanmamak için pek çok üretimi Fransa'da yapmaya başlamıştır. Normandiya çıkarmasından sonra De Gaule 'ün radyo konuşmasına kadar Fransa'da direniş, bir avuç Komünist'in toz koparmasından ibaretti. Asıl direniş doğudaydı. Alman ordularının % 90'ı doğu, yani Sovyet cephesindeydi. Çöl tilkisi Romel bile, Hitler söz verdiği yeni üretim tankları doğu cephesine göndermek zorunda kaldığı için çekilmek zorunda kalmıştı. Doğu cephesi, Fransa cephesi kadar film yapılmadığı için, o kadar çok bilimiyor.

Türk yapımı film ve diziler de farklı değildir. Yeşilçam'ın filmlerindeki Osmanlı tiplemeleri tamamen sahtedir ama düşündüğünüz kadar amatörce değildir. İnce bir propaganda ve yapay bir kahramanlık olgusu işlenir. En belirgin olarak, çizgi roman kökenli filmlerde,  görürüz. Hem çizgi romanlar, hem de filmler abartılı bir yiğitlik ve milliyetçilik üzerine kuruludur. Basit hamaset yüklü, diplomasi içermeyen savaş filmleridir. Türkler sayıca az olarak düşmanı (Düşman tercihen Kahpe Bizans'tır) yener, düşman sadece hile ile üstün olur. Tekfur (Bizanslı derebeyleri) kızları, Türk akıncılarına bir bakışta aşık olur ve 'de yatağına alır. (Zina erkeklere suç değildi, şu anda bile çoğu Müslüman ülkede tecavüz bile erkekler için, pratikte suç değildir. İslam tarihi boyunca recm ile ölen erkek yok denecek kadar azdır. Bellerine kadar gömüldükleri için kendilerini kurtarıp, kaçarlar. Kadınlar göğüslerine kadar gömülür ve kaçamazlar.) Filmin sonunca tekfur, surlardan atlaya atlaya kaçar ama sonunda yakalanır. Filmlerde karakterler bol bol Türklükle övünür. Oysa tarihe bakarsanız hem Selçuklu, hem Osmanlı, Türklerden nefret ederdi. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/03/baban-bile-olsa-turku-oldur-hafz-hamdi.html) Selçuklu sultanları, Keykubad, Keyhüsrev gibi antik İran devlet adamlarının adını alıyor, kendisine isyan eden yörüklere Biidrak Türkler diyordu. Tarkan'a konu olan Avrupa Hunları ise muhtemelen Türk kelimesinin anlamını bile bilmiyordu. Yüzden fazla kabileye önderlik ediyorlardı ve Atilla ölünce, süte daldırılmış kurabiye gibi dağıldılar. Atilla'nın ölümünün ardınan on beş sene geçmeden, oğlu Dengizik'in kesik kafası Konstaninopolis'in (şimdiki İstanbul) sokaklarında dolaştırıldı ve bu günkü Sultan Ahmet meydanında sergilendi. Avrupa Hunları, kuzey kavimlerinin (Kelt-İskandinav-Alman) tanrılarına, özellikle de Odin'e tapıyorlardı. 

Yeşilçam'ın tarih filmleri, hele de bu günün izleyicilerine çok amatör gelir. Oyunculuklar çoğu kez, müsamere kıvamından da kötüdür, tarihsel kronolojiye uymaz, dekorlar, kostümler berbattır, kollardaki saatler, modern aksesuarlar, park edilmiş arabalar gözükür. Pek çoğu da Rumeli Hisarında çekilmiştir. Filmin adın Kanije kalesidir ama arkadan kocaman Rus tankeri geçer. Bu filmlerde profesyonel olan tek şey, faşist propagandadır. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/10/cuneyt-arkinin-veremedigi-hesap.html) (https://onbinkitap.blogspot.com/2021/10/cuneyt-arkin-kimdir.html) Filmler, tek bir şeyi amaçlar, seyircinin şoven hislerini, daha doğrusu faşizan üstünlük duygusunu arttırmak.  (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/09/fasizan-ustunluk-duygusu.html)

Son dönem tarihi diziler de bu amaçla yapılmaktadır. Belki Yeşilçam amatörlüğü, daha doğrusu vasat altı sinemacılığından, oyunculuğundan, az bir şey daha iyi. Tarihsel olayların kronolojisine biraz daha dikkat ediliyor, kostümler falan daha iyi. Lakin bir film yada dizi, tarih ktabı değildir. Bunlar bir tarih belgeseli olarak da çekilmemiştir. Amaçları reklam, propaganda ve reyting (izlenme ve satış)'dir. Mesela seyirci harem hayatı ile ilgilenmeye başladığında, savaşlardan çok, harem kadınlarının çekişmeleri konu edinilir. Kıyafetler, özellikle kadın kıyafetleri, dönem kıyafetinden çok, sponsor firmaların abiye-kına gecelik elbisleridir. Altın takılar da tamamen kuyumculuk firmalarının patentli tasarımlarıdır. Hatta ben bir dizideki türban, neden enseden bağlanmış diye merak ederken öğrendim ki, amaç küpeleri göstermekmiş. Son günlerde de türbanlılar arasında bu tarz da, bu yüzden moda olmuş.  Son dönem dizilerinde en absürt olgu, savaş sahnelerinde koca padişahların-meliklerin, ellerinde kılıçla, düşmanla birebir savaşmaları. on binlerce, yüz binlerce askeri yöneten koca sultanlar, o kadar yönetim işlerinin arasında bir de hoplamalı, takla atlamalı döğüş mi yapıyorlardı, maksat seyirci eğlensin. 

Diğer yandan bir propaganda da söz konusu. Mesela son dönem hiç bir Osmanlı kadınının fotoğraflarında türban-baş örtüsü görmeyiz  O dönemde Abdülhamit ve diğer padişahlara yakın olanlar, onun alkole, hele de konyağa düşkünlüğünden bol bol bahsetmekte. Daha ilginci ülkemizde Türkçe çevirisi ve baskısı 1991'de yapılan Arabesk adlı anı roman çok ilginç. Misbah Haydar'ın babası Ali Haydar, Mekke Şerifi Hasan Hüseyin'in kardeşi. Annesi ise bir İngiliz kadını. Ali Haydar ve ailesi, rehin olarak İstanbul'da yaşıyor. Buna rağmen Hasan Hüseyin, isyan ediyor. Sonuçta Osmanlı, peygamber soyuna ne yapabilirdi ki. (Araplar peygamberin öz torunlarını katledebilme haklarına sahipti.) Bu kitap için ayrı bir yazı yazmak istiyorum. (Sırası ne zaman gelir, bilmiyorum) Şerif'in ailesi, İstanbul'da bir köşkte, Osmanlı devletinden aldığı gelirle, lüks içinde yaşıyor, Osmanlı ailesini hor görüyor. Tabi bu hor görme, kendi aralarında. Şerif ailesi, diğer Arapları da  hor görüyor. Aile içinde Arapça konuşmuyor, Mekke'ye dönmeyi bekliyor. Çünkü has Arapça, Hicaz Arapçası. Ancak kitap yazıldığında daha dönmemişler. O da cumhuriyet ilanı ile maaşları kesildiği için İstanbul'dan ayrılıp, Beyrut'a geldiklerinde, aşçılardan ve hizmetçilerden öğreniyor.Babasının deyimiyle mutfak Arapçası. Misbah'ın annesi bir ajan ve kızını da aja olarak yetiştirmiş. Kitaptan öğreniyoruz ki Misbah'ın annesi (kitabı yıllar önce okumuştum, unuttum), Arap aristokrasisine giren ne ilk ne son İngiliz gelin. Aslında neredeyse 17. yüz yıla uzanan bir Arap-İngiliz ilişkileri var. Yani Thomas Lawrence geldi, hemencecik tüm Arapları kandırdı diye bir durum yok. Çok uzun yıllara dayanan köklü ilişkiler var.

Yirmi beş yıldır öğretmenliğimde gördüğüm şu ki, pek çok erkek öğrencinin tarih sevgisi, aslında masal sevgisi. Oysa Tarih, tıpkı fizik, kimya, biyoloji, sosyoloji, mantık ve diğer pek çok bilim dalı gibi, ciddi bir bilim dalı. Öğrenmek için, bilimsel metodlarla yazılmış tarih kitaplarına ve bizzat o devrin tanıklarına-belgelerine bakmak gerek. Propaganda ve masal dolu film, diz, roman, tiğaytro ve benzeri sanat ürünlerine değil.

27 Ekim 2023 Cuma

Michael Josephson-Önemli Olan Nedir?

 


Hazır olun ya da olmayın, bir gün sona geleceksiniz.

O gün geldiğinde zenginliğiniz, hıncınız kininiz, öfkeleriniz, hayal kırıklarınız, umutlarınız, tutkularınız. planlarınız ve yapmak istediklerinizin hiçbir önemi kalmayacak !

Öyleyse önemli olan nedir?

Yaşadığımız günlerin değeri neyle ölçülür.

Önemli olan, ne aldığınız değil, ne verdiğinizdir.

Önemli olan, öğrendikleriniz değil, öğrettiklerinizdir.

Önemli olan, doğruluk, dürüstlük, merhamet, fedakarlık ve cesaretle atmış olduğumuz her adımla, başka yaşamları zenginleştirmiş olmanızdır.

Önemli olan, yetenekleriniz değil, karakterinizdir.

Önemli olan, diğer insanları yüreklendiren, onların sizi takip etmesini sağlayan örnek bir insan olmaktır.

Önemli olan kaç kişi tanıdığınız değil, siz gittiğinizde ebedi bir yoksunluk hissedecek olan insanların sayısıdır.

Önemli olan, hatıralarınız değil, sizi sevenlerin kalbinde yaşayacak olan hatıralarınızdır.

Önemli olan, ne kadar uzun süre hatırlanacağınız değil, kimler tarafından ne şekilde hatırlanacağınızdır.

Önemli bir hayat yaşamak rastlantıyla olmaz.

Önemli olan, koşullar değil, seçimlerinizdir.

Önemli bir hayat yaşamayı seçin.

Michael Josephson