21 Ocak 2021 Perşembe

KANDIRILMANIN KABUL EDİLEBİLİRLİK ÖLÇÜTLERİ 3



 6)Ava giderken avlanmak: Türkçenin fiil çekim kurallarının cilvesi olarak avlanmak kelimesi, hem av yapmak, hem de av olmak anlamına gelir. Dolandırılan pek çok kişi de, av yapmaya giderken av olanlardır.

Ünlü dolandırıcı Sülün Osman'ın kendisi kadar ünlü bir sözü vardır. Ben asla dürüst insanları dolandırmadım, beni dolandırmak isteyenleri dolandırdım. Sonra örnekler verir, Osman'ın elinde altın bilezik vardır, ameliyat için yok pahasına satacaktır, hemen kabul ederler, sabah da o bileziklerin sahte olduğunu öğrenirler. Ya da üç kuruşa şehrin ortasındaki devasa arazinin, boğaz köprüsünün satın alabileceğini ve fahiş kar edeceğini sanır.

Avlanmaya giderken av olmak, bu kadar ahmakça olmayabilir. Mesela ponzi sistemi denen ve dışarıdan iş yapıyor görünüp, aslında tamamen yeni katılımcıların, eski katılımcıların faizini ödediği sistemlerde de benzeri durum vardır. Bu sistemlerde paranı son anda çekersen büyük kar ederesin. Pek çok kişi bu son dakikayı kaçırır.

Çiftlikbank olayında da son bir buçuk hatta iki ay öncesinden para çekmeler durdu. Bazıları daha fazla para yatırıp, para çekmek için ayrıcalıklı müşteri olmayı denedi. ( Pek çok ponzi sisteminde işleyen bir durumdur.) Bu durum işlemediği gibi benim naçizane tahminim Çiftlikbank olayında bu son dönemde yatan para kayda da geçmedi.

Siyasette de bazen benzeri olur. Karl Marks, Paris Komününü anlatırken esnafın isyanın bastırılmasına ne kadar sevindiğini anlatıyor. Oysa bankalar, büyük bankalar ve büyük çaplı alacaklar, isyanın bastırılmasında katkılarına bakmadan, borçlarını faizi ile aldılar.

7)Aslında pek de kandırılmamış olmak, kandırılmışlıktan karlı çıkmak: Bu da başka ve hassas konu. Siyasette kandırıldığını söyleyenlerin, bu kandırılmadan karlı çıkmış olması ilginç bir durumdur.

13 Ocak 2021 Çarşamba

KANDIRILMANIN KABUL EDİLEBİLİRLİK ÖLÇÜTLERİ 2



 4.)Kandıranın niyetinin açıklığı: Kandıranın niyeti çoğu kez gizli değil. Bazen fazlası ile açık. Hitler, Kavgam'ında Rusya'yı işgal etme niyetini daha 1924 yılında açık açık ilan ediyor mesela. Bizim donanmamız yok, bizim imparatorluğumuz doğu da ve karasal olacak diyor. Sonuçta Stalin, Hitler'in her an saldırmasına hazır olmalıydı.

Benzer bir şekilde, Fetö'nün ülkeyi ele geçirme planları, televizyon yayınına bile çıkmış, kendisi de bu yüzden Amerika'ya kaçmıştı. Yani 15 temmuz beklenmedik bir şey değildi. Kaldı ki 2016'nın şubat ayından itibaren örgütün basını, adeta biz darbe yapacağız diye bağırıyordu. (Özellikle de Nazlı Ilıcak)

12 Eylül'de  bazı şeyler 1980 yılında başlamıştı. Özellikle Fatsa operasyonlarından sonra, gardiyanlar, askerler ve polisler daha gaddar olmuşlar, Kenan Evren'de genelkurmay başkanı olarak daha sık açıklama yapar olmuştu.,

Fetö'yü hocası Said-i Nursi'den ayırmaya kalkıyorlar. Oysa o risaleleri okusanız, Fetö'nün, hocasından farklı düşünmediğini ve davranmadığını anlarsınız. Hatta diğer kanaat önderlerinin  (F-G ve diğer şeyhlere zamanında öyle deniyordu) yazdıklarını okursanız ne demek istediğimi anlarsınız.

Peki onca yazıp-çizilmesine rağmen solcu, hatta çok solcu kitlenin bu açık gerçeği görmemesine ne demeli? Adamlar niyetini açıkça söylüyor ama sen onların işçiden-emekçiden-özgürlükten yana olduklarını zannediyorsun.

5)Kandırmanın daha önceki örnekleri: İnsan sadece kendi yaşantılarından değil, başkalarının yaşantılarından da öğrenen canlıdır. Daha önce çok kişinin canını yakmış, ayyuka çıkmış dolandırılma yöntemleri sizin üzerinizde işe yarıyorsa, ciddi anlamda sorun var demektir. Türkiye'de belli dolandırıcılık yöntemleri vardır. Belli dönemlerde çok yaygındır ve sık sık haberlere konu olur.

Telefon dolandırıcılığını ele alalım. İnternetin ilk yıllarında Bulgaristanlı kızlar Türk erkeklerini çok dolandırıyordu. (Bulgaristanlı diyorum çünkü çoğunluğu Türk de olsa aralarında bolca Roman ve Bulgar'da vardı. Bulgaristan'da Romanlar, Hristiyan da olsalar, kendi aralarında Türkçe konuşma alışkanlıkları yaygındır. Pek çok Bulgar da, ticari ilişkiler sebebi ile pek güzel Türkçe öğrenmiştir.) Bu kızlar genelde gavurla evlendirileceği bahanesi ile Türkiye'ye gelmek istiyor, bunun için pasaportlarını çıkarabilmek için bir kaç yüz ero istiyordu. Bazen de hasta babası için para istiyordu. Watsapp ve benzeri uygulamalar bu tür dolandırıcılığın kökünü kuruttu. Çünkü sınır kapısındayım,  bin ero daha gerek falan dendiğinde, konum at falan diyebiliyorsunuz.

Bir de polisten, Mitten, Jitemden arıyoruz, telefonunuzu teröristler kullanıyor ve benzerleri ise klasiktir. Öte yandan iş dünyasında her sektörde veya ticaretin genelinde, iş dünyasında yıllar geçtikçe öğrenilen dolandırılma türleri vardır. İşe girince bazılarını sizden daha tecrübeliler öğretir, bazılarını da zamanla siz öğrenirsiniz.

Kandırma yöntemleri de sık sık tekrarlanır. Michel Moore'un Aptal Beyaz Adamlar kitabında okuduğuma göre Fox Tv  (Amerika'da olanı) 2000 seçimlerinde George Bush-Al Gore arasında fark azken, benzer bir şekilde adam kazandı oyunu oynamış. (http://onbinkitap.blogspot.com/2019/01/adam-kazand-m-acaba.html ) Sonra Narcos dizisinden öğrendiğime göre aynı oyun Meksika'da da oynamış ve bu oyunun adı, SEÇMEN BASTIRMA imiş. Neyse ki son İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde tutmadı. (Devam edecek)

10 Ocak 2021 Pazar

TWİTTER'DA KIZKARDEŞLİK HAREKETİ



Yılın son ayına girmişken bir tweet, ardına takılan yirmi kadar kadınla beraber me too (ben de) hareketine döndü. 8 aralık 2020 'de Leyla Salinger adlı ve şu günlerde kapatılmış bir hesaptan önce ünlü yazar Hasan Ali Toptaş, arka arkaya ben de diyen kadın yazarlarca tacizle suçlandı. Toplamda yirmi kişi kadar oldular. Sadece Hasan Ali Toptaş değil, pek çok yazar (çoğu da basbayağı solcu) da bundan nasiplendi. 

Olayı batıran, Hasan Ali Toptaş'ın ne özür dilemeye, ne de itiraf etmeye benzeyen açıklaması oldu. Pek çok kişi bu yazıyı yayınevinin ya da basın danışmanının falan yazdığını söyledi ama bence kendisi yazmış. Okuyucuları iyi bilir, eril faillik tam ona göre bir tamlama. Hem Öz Türkçe, hem de Osmanlıca. Skandal boyunca herkesin ağzında bu söz vardı. Yani er oluna, erkek olunca, bu erkekliğin faaliyeti olunca affedilmesi gerekliymiş gibi! Bora Abdo ise sarhoşluk ve ilaç kullanmasını içeren bir özür mesajı ile ifşa oldu, ardından da her iki yazarında yayınevleri ile ilişkisi kesildi. 



Bu süreçte Toptaş'ın eril faillik kelimesi o kadar alay konusu yapıldı  ki, mesajı sildi ve çevir-kazı yanmasın hesabı, mesajını sildi, özrünü geri aldı. Üstat, sen de uçana-kaçana saldırmışsın. Bora Abdo'yu ize taciz ettiği kadına yazdığı ve ilaç kullanmasını bahane ettiği özrü yaktı. (İtiraf edeyim, kendisinin adını bu olayla duydum.)

Bu süreçte ilgimi çeken sağ medyanın bu konuya önce ilgisiz, sonra erkeklerden yana tavır takınması oldu. Oysa sağ basın, sola belden altı vurmaya bayılır. Önüne de gümüş tepside altın tepside fırsat geçmişti.

Sağ basın, onlarca solcu yazarı yerden yere vuracağı fırsatı neden geri çevirmişti?

Olay, kadınların biz taciz edildik, incitildik diye kamuoyuna söylemesi, bağırıp, çağırmasıydı. Muhafazakarlıkta, kadınların taciz edildiğinin duyulması, tacizin kendisi kadar kötüdür. Tacizciye cesareti de bu verir. Kadın, tacizden korkmalıdır ki, gece sokağa çıkamasın, her zaman yanında, yakınında bir erkek arasın, erkeğim olsun da soğan erkeği olsun, desin.

Türkiye'de en liberal, sol kesim bile erkek egemendir. Solda bile kadınlar anca birbirleri ile dayanışarak iki tacizcinin hakkından anca geldi. Bir araya gelen kadınların hepsi de kurbandı. Gönül isterdi ki, tacize uğramamış kadınlar da, hemcinslerine yardım etsinler. Şu an bu da büyük bir gelişme.

Bunun bir de çekememezliklerin, birbirine laf sokmaların, entrikaların bol olduğu edebiyat dünyasından başlaması da önemli bir gelişmedir. (Türkiye'de edebiyatta para yoktur ama entrika boldur. Beş yüz bile satmayan, yüz sayı bile yaşamayan dergilerde şiir-öykü çıkması bile büyük olaydır.)

Egemen sınıflar, egemenliklerini bilir ve korumaya çalışır. Egemen olmayan sınıflar ise bunu bilmez, kendi sınıfından nefret eder, egemen sınıfa yaranınca, yağ çekince, üst sınıfa çıkacağını sanmak bir yana, üst sınıf olduğunu sanır. Dünyada sendikalı işçilerden nefret eden bir sürü sendikasız işçi vardır ama sendikalı işçileri işten çıkaran patronlardan nefret eden çok az patron görürsünüz. (Hatta bence hiç görmezsiniz)Benzer bir şekilde bir sürü kadın feministlerden nefret eder ama maçolardan nefret eden erkek bulamazsınız. Benzer şekilde pek çok işçi sendikalardan, pek çok kadın da kadın derneklerinden nefret ederler.

Çünkü işçilerin pek çoğu patronun has adamı olunca sınıf atladıklarını ya da atlayacaklarını zannederler. Benzer şekilde kadınların da pek çoğu iyi bir erkeğe sahip olunca, kadınların uğrayacağı zulümden kurtulacaklarını zannederler. Oya Atatürk, milletleri kurtaranlar anca kendi azmi ve kararıdır demiştir ve bu milletlere kadın milleti de dahildir.



Şimdi halen bilmeyen kadınlar için, erkeklere ait üç sır açıklayayım. İki aşk arasında kalmış erkek yoktur, yüzsüzce iki kadını da kullanan erkek vardır. Kuyruk sallayan dişi köpekten çok, birbirlerini gazlayan erkekler vardır. Bu, daha ergenken daha milli olmadın mı muhabbeti ile başlar (Bu iğrenç tanım halen kullanılıyor mu bilmiyorum.), sonra kız sana iş atıyor, görmüyor musun, badak mısın, incel misin (badak ve incel kelimelerini de ekşisözlükten öğrendim) gibi kışkırtmalarla devam eder. 

Üçüncüsü de şiddet uygulayan kişi, o şiddetin bedelini ödemedikçe gerçekten pişman olmaz. Kadına şiddet uygulayan erkek de, temelli terk edilmedikçe, tacizci de en azından ifşa olmadıkça pişman olmaz. Erkek egemen toplumda, başka bir erkeğin korumasından çıkmış kadının kendi hakkı olduğunu öğrenmiştir çünkü. (Bu yüzden bir erkeğe en kesin hayır yanıtı, bir sevgilim var yalanıdır.)

Kadınlar olarak birbirinizle destek olmalı ve tacize uğramış, incinmiş hemcinslerinize sahip çıkmalı; dahası bunu yapanları bağıra-çağıra ifşa etmelisiniz. Nasıl ki parasını çaldıran değil, hırsız suçluysa, taciz edilen değil, taciz eden suçludur.


REHBER ÖĞRETMEN DEĞİL, OKUL REHBERLİK UZMANI

 


Öğretmenler arasında meslektaşlarınca en sevilmeyen branş, rehber öğretmenlerdir. Diğer öğretmenlerin gözünde elinde çay kupası ile ortalıkta dolanıp, bir sürü evrakı da öğrencilere doldurtmak üzere kendilerine veren birisidir. Okula geç gelir, erken gider, her gün gelir ve tam ek ders ücreti alır, çoğu kez diğer öğretmenlerle pek muhatap olmaz falan.

Aslında olay, bu işi en baştan yanlış adlandırmamıza dayandırılıyor. Bu meslek bir öğretmenlik değil. Bu meslek okul psikologluğu, sosyal hizmet görevliliği ve rehberliğidir. Adı bile uzun olan bu mesleğin görevi de çok karmaşıktır ki, kalabalık okullarda iki ve daha fazlası gerekir ama pek çok okulda bir tane bile zor bulunur.

Bu mesleğe rehber öğretmen denmesinin iki sebebi var. İlki öğretmenler, kadro olarak, üniversite mezunu devlet memurlar arasında en düşük maaş alanlardan biridir. Diğer sebebi ise, Türkiye'de öğretmenliğin meslek olmamasıdır. Sınıf öğretmenlerinin önemli bir kısmının ziraat mühendisi,  pek çok bankacının kariyeri kesintiye uğrayınca İngilizce öğretmeni yapıldığı bir ülkedeyiz. Böyle bir ülke olarak eğitimde geri kalmamız son derece normaldir. Sağlık meslek lisesi edebiyat öğretmenini, il sağlık müdürlüğüne, şube müdürlüğü yapabildiği ülkenin sağlıkta geri kalması normaldir.

Bu branşta da, özellikle özel okul ve dershaneler halen felsefe öğretmenleri bolca çalıştığı gibi, devlet okullarında da önemli miktarda var. Bir kısmı 2002-2004 gibi atandı, bir kısmı da geçici kararnamelerle yıllarca rehber öğretmenlik yaptı ve halen yapıyor. Ben de, Anadolu öğretmen liseleri kapanım da tekrar felsefeye döndüğümde, benim durumumda olanları rehberlik öğretmeni olma ihtimali vardı. Ben yapabileceğime inanmadığım için zorlamadım. Pek çok arkadaş, özellikle Facebook ve benzeri gruplardan kampanya yaptı ve olmadı. Branşın asıl sahibi sayılan, kapanan eğitim programlama bölümü mezunları, milli eğitim ne yapacağını bilmediğinden rehber öğretmen yaptı.

Sosyal medyada, özellikle Ekşisözlük'de öğretmenlere kin kusanlar, öğretmen olmak isteyip de olamayanlar olduğu gibi, rehber öğretmenlere nefret eden öğretmenler de, bu branşa geçemeyenlerdir.

Öte yandan bu branşın önemi anlaşılamadığı gibi, görevi de anlaşılamıyor. Mesela bu branş, okul psikoloğu gibi görevi olmakla beraber, terapistlik değildir. Zira okul psikoloğu başkadır,  klinik psikolog başkadır. Okul yönetimi ile işbirliğindedir, o tanıma testleri de pek çok okulda ciddiye alınmıyor. Pek çok öğretmen için zaten pek yeni olan rehberlik servisi, problemli öğrencilerle görüşen, disiplin işlemlerinde imza atan, bir sürü evrak işini öğretmene yıkan kişidir. Bunun için rehber arkadaşlar bilgileri sadece sınıf öğretmenleri ile değil, tüm öğretmenlerle paylaşmalıdır. 

Kaldı ki bir okulun tüm yükünü tek başına taşıyamaz.

Eğitimin çok derdi var, bugünlük bunu yazdım.



7 Ocak 2021 Perşembe

KANDIRILMANIN KABUL EDİLEBİLİRLİK ÖLÇÜTLERİ-I



 Kandırılmak hayatın kaçınılmaz bir sonucudur ve hayatta kandırılmamış kimse yoktur. İnsan denen varlık çok bencil de olsa, topluluk halinde yaşamaya mecburdur. Bu sebeple güvenmek için ve güvenmemek için sebepler, ölçütler oluşturmuştur. Ben de kendimce bu ölçütleri, yani kandırılmanın mantığını anlatmaya karar verdim. Maddeler halinde yazıyorum:

1)Kandırılanın yetkinliği; Kandırılan olarak yetkin-yetişkin değilseniz, kandırılmanız hoş görülebilir. Yasalar da bunun yanındadır. On sekiz yaşından küçük birisi senet imzalarsa geçerli değildir. Gene yaşı çok küçük biri ile, o kişinin isteği bile seks yapmış olursanız, bu iğfal suçuna girer. Yani o kişinin aklı olgunlaşmadığından, onu kandırmış olursunuz. Bunun yanında demans (bunama), akıl hastalıkları durumunda da benzeri yetkin olma konusuna girer. 

Yaşınız ve beden sağlığınız sağlam olmasına rağmen yetkin olmama konusu da o konuda bilgi azlığınız olmasıdır. Örneğin köyden yeni göç etmiş birisinin dolandırıcıdan Boğaziçi köprüsünü ya da Saat kulesini satın alması normaldir. Yılların esnafı, tüccarı olarak böyle basit dolandırılmanız çok mantıklı değildir. Oğlu polis olan bir arkadaştan, başka bir polisin, telefon dolandırıcıları tarafından, sizin telefondan albayın karısını rahatsız ediyorlar diye dolandırıldığını duymuştum da ne gülmüştüm. Teşkilat olarak parayı kurtarmışlar ve olay duyulmasın diye büyük çaba harcamışlar.

Politik açıdan bir liseli genç ya da taşralı bir politikacı kandırılmış olabilir ama yılların tecrübeli politikacılarının kandırılmasını normal görmeli miyiz, kabullenmeli miyiz? Ya da o en kalite okullarda okumuş, yurt dışında gezmedik ülke bırakmamış, Türkiye'yi bıraktım, yurt dışında kaliteli üniversitelerde mastır, doktora yapmış aydınlarımız, kumpası görmediler mi ya da yetmez amanın tek amacının yargıyı ele geçirmek olduğunu görmediler mi? Ben yabancı dil bile bilmeyen, onların pek  çoğunun okuduğu liseden bile daha geri olanakları olan bir taşra üniversitesinden mezun, taşrada bir lise öğretmeni olarak gördüğümü, onlar nasıl görmediler? O kadar eğitimin sonu, kullanışlı aptal olmak mı?

Gene şu günler Adnan Oktar'ın kediciklerini, kandırılmış masum kızlar gibi gösterme çabaları var ve bunda da başarılılar. Bilkent, Koç, Boğaziçi gibi kalburüstü, yüksek puanlı ve yüksek ücretli üniversitelerde okumuş ve üst düzey gelirli aileden kızlar nasıl kandırılabiliyor?

2) Kandıranın Kandırana Yetkinliği: Kandıran çok üst düzey bir dolandırıcıysa ya da dolandıranın iyi niyetini suiistimal edebilecek bir konumdaysa, kandırılma mazur görülebilir. Yıllarca güven kazanmış bir doktora, ciddi bir bilim adamına inanmamız da normaldir.

Öte yandan ilkokul mezunu bir vaizin etrafında o kadar çok insanın toplanması mantıken kabul edilebilir değildir. Sıradan bir banka memurunun, devasa miktarda parayı çaldığına veya zimmetine geçirdiğine kolay kolay inanmayız.

3)Kandıranın kaçıncı kez kandırdığı: Kumarda bile ilk elin günahı olmaz derler. İnsan ilişkileri özünde güven vardır ve çoğu kez yabancı birileri işe önce güvenimizi kazanarak ya da kazanmaya çalışarak geçer. Oysa aynı kişinin bizi defalarca dolandırılmansın arkasında başka nedenler ararız.

Banker Kastelli, Fadıl Akgündüz gibi kişiler, çoğu kez de aynı kitleyi, defalarca dolandırılmıştır .Bu dolandırılma tabi ki normal değildir. Aslında bu kişiler dolandırılmamaktadır. (Daha sonraki bir maddede yazacağım)

Aslında tek parça yazacaktım ama yazılması uzun sürecek. Bu yüzden de bir kaç parça olarak yazacağım.

4 Ocak 2021 Pazartesi

KOLPAÇİNO'DAN DÜZENİN ELEŞTİRİSİ



İşin doğrusu ben de Şafak Sezer'i sevmediğinden Kolpaçino serisini izlemeyenlerdendim. Etrafımda çok fazla insan bu filmden replikleri paylaşınca, ben de üç filmi bir solukta izledim. Çok komik olmakla beraber, sisteme ciddi eleştiriler de var, aslında absürtlükte zirve yapmakla beraber,  hatta senaryo nedir, olayların gidişi nedir derseniz anlatacak bir şey bulamazsınız.

Öte yandan üç filmde de dikkat çeken noktalar var. Mesela filmdeki karakterler, karşısındaki güçsüzken, çok cesur olup, esip, gürlüyorlar. Karşısındakinin güçlü olduğunda da aniden geri çekiliyorlar. Örneğin üç filmde de rol alan Ganyotçu karakteri (Ebubekir Öztürk, Özgür karakteri ile baş başa olduğunda esip, gürlüyor. Kumarhane deki çatışma sahnesinde ise, daha konuşmanın başında silahların konuşacağını anlayıp, masanın altına giriyor. Filmin kahramanlarının her filmde en az iki kere cesurca atılıp, korkakça kaçamama sahnesi var.

Filmdeki karakterler her türlü illegal ve gayrı ahlaki işe karışmakla beraber,  dillerinden Allah sözü düşmüyor. Olaylarda her türlü rezillik  boyu geçmiş ama din, iman yerinde. Film serisinin dile pelesenk olmuş bir sözü gibi, imkanları olsa on numara namaz kılacaklar.

Filmin tüm önemli karakterleri erkek, çoğu evli ve hepsinin de, evli olsalar bile metresleri var, nakit karşılığı günü birlik cinsellik yaşıyorlar ama gene de toptan bir abazanlık, cinsel açlık durumları var. Kadınlar hakkında da, eğer kendi namus dairelerindeki bacı-eş-ana- kadınlardan değilse, sadece cinsel objeler. Onlar hakkında hep aşağılayıcı bir dille konuşuyorlar. Hatta filmlerin birinde olayın kahramanlar, başka bir kişinin (Sabri- Aydemir Akbaş) kıza hakareti yüzünden kızın sevgilisinin zengin ve güçlü bir adam çıkması yüzünden darp ediliyorlar.

Üç filmde de yapılan kanuni işler lüks araba satıcılığı ve inşaat işlerinden ibaret. İnşaat da devlet ihaleleri ve lüks konutla sınırlı. Satılan arabalar da, süper lüks arabalar. (Neden acaba?)

Filmde uyuşturucu kullanmak (genelde yanlışlıkla alınıp, komik durumlara sebep oluyor) değil de ticareti yaygın. Adam öldürme, hırsızlık ve dolandırıcılık, sıradan olmadan da öte, komiklik unsuru. O kadar cinayet işleniyor, canlı bomba bile patlıyor ama tutuklanan pek az, tutuklansa da bir şekilde kendilerini kurtarıyorlar.

Filmlerde en çok gözüme batan şeyse, kahramanların hainliği, sürekli birbirlerini dolandırıp, kandırmaları oldu. Öyle ki üçüncü filmde, olayların merkezinde bulunan ve dış ses olarak da konuşan Özgür karakteri, tüm arkadaşlarına ihanet  edip, önceki filmde kendisine ihanet edip, boşanmasına sebep olan Sabri'nin paralarını çalıyor. Ardından karısını ve kızını da arkadaşları gibi geride bırakıp, Hollanda'ya gidiyor. Filmde bir tane bile dürüst kişi yok. Hırsızın, hırsıza itimadı kalmamış. Görünüşte çok iyi arkadaşlar ama hep birbirlerinin zayıflığından faydalanma çabası içindeler.

Film serisini izlememe bir sebep de oyuncuların ara ara film karakteri gibi davranmaları. Ganyotçu, Atatürk'e söverken tam bir Ganyotçu gibi davrandı. Son filmdeki başkan rolünü oynayan oyuncu da, başkan gibi(Başkan da şu günlerde muhalefet partisini tehdit eden mafya liderinin aynısı. Sazan Sarmalı filminde de bir ara duş alma tehditleri savunan bir mafya liderinin aynısı vardı.) milleti tehdit edip, film dünyasından kovulmuştu. Aydemir Akbaş yılların oyuncusu ama filmde de, gerçek hayatta da 1975-80 dönemi filmlerde oynadığı gibi davranıyor. En son Onedio'da Şafak Sezer'in evi, Özgür'ün evi aynısı haberin görünce, filmi izlemeye karar verdim.



Gülse Birsel, Haeper's Bazaar dergisinde çalışırken, tıpkı Avrupa Yakası'nda olduğu gibi derginin fotoğrafçısının adı Cem, moda editörünün adı da Yaprak'dı. Fotoğrafçı Cem Göçmen, dizideki oyuncu Levent Üzümcü ya da dizideki Cem karakterine pek benzemiyor ama dizideki yaprak aynen editör Yaprak Gerçek. Rutkay Aziz'in oynadığı emekli ve zampara diplomat Bülent Onaran karakteri ise, öldüğü zaman bayağı konuşulmuş,  meşhur bir medya yöneticisi oal Ercan Arıklı. Gülse Birsel'in çalıştığı medya holdinginde dergilerden sorumluymuş.

Gülse Birsel aslında kendi çevresini hicvetmiş. Avrupa Yakası'ndan sonra da pek çoğu senesini dolmadan yayımdan kalkan komedi dizilerinde aynı Nişantaşı'lı zengin çevreleri hicvetmişti. Yani gördüğünü yazmış. Tahminim, Şafak Sezer de aynısını yapmış.

Bu filmleri, bu günlerde absürt komedi diye izliyoruz. Gelecekte bir devri, o devrin adamlarınca hicvedildiği komediler olarak izleyeceğiz.

29 Aralık 2020 Salı

İNAMIYORSAN SAYGI DUY, BEN SANA DUYMASAM BİLE


 

Suç yükleme ya da duyar kasmanın en can sıkıcı türü, inanmıyorsan saygı duy, duyarıdır. Bunu diyenler özellikle güçlüyken, başkalarına pek saygı duymayanlardır. Siz hiç inananların, inanmayanlara saygı duyduğunu gördünüz mü? Hele de güç ellerine geçince.

Onlar oruç tuttuğunda, kimse yiyip, içmemeli, hatta yemekten bahsetmemelidir. Cami yakınlarında alkollü içecek satan  bir yer olmamalı, onlarla aynı ortamda içkiden bahsedilmemeli. Oysa onlar meyhanenin yoluna cami açmalı olur-olmadık yerde namaz kılmalı ve Ramazan ayında sokakta yemek yiyenleri dövmelidir.

Bu hassasiyetleri de garibandadır. Örneğin sokakta yemek yiyenlere saldırırlar ama AVM'ler en dindar şehirlerde bile serbest bölgedir. Ankara'da halkın aklına Kocatepe denildiğinde camiden çok AVM gelir. Bu AVM'nin içinde (şu günlerde korona sebebi ile olmasa da), Ramazanda da rahatça yiyip, içebilirsiniz. Benzer şekilde genelevlere karşı müthiş bir düşmanlık vardır ve pek çoğu da kapatıldı ama pavyonlara kimse bir şey demedi. Mesela barlar sokağında tebliğe gelenler,  Ankara, Çankırı  caddesi ya da Cebeci'deki veya Anadolu'nun her hangi bir şehri ya da kasabasındaki pavyonlara laf ediyorlar mı? Zira birahanelerde, mesela Ankara Sakarya caddesindekilerde orta halli ve en düşükten hesapla çıkmak isteyenler çoğunluktadır. Böyle mekanlara arada bir tebliğci gelir ama gelenlerin içki içmeden öte, kadın oynattığı ve su gibi para harcadığı meşhur pavyonlara uğramazlar. Uğrarlarsa güvenlikçiler ve garsonlardan dayak yemeleri yüksek ihtimaldir.

Gene bu hassaslık genelde yalandır. 28 Şubat döneminde siyasi manevra uğruna, türbanlarından ve imam hatiplerinden çok kolay vazgeçmişlerdir. Tam da o dönemim ortasında bir imam hatibe atanmıştım. 12 öğretmen 37 öğrenci kalmıştık koca binada. Kuran odası kaderine terk edilmişti. Hani özellikle facebook'da çok dolaşan bir fotoğraf var, Arabistan'da kanalizasyonda çıkan Kuranlar diye, hah, işte o şekil yerlere saçılmıştı Kuran-ı Kerimler. Ben topladım, bir tanesini de mülkiyetime geçirdim.

Aslında kendi tekkelerinde sabah namazında uyuyakalanlara, ikindi ve akşamı birleştirenlere (daha ziyade tarikatın üst sınıflarında) falan gayet hoşgörülüdürler. O meşhur pansiyonlarında ücretle kalan zengin çocukları, o dini sohbetlere katılmak zorunda da değildirler.

Bu hassaslık asla zekata karşı gösterilmez. Kadınların açık olması, erkeklerin sakalsız olması, namaz kılınmaması, orucun tutulmaması, hatta nafile namazın kılınmayıp, Ramazan dışında oruç tutulmamasından rahatsız olurlar ama zenginlerin zekat ve sadaka vermemesinden asla rahatsız olmazlar. Devletteki yolsuzluklardan rahatsız oldukları ise hiç görülmemiştir.

Bir de dincilerin gıybet, yani dedikodu üzerine iki yüzlülüğü vardır. Konu kendileri olunca delili nerededir, kim görmüştür? Oysa onlar için ateş olmayan yerden duman çıkmaz ve herkes bunu konuşuyorsa, bu bir gerçekliktir. Herkes dedikleri de, tarikat üyesi herkesten başkası değildir.

Sayın okuyucularım, saygı da sevgi gibi karşılıklı olmalıdır. Size saygı duymayanlara saygı duymayın. Başkaları yüzünden de yaşam tarzınızdan ödün vermeyin. Dedikodulara da kulağınızı kapatın.