Tarihsel çağlar için belli olaylar simge olarak seçilir. Almanlara göre orta çağı bitiren olay olarak 1455'de Gutenberg'in, matbaası ile ilk kitap basılması olarak görür. Matbaa ya da ona benzer makinelerin daha önce de olduğunu söyleyebilirsiniz. Ancak 1470'de bile Avrupa'da el yazması kitap kalmamıştı. Osmanlıda ise matbaanın gerçek anlamda yayılması ancak Tanzimat fermanı sonrasında mümkün oldu. Matbaa ise, Avrupa aydınlanmasının ana motoru oldu. İstanbul'un fethi ise ancak sonradan Medici ailesi tarafından Platon okulunu kuracak olan, felsefe profesörü bir grup papazın ( sayısı 8 ya da 10 kadardır), daha 1450'de Fatih tahta geçip, ilk hazırlıkları yapmaya başladığında, şehirden kaçırılmasıdır. Hatta son profesörü, bir yeniçeri köle olarak Edirne'ye satmıştır. Floransa şehrini yöneten Medicilerin, Cenovalıları araya sokması sonucu bu son profesör de, bizzat Fatih tarafından satın alınarak, Cenovalılara teslim edilmiştir. Fransızlar ise, bizim yakın çağ dediğimiz ara dönemi tanımaz ve 1789 ihtilali ile orta çağı bitirir.
Oysa orta çağa ait pek çok unsur, günümüzde, hele de orta doğu toplumlarında halen yaşamaktadır. Halen din kavramı, kimliklerimizin temelini oluşturmakta, din adamları halen yaşam tarzımıza karışmaktadır.
Orta çağdan çıkış hemen olmadığı gibi, orta çağa giriş te hemen olmamıştır. Orta çağın başlangıcı olarak okul kitaplarında Batı Roma imparatorluğunun çöküşü yazılırken, felsefe kitaplarında ( Russel, Batı Felsefesi Tarihi) ondan iki yüz yıl öncesi, M.S 1 ya da 2. yüz yıllarda bilimsel be felsefi ilerlemenin durmak üzere olduğunu yazmıştır. 415 yılında Hypatia'nın bir grup Hristiyanca linçlenerek öldürülmesi, daha ciddi bir dönüm noktasıdır. Oysa, sırası gelince anlatacağımız gibi, Hypatia'nın da üyesi olduğu İskenderiye okulu da orta çağa katkıda bulundu.
Orta çağı başlatanların başında Septikler, yani şüpheciler gelir. Onlar, uzun süre boyunca Platon'un akademisine egemen oldular. Septiklerin çoğu pagan-putperest Yunan dininin tapınak görevlisi ya da din adamıydı. İlk temsilcileri ya da kurucuları Pyron'dan başlayarak, doğru bilginin imkansızlığını savundular. Sonra Elealı Zenon, felsefeyi, fizik, metafizik ve etik (ahlak) olarak üçe ayırdı. Metafizik kavramı, Aristo'nun İlk felsefe adını verdiği kitaba, onun ölümünden iki yüz yıl kadar sonra bir kitapçının koyduğu isimdi. Aristo, fizikten ayrı bir metafizik kavramı düşünmemişti. Metafizğin fizikten ayrılması, orta çağ boyunca yaygınlaştı ve günümüzde de devam ediyor. Oysa İonyalı ilk doğa filozofları, doğayı akılcı olarak açıklarken amaçları, doğa bilgilerini (logos), mitolojiden (Yunan dini) ayırmaktı. Oysa şimdi doğada bilinemeyenler, tekrar mitolojiye ve dine geri dönüyordu.Richard Dawkins'in deyimi ile, bilinmeze tapınmaya başlanmıştı. Orta çağda bilim denen şey tam olarak buydu; bilinmeyene metafizik demek. Aristo böyle bir metafizikten bahsetmez.
Septiklerin ardından hedonistler ya da Epikürcüler diye bilinen grup, fakirliği ve çilekeşliği, ahlak olarak, insanlığa anlattı. Bu felsefi akımın da bazı üyeleri, hem Yunan, hem de Roma dininin din adamıydı. Bunların en ünlüsü olan Aristippos, köle olarak Roma'ya getirilmiş bir Yunandı. Efendisi her gün dövdüğü halde sürekli gülerdi. Bu da gaddar biri olan sahibini çok kızdırırdı. Kölesi Aristippos'un kolunu iyice büktü. O da, bak, bükme, kırılacak, dedi. Sonra kolu kırılınca da, gülerek, bak, gördün mü, kırıldı, dedi. Sonra o gaddar sahip de Epikürcü oldu. Epikürcülük, Roma ordusunda yaygınlaştı. Roma askerleri arasında elini ateşe sokmak, köz üzerinde yürümek, günlerce aç kalmak ya da çok az yemek yemek gibi eylemler yaygınlaştı. Çilecilik, pehrizkarlık, iyi insanın ölçütü olmak oldu.
Aslında çilecilik ve pehrizkarlığa pek çok toplumda rastlanır. Ben en çok Budsistlerde görülmesine şaşarım. Çünkü Buda, gut hastalığından ölmüş, sefa düşkünü biridir. Bu yüzden de heykellerinde, resimlerinde göbekli ve gülerken tasfir edilir. Epikürcülerde, büyük ölçüde kendilerinden önce gelen ve Sokratesçi bir okul olan Kniklerden etkilenmiştir. Meşhur Diyojen'in de aralarında olduğu bu topluluk, tüm sosyal unvanları ve itibarları ret etmişti. Özellikle Diyojen ile efsaneleşen bu okul, İslamiyette Melamilik tarikatı olarak ortaya çıkmıştır. Son önemli Melami, Neyzen Teyfik'dir.
Epikürcüler ve Knikler, çileciliği ve yoksulluğu, inancın ve ahlakın merkezine koydu. Bu düşünce doğru olsaydı, açlıktan anoreksiya ya da korsakof gibi hastalıklara kapılan manken kadınların evliya olması gerekirdi. Sporda derece yapmak için sıkı pehriz ve antremanlarla uğraçan atletleri de evliya olarak görmeliydik.
Yeni Platoncular ve Plotinus ise, Platon'un idealar alemini mana alemi yaptı. Platondan farklı olarak bu alemi görmek için bir çeşit transa girmekten bahsetti. Bu transa girme hali, dinler tarafından çok kullanıldı. Halüsülasyon görenler, galipten sesler duyanlar, evliya, ermiş, mehdi falan olduğunu iddia etti. Oysa Platon'a göre ideaları kavramanın asıl yöntemi matematik ve düşünmekti.
Görüldüğü gibi orta çağ, öyle birden bire gelmedi. İşin doğrusu birdenbire de gitmedi. Bugün halen, fizik dışında bir metafizik anlayışı var. Bu metafizik, sadece peygamberlere gönderildiği söylenen kutsal kitaplara ait değil, peygamberlerin ölümünden bir kaç yüz yıl sonra yazılıp, içtihat kapısını kapatan din alimlerinin ve lüks içinde yaşayan şeyhler, zerre fizik bilmeden, fiziğin ötesi ile ilgili olarak konuşan kişileri dinlememeliyiz.
Sahi, burada bir parantez açalım. Türkiye'de tarikatlar sürekli orta çağı överler. Hani orta çağ çileciliği. Hristiyanlıkta da kalmadı çilecilik, Amişleri çilecilik saymıyorum. Orta çağ teknolojisi ile yaşıyorlar ama orta çağ vari bir çilecilik yok. Manastıra kapananlarda da öyle orta çağımsı kendine aşırı bir eziyet etme kalmadı. İslamiyette ise cemaatinin bağışları ile lüks yaşayan, hatta hayatta hiç çalışmamış, cami müzezzinliği bile yapmamış mollalarla, şeyhlerle dolu. Hani nerede tahta kaşık yapan Ahmet Yesevi, pamuk hallaçlayan Hallac-ı Mansur, Oduncu baba, Karcı baba?
Atatürk'ün dediği gibi, hayatta en hakiki mürşit, ilimdir, fendir. İlim ve fenden başka mürşit aramak gaflettir. Tüm lilimler, insan aklı içindir. Akli olmayan, nakli bilim diye bir ayrım yoktur. İmanuel Kant'ın dediği gibi, kendi aklımızı kullanmaya cesaret etmeliyiz. Newton gibi bir dehanın fizik teorileri yanlışlanmışken, Einstein'ın kuramı sallantıdayken, eleştirilemeyen din adamı diye bir şey olmamalı. O kitapları gerektiğinde bizzat biz okumalı ve yorumlamalıyız
Orta çağı bitirmemeye çalışanlara karşı savaşmalıyız.