Dinsizlik sosyoloji ile o kadar çok yazı yazdım. (https://onbinkitap.blogspot.com/2021/11/dinsizlik-sosyolojisi.html) Uzun zamandır da aslında dinsel zorbalığa tepkileri yazdığımı anladım. Zorla güzellik olmuyor sayın okurlarım. İnsanlar her zaman zorbalığa tepki verir. Buna psikologlar kaçma-savaşma davranışı diyorlar. Bu savaşma davranışı, kendisine saldıran yada saldırdığını düşündüğü varlığa, sırf tepki vermek için daha ileri gitmek anlamına da gelebiliyor. Yani din baskısı ile savaşan insanlar, Ateizmi seçebiliyor. 12 Eylül rejiminin getirdiği zorunlu din dersleri, Aleviler arasında dinsizliğin hyayılmasına sebep oldu. (https://onbinkitap.blogspot.com/2018/09/azinlik-suclari-koku-ve-azinlik-ateizmi.html). Bazen kendi inancına daha çok sarılmasına da sebep olabilir. Emin Çölaşan, Turgut Nereden Koşuyor adlı kitabında, Özal'ın, Amerika'da Mormonların propagandası sonrası daha da muhafazakarlaştığını anlatır.
(https://onbinkitap.blogspot.com/2022/07/turgut-nereye-kostu.html) Şimdi bu zorbalığın türlerini, kendi tespit ettiklerim kadarı ile yazayım. (En hafifinden, en şiddetlisine doğru)
Zorbalık çoğu kez insanların yeterince korkup, sinmediyse, pskologların karşı şiddet dediği duruma sebep olur. Ben üniversitedeyken, Ülkücüler, Alevilere, Kürtlere ve genel anlamda herkese zorbalık yapardı.. Polis yada güvenlik, Ülkücülere kadar hoş görülüydü ki, üçüncü kattan adama ttıklarında bile ceza almak bir yana, polise ifade bile vermezlerdi. Elele gezen çiftler yada gaylar da Ülkücülerin hedefindeydi. O yıllarda üniversiteler, PKK ve DHKP-C'nin eleman alım merkezi gibiydi. Şimdilerde öyle bir şey yok, çünkü onlar yüzünden özellikle taşra üniversiteleri boşalıyor, paralı gençler, özel üniversiteler gidiyordu. Şimdi ise gençliğin böyle şeylerle ilgilendiği yok.
1)Zoraki din eğitimi ve propagandası: Size sorulmadan din anlatmanız, insanlara saldırıdır. Devletin zorunlu din dersleri ve bu derslerin insanların ailelerinden öğrendikleri ile çelişmesi de bu saldırıyı yaralıyıcı yapandır. Bu yüzden de seksenli yıllarda Alevi gençler dinden koptular. Bunu iki binli yıllara Kürtler izledi. Aslında seksenler ve doksanlar gençliği basabayağı sağcı ve dindar yetişmişti. Tüm tarikatlar bu dönemde palazlanmıştı. Son bir yıldır, bir kaç okul değiştirince, garip bir tespitim oldu. Bir okulda din dersi ne kadar çoksa, dinsizlik o kadar çok artıyor. Şimdilerde imam hatipler bile, deist-panteist falan yettiştiriyor.
2)Dini keşfetmeye engel olmak: Öğrenimde çeşitli yaklaşımlar vardır. Sunuş yolu ile, buluş yolu ile, tam öğrenme, araştırma-inceleme, işbirlikçi öğrenme vs. Ülkemiz ve geri kalmış ülkelerin çoğunda en fazla sunuş ve en az buluş yöntemi tercih edilir. Misyonerler, tebliğiciler ve tarikatlar ister ki, dini sadece onlardan öğrenin, kendiniz asıl kaynaklara ulaşmayın.
(https://onbinkitap.blogspot.com/2019/07/tarikat-nedir-2-neden-tarikatlara-uye.html)
Kuran'ın (tamamının) cumhuriyetin ilanına kadar Türkçe'ye çevrilmemesi tesadüf değildir. İnsanların dini kendileri keşfetsin istenmedi. Bu yüzden de şu anda bile Kuran'ın Türkçesinin okunmasına karşı çıkıyorlar. Kuran'ın Türkçeye çevrilemeyeceğini savunuyorlar. Oysa hadisler çok güzel çeviriliyor. O kadar ki Türkçeye özgü sesteşlik-benzerlik şakaları bile yapılabiliyor. Zaten din adamları nadiren ayet diyor, bol bol hadis diyor. Hadislerin ana kaynağı Kütüb-ü Sitte'yi de o kadar çok okuyan yok. Zaten Türkiye'de dini kitaplar, duvara dizilerek dindarlık göstersin diye alınır, dini kitaplar çok satılsa da, az okunur. Bazen dini kitapların dışı başka, içi başka olabilir. Bı konuda garip bir tecrübem olmuştu. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/08/gazalinin-omuzundan-atilan-tufekler.html) Adam kendi kitabnı piyasaya İmam Gazali'nin ünlü bir kitabı diye atmış, önsözde de yalandan bir açıklama yapmış. Nasıl olsa dini kitaplar okunmuyor diye sallamış. Bu arada meşhur tövbe tutturan Menzil tarikatı, şeyhleri öldükten sonra üçe bölünmüştü, hatırlarsanız. Bu bölünmede her kardeş, kendi vakıflarının, tekkelerinin yanı sıra, kendi yayınevlerini de kurdu. Dini kitaplar aynı zamanda tarikatlara ödeme yapmanın bir yolu. Şu günlerde Saygı Öztürk'ün Menzil kitabını okuyorum. Çok ilgiç şeyler keşfediyorum. Kitap, ilk baskısını 2019'da yapmış, yani baba şeyhin ölümünden çok önce yazılmış. Aslında baba, daha ölmeden üç oğluna, üç tekke bırakmış daha doğrusu kurmuş. İlki Adıyaman'ın meşhur Menzil (eski adı Durak) köyüne, sonra Sivrihisar'a ve en son Pursaklar'a. Yani burada çok önceden yapılmış bir plan var. Kitabı okurken, iktidarı devirmenin ne kadar zor olduğunu ve muhalefet olarak daha çok yolumuz olduğunu, psikolojimizin sağlam olması gerektiğini de anladım. Bu son cumhurbaşkanlığı seçimini ikinci tura bırakmak bile başarıymış. Tarikata yetmişli yıllardan beri teşvikler verilmiş, özellikle önü açılmış.
Tarikat demişken. Ben de 2004'de Ankara'da Yeni Yüksektepe (2023'de Aktiffelsefe olmuş) derneğinin kurslarına gidiyordum. Her cumartesi derneğin sözüm ona derslerini alıyorduk. Derslerde uzun süre Platon'u konuştuğumuzu ama hiç idealar alemi ve mağara mitosundan bahsetmediğimizi ne hatırlıyorum. Mağara mitosu ve idelardan bahsetmeden Plaron'u anlatmakta ciddi bir beceri işi. Üstelik bu uluslar arası New Akropolis örgütü, dünya çapında Sokrates tarikatı olarak anıldığı halde, Sokrates'ten de pek az bahsetmişlerdi, hatırladığım kadarıyla. Sonra Bagavat Gita, Buda ve benzeri Hint efsanelerine yöneldi. Üye olmama bir kaç hafta vardı ki (dersler bitince, iki yada üç haftalık üyeliğe hazırlık kursu vardı), eski üyelerden birinin astroloji dersi vermesi ve astrolojik falları gerçek gibi anlatması ile gözlerim açıldı. Dernek açıldığından beri üye olanlar bile ders alanlar vardı ama derneğin asıl yöneticisi olan İspanyolar (Antonyo haca dediklerini hiç görmedim, ilk kuruşduğunda o varmış. Ankara'daki merkez ve Batıkent sorumlusu İzabel hoca dedikleri yetmiş-seksen yaşlarında bir ir kadındı. Her ikisi de İspanyol'du) hariç herkes ders alıyordu . Derneği Ankara'daki diplomatik misyonlar kurmuştu. Ben de dernekten ayrıldım. Bir kaç ay sonra Tempo dergisi konuyu manşetten patlattı. Dünya çapında örgütlü bu tarikat, Satanistlerle bir olup, Papayı bile tehdit etmiş.
Tatikatlar ve diğer din tüccarları sadece onların öğrenmenizi istediklerinizi ister. Sizin kendi gerçekliğinizi öğrenmenizi istemez.
4)Kendini kutsal (ermiş-mehdi) ilan etmek: Bunu din alimleri pek nadiren de olsa kendileri yapar. Son peygamber öleli bin dört yüz küsur yıl olmuştur ama ölü bir peygamber, insanlara yetmemektedir. İnsanlar kendilerine doğrudan dini emir verecek birilerini beklemektedirler. Birileri de bu evliyalardan, ermişlerden para kazanmaktadır. Bu yüzden bunu sizinde kabul etmenizi istemektedirler. Bu kişilerin evliya olmaalrının sebebi genelde soylarıdır. Peygamberin torunu Hasan'dan ise Şerif, Hüseyin'den ise Seyid'dir. Bazıları da halife Ebubekir yada Ömer'dir. Tarikatın ilk kurucu şeyhi de ne çileler çekmiş, ne kerametler göstermiştir. Oysa şu anki şeyh, lüks içinde yaşayan bir obezdir. Madem soya o kadar önem verilecekti, peygamberin öz torunları neden öldürüldü ve sonrasında şükür namazı kılındı? Üsteilk Sünnilik, Kerbela olayı sonrasında Yezid ve Emevi-Abbasi hanedanlığını desteklemedi mi?
Yıllar önce, daha Fetullah Gülen, Pensilvanya'ya gitmemişti. Genç bir muhabir, sonradan yetmez ama evetçi olacak Liberallerle dolu bir etkinlikte ona soru sormak için, Fetullah bey deyimce kıyamet kopmuştu. Muhabir (galiba kızdı) linç edilmişti Fetullah bey dedi diye. Hocaefendi denilmeliymiş, bey denmesi makamına saygısızlıkmış (ne makammış ama). Her iktidardan düşüş gibi, dini iktidardan düşüş de vardır.
Yetmez amacılar demişken, onlarla ilgili çok yazdım, en azından birini şuraya bırakayım: (https://onbinkitap.blogspot.com/2017/10/doksanli-yillar-7-yetmez-ama-evetcilik.html)
Biz yıllarca zorunlu din derslerinde, günah çıkaran, afaroz eden, endülüjans satan papazları, Papaları kınadık. Başımıza tövbe ipi tutturan gavslar şeyhler çıktı.
5)Din adamı kıyafetleri giymek: Bu da kendini kutsal ilan etmenin bir yoludur. Dikkat ederseniz devlet memuru, cami görevlileri olan imamlar, bunu pek yapmaz (ben hiç görmedim.) Laikliğin uygulanmauan bir maddesi de, ibadethane dışında dini kıyafetle dolaşma yasağıdır. Ortaılkta cübbe, sarıkl ve şalvarlarla dolaşınca, bizim dini bilgimiz sizden fazla demeye getiriyorlar. Bu kıyafetlerin din kıyafetleri olduğu da nereden belli. Cübbe, neredeyse Babil-Sümer zamanından beri din adamı kıyafeti. Sarık ise İran kültürünün bir parçası. Ben, Muhammed'in hayatı boyunca cübbe, sarık ve şalvar giymediğine yemin edebilirim ama ispatlayamam. Hayatı boyunca en kuzey olarak Şam şehrini, en güney olarak da Yemen'i görmüş biri olarak, şalvar giyen birisini de görmediğine eminim. Zira daha çok Anadolu-Balkanlar'da ve köy yaşamına ait bir kıyafettir. Arapların halen bilmediği bir kıyafeti nasıl dinle özdeşletirildiğini de kimse açıklamıyor.
6)Olmadık yerde dindarlık şovları: Yol ortasında namaz kılmak, otoböylesi bir otobüs molalarında otobüsü geciktirme çabaları gibi şovlar, dinsel zorbalıktır. Ezan okunuyor diye herkesi susturma çabası da böylesi bir zorbalıktır. Son on yıldır, reisin mitingleri ile öğrendik ki, ezanlar, tam o saatli maarif takvimlerinde yazılan dakikalarda okunmak zorunda değilmiş. Savaş zamanlarında bile dakikasında okunan ezanlar, reis mitingleri söz konusu olduğunda ertelendi. Bu tarikatçı takımının içine değil de, biraz içlerine girdiklerinizde, çoğu kez inadetlerinde o kadar da hassas olmadıklarını görürsünüz.
Diğer bir yandan Müslümanlar, namaz ve oruca olan hassasiyetlerini, zekata karşı göstermemektedirler.
https://onbinkitap.blogspot.com/2019/07/dinsizlik-turleri-1-marksizm-ve-zekat.html
https://onbinkitap.blogspot.com/2020/03/unutulan-ibadet-zekat-musluman-zekatta.html
Benim bu yazıyı yazdığım günlerde Fatih Terim fonu sıkandalı oldu. Daha öncesimnde de yüzsüz fenomenler sıkandalı oldu. Kimse de sormuyor ki, bu kişiler kaç kuruş vergi verdi, kaç kuruş zekat verdi, diye. Ramazanda ben orucum diye terör estirenler, Ramazan bayramı öncesi sadaka ve zekat üzerine niye hassaslaşmıyor. Bizde şeker bayramı denen Ramazan bayramına, Arap ülkelerinde sadaka bayramı deniliyor. Kurban bayramında tüm dini kurumlar post peşind ekoşuyor. Biri de demiyor ki, kurbanların ne kadarını dağıtıyor, ne kadarını derin dondurucuya atıyor diye de sorsanıza. Ayrına Fatih Terim fonuna işletilen absürt faize de kimse bir şey demiyor.
7)Dini yeniden tanımlama ve kimlik baskısı: Buna sen Müslüman değil misin, Müslüman şöyle mi yapar, böyle mi yapar baskısıdır. Bir de Aleviler namaz kılmalıdır baskısı vardır eskiden. (Halen de var, ara da bir hortluyorlar.) Biz hiç Sünniler şöyle olmalıdır, Şafiler böyle olmalıdır diyor muyuz? Müslümanlıksa Müslümanlık, dinsizlikse dinsizlik, size ne? Dini sizin istediğiniz gibi yaşamak zorunda mıyız? Her yılbaşı, tüm insanlığın yeni yıl heyecanına, yılbaşının ve Noel'in farklı şeyler olduğunu bile bile, Müslüman Nel kutlamaz diye insanları rahatsız etmek neden? Böyle boş tiplere dert anlatmaktansa, dinsiz olmak daha iyi.
Bu tanımlamanın bir etkisi de türbanlı kızlar üzerinde oldu. Pek çok muhafazakar, doksanların türbanlılarını özlemekte. Onlar makyaj yapmaz, oje sürmez, uzun bir pardesü giyer, erkek arkadaş edinmez, daima erkeklere karşı çatık kaşlı olurlardı. Öyle türbanlılar mazide kaldı. (https://onbinkitap.blogspot.com/2021/12/dinzsizlik-turleri-15-pardesu-ve-diger.html)
8)Din diye erkek egemenliği savunmak: Bu daha önce de yazdığım bir konu (https://onbinkitap.blogspot.com/2019/09/dinsizlik-turleri-4-feminist-dinsizlik.html). Din adamları için erkeklik her şeyden önemlidir. Her türlü dini yorumu, erkekten yana yaparlar. Kuranın tamamında ve sahih hadislerin çoğunda tecavüzün tanımı yoktur. Bu yüzden Müslüman ülkelerin çoğunda tecavüz, pratik olarak bir suç değildir. Mahkemeler zina suçu davası açar, recm cezası verilir. Erken beline, kadın göğsüne kadar gömülür. Böylece erkek kaçar, kadın ölür. Ayırca pek çok İslam ülkesinde, özellike Pakistan ve Afganistan'da, kadınların tek başına dolaşmasına, erkeklerden bağımsız bir hayat kurmasına engel olmak için din adamları taaruz dedikleri bu toplu tecavüzleri teşvik ediyor. Buna taaruz ( Arapça telaffuzu )diyorlar. İlk defa El Ezher müderrisleri tarafından icat edilmiş ama mücahitler tarafından Afganistan ve Pakistan'da yaygınlaşmış. Hatta bu toplu tecavüzlere artık çocuklar da dahil. Zira aktif homoseksüellik, homoseksüellik sayılmıyor. Erkeğin cinsel organı çalıştığı için, erkekliğin bir parçası sayılıyor. (https://onbinkitap.blogspot.com/2019/09/dinsizlik-turleri-5-homoseksuel.html) İstanbul sözleşmesinden çıkılması ve kadının beyanı esastırın yerini, delili esastırın alma sebei de bu konuda diğer İslam ülkelerine uyma çabasından olabilir.
9)Din adına fakirleşmetirmek ve bunu yaparken zenginleşmek: Din adamları genelde fakirlik ve çile övgüsü yapar. İlginçtir, Buda çok yemekten gut hastası olarak öldüğü, sırf bu yüzden Buda heykellerinde Buda'nın şişman ve gülerek ebtimlerindiği Budizm'de bile, Budist din adamlarının yarı aç yaşadığı manastırlar vardır. Din adamları, ilk çağlardan beri fakirliği över ve genel anlamda da onlardan geçinirler. Peygamberler ve evliyalar ne yoksulluklar, ne açlıklar, ne çileler çekmiştir, anlata anlata bitiremezler. Oysa tarikat şeyhleri yada din adamları, hem lüks içinde yaşar, hem zenginlerle ahbap olur, çocuklarını onlarla evlendirir, hem de devasa zenginliklerinin bırakın zekatını, vergisini bile doğru dürüst vermez. Vakıflarına yardım alırken, herkesten yardım alırlar ama kendilerinden olmayanlar acından ölse aldırmazlar. Afrika'da bir yerlerde su kuyusu açar, arka sokağında donarak ölen Afrikalı göçmen-kaçak işçiden haberi yoktur. O tarikatın fi tarihindeki büyüğünün fakirliğini iddia ederler ama tarikatın eski eserleri arasında devasa bir saray vardır.
10)Dinsel Akbudunlar ve Arap-Sami-BeyazAvrupalı vs ırksal üstünlüğü: İslamda ırkçılık yoktur kelimesi, sizi Müslüman edene kadar söylenecek bir yalandır. Araplar, kavm-i Necip, yani üstün kavimdir İslama göre. Yahudiler'de Yakup'un soyundan geldiğinden, başka bir Sami ırkı olarak, onlarla kuzendirler. İbadette Arapçayı zorlamanın amacı da budur. Bu gün dünya Müslümanlarının tahminen beşte biri Arap yada Arapça konuşan uluslar da olsa (Körfez Arapları onlara eksik Arap derler), her Arap Kureyş soyundan olduğunu söyler. Oysa bu soy, sadece Kerbela'da değil, Kerbela'dan çok sonra da birbirinin kanını döktü. Türkiye'de tarikatların şeyhleri de bir şekilde kendilerini Kureyş soyuna bağlama eğilimindedirler. Avrupalılar da, misyonerlerle Hristiyan yaptıkları toplumları din kardeşi olarak görmezler.
11)Din savaşları, yapmalar ve katliamlar: Bunu uzun uzadıya anlatmanın anlamı yok. İlk çağlarda, çok tanrılı dinlerde krallar genelde tanrıların soyundan geldiği için din savaşları olmazdı. Daha sonra kralların tanrı soyundan gelme iddiaları savunulmaz olunca, yağma ve fetih için dini kullandı. Osmanlı, Balkanları Müslüman etmekte isteksiz kaldı. Hatta Kanuni, şeyhülislam'ı Ebu Suud efendi ile beraber Millet sistemini getirerek, kitlesel Müslümanlaşmanın önüne geçmiş, işine gelen elemanı devşirmiştir. Fatih, Arnavutların ve Boşnakların Müslümanlığını, Yeniçerilere devşirme şartı ile kabul etmiştir. Osmanlı, Hristiyanlardan da, Tanzimat'a kadar yüksek cizye vergisi almıştır. Avrupalılar da, köleleştirme ve kolay yönetme amacı ile pek çok sömürgesinde halkları Hristiyanlaştırmamıştır. Sömürgecilik tarihine bakıldığında genelde İspanyol ve Portekizlilerin, o da ilk fetih yıllarında halkı Hristiyan etme çabasına girdiğini, diğer milletlerin, hele de İngiliz ve Hollandalıların ise özellikle Hristiyanlaşmaya engel olduğunu görürüz. Yani din adına savaşlar, kıyımlar ve katliamlar sadece yağma bahanesidir.