11 Eylül 2022 Pazar

FAŞİZM VE ÇOCUKLAR



 Son yıllarda Türkçülük ya da Ülkücülük denilince akla hep ergenler geldiğini fark ettiniz mi? Bu eskiden de büyük ölçüde böyleydi. Günümüzde ise üniversitelerde pek fazla, en azından doksanlardaki kadar ülkücü göremiyoruz. Ülkücülerin varlığı öğrencileri, özellikle de iyi kazanan öğrencileri kaçırdığı için, artık ülkücü gruplara eskisi kadar göz yummuyorlar. (Bunu azalıp-biten ülkücü şeyler 2'de yazacağım)  Diğer bir konu da, azınlıkların ya da azınlık üyelerinin artık güçlü ve örgütlü olması, faşizt olmanın eskisi gibi bedelinin düşük olmamasıdır. En fazla Kürt-Alevi çocuklardan, eğer dikkat etmezseniz dayak yersiniz ya da Alevi öğretmen ile uğraşırsınız. Şimdi yasalar öğrenciden yana ki, siz karlı çıkarsınız.

Oysa ileri yaşlarda faşistlik tehlikeli iştir ve ötekileştirdiğiniz kişiler, iş hayatında düşündüğünüzden daha aktif olabilirler. Yani hem canınız, hem de malınız açısından tehlikelidir. Bir de insan yaş ilerledikçe daha korkak olmakta.

Diğer yandan faşizmin çocukları kullanmasındaki asıl amaç, cinayetleri meşrulaştırmaktır. Bu erkeklik faşizmi için de böyledir. Yeşilçam dediğimiz eski Türk filmlerini hatırlayın. Aliye Rona,kocaman bir yastık ya da minder üzerinde, devasa bir mendile sarılmış, neredeyse kalaşnikof büyüklüğünde bir tabancayı, namusumuzu temizle diye, sakalları çıkmamış oğlan çocuğuna, namusumuzu temizle diye verir. Başka bir filme de Aliye Rona, bir gence silah verir. Silah verdiği gence, sen öldüreceksin, yanındaki daha küçük gence de, sen de suçu üstleneceksin, der. 

(Rahmetli büyük oyuncuydu. Hep geleneksel, erkek egemenlikten yana, törelerden yana, yüreği kinle dolu anayı oynardı. Oynadığı filmlerde dünya onun oğulları üzerinde dönerdi. Dünyadaki en değerli süt, onun sütüydü zira kolay kolay helal etmezdi. Onun sütünün helal olmasi için oğlunun kanlıları vurması, karısının üzerine kuma alması falan lazımdı.)

Saldırılarda çocukları öne sürmenin görünüşteki ilk sebebi, 18 yaş altı olduğundan daha az ceza alacak olması. Asıl sebep ise, çocukların eline silah vererek, savaşı masumlaştırmak. Faşist ve muhafazakar (neyi muhafaza ettikleri meçhul) anlamadıkları, cinayetin de, zina gibi, hatta zinadan ağır suç olmadı. Küçük yaşta çocuğu cinsel ilişkiye zorlama da, cinayete zorlamak gibi suçtur. 

Yıllar önce Isparta'da üniversite öğrencisiydim. Ispartspor'un otobüsüyle iki arkadaş Kütahya il merkezine gitmiştik. Biz iki uyanık arkadaş maça girmedik, şehri dolaştık. Sonra maç bitiminde, Isparta'ya dönmek için stadın önüne geldik. Yüzlerce, belki de binlerce çocuk, 8-15 yaş civarı çocuk, Ispartaspor ve taraftarlarını taşlıyordu. Biz, polislerin yanına sığındık, taş yağmurundan kurtulmak için. Orada yaşlı bir polis vardı. ona, bunlar hep çoluk-çocuk dedim.

-Adamın çirkefi, adamın üzerine karısıylan, çocuğunu salarmış dedi.

-Bunların yaptığı aptallık dedim. (Çok saçmaydi dediklerim, kabul) O da durur mu,cevabı yapıştırdı.

-Aptallar bok yemese, akıllıar nasıl bal yiyecek, dedi.

Sonraki yıllarda, Hrant Dink cinayeti başta olmak üzere, pek çok cinayet, çocuklara işletildi.  Ogün Samast, Hrant Dink'i öldürdüğünde 17 yaşındaydı. Sizce 17 yaşında Trabzon'da yaşayan biri, nasıl İstanbul'da yaşayan ve şahsen tanışmadığı birini öldürebilir? Ya da birileri neden birisini, Aliye Rona'nın canlandırdığı karakterler gibi 17 yaşındaki çocuklara öldürtür?

Faşizm ya da diğer tüm ideolojiler, işlediği cinayetlerde haklı olma peşindedir. Bu masumiyet, sadece cinayetin suçundan kurtulmayı değil, bir sonraki cinayeti haklı çıkarmaya da yarar.

7 Eylül 2022 Çarşamba

VEBA GECELERİ VE DALKAVUKLAR GECESİ KIYASLAMALI İNCELEME

 


Veba gecelerini çok merak ediyordum çünkü Atatürk aleyhine olduğuna inanıyordum ama Pamuk'a para kazandırmak istemiyordum. Derken almış bir arkadaştan ödünç aldım. Kitap, basbayağı Atatürk'ten öte, Atatürkçüleri aşağılamak için yazılmış ve romanda gizli bir Abdülhamit övgüsü de var. Kitabı, kendisinden çok önce yazılmış ve kendisinden çok fazla tarzda yazılmış Dalkavuklar Gecesi'ne benzettim.



Her iki roman da,  Atatürk'e hakaret olarak yazılmış, sonrasında yazarları ben Atatürk'e hakaret etmek için yazmış, ancak sonrasında da sahiplenmeişlerdir. Dalkavuklar gecesi denen uzun öykü-kısa romanın (ya da Almanların deyimi ile novelanın) Atatürk'e hakaret olduğunu anlamak için, romandaki isimleri tersten okumanız kafi: Filozof İlanasam (Hasan Ali Yücel) ,başhekim Ziza, şevket Aziz Kansu,  kralın gözdeiz Yamzu (Afet İnan. İnan'ın kızlık soyadı Uzmay'dı) vs vs. Ekşisözlükte biri güzelce sıralamış. Sağcıların Atatürk ve İnönü'ye, iki ayyaş demesinin temelinde de, bu roman vardır.

Her iki yazarında siyasal dincilerle aşk-nefret ilişkisi vardır. Atsız, oğullarına göre dinsiz, yazdıklarına göre Şamanist (ya da Tengrici) biriydi. Ataürk'e ait pek çok hakaretin kaynağı olan Rıza Nur,  onun manevi babasıydı.  

Dinciler ile Atsız-Atsızcılar arasında bir aşk-nefret ilişkisi vardır, tıpkı Pamuk'la olduğu gibi. Dinciler, tarikatlar, Atsızla dalga geçerler ama pek çok konuda da, özellikle iki ayyaş muhabbeti ve İnönü'le alay ettiği Z Vitamini romanını kullanırlar. Zvitamini dahil pek çok eserini ilk yayımlayan, Necip Fazıl Kısakürek'in Büyük Doğu dergisidir. Pamuk'a da Nobel ödülünü ilk aldıklarında tebrik edenler, sonra ona terörist dedi.

Dalkavuklar Gecesinde ki Hitit kralının Atatürk olduğu ne kadar belliyse, Kolağası Kamil'in de Atatürk olduğu bellidir. Sağır sadrazamın, topçu subayı olarak ilk görev aldığı Yemen'de sağ kulağı ağır işiten ve ömür boyu işitme cihazı taşıyan İsmen İnönü'dür. Şaşı kralda, Trablusgarb savaşında aldığı yaradan dolayı sol gözü yüzde yetmiş görme kaybı yaşayan ve şehla, yani hafif şaşı bakan Atatürk'tür. Ayrıca Atatürk, gene Trablusgarb'da ağır bir kabakulak atlatmıştır. Benim tahminim bu kabakulak olayından dolayı çocuğu olmamıştır.  Hayatı boyunca savaş çığırtkanlığı yapmış ama hiç savaşmamış Atsız, Atatürk'ün savaş yaraları ile alay eder.

Herkes yukarı doğru kıvrık bıyıklarla ilgilenmiş. Öte yandan Atatürk'ün askeri rüştiyede (şimdiki ortaokul seviyesi) elli iki öğrenciden üçüncü olması,  yaz tatilinde annesinin tekrar evlendiğini evdeki yabancı erkeğin varlığından öğrenip, annesi ile yıllar boyunca konuşmaması gibi ayrıntılar, romana tesadüfen işlenmiş olamaz. Bu ayrıntılar da genelde ders kitaplarında yazmaz ve herkes de bilmez. Kitaptaki asıl ayrıntılar, kitabın Pamuk tarafından yazılmasından çok, Pamuk'a yazdırıldığının delili. En başta Mingerlilerin kökeninin Aral gölü'nün güneyi olması. Araplara göre Oğuz boylarının atayurdu burasıdır ve buradan dünyaya yayılmıştır. Kitapta Minger halkı olarak gösterilerek, Türklerle de dalga geçilmektedir. Adadaki Mingerliler, Türk olmamakla beraber ( Ada halkı, Türk, Rum ve Mingerlidir), Orta Asyalıdır. Okuma-yazma oranları düşük ve otoriteye her türlü uyma davranışındadır. Kolağası Kamil'de Mingerlidir, Türk değildir. Türkler, padişaha sadakattan yanadır. Pamuk, kolağası rütbesine önyüzbaşı demiş. Kolağalığı, Osmanlı ordusuna özgü, bölük komutanlığı ile tabur kontanlığı arasına bir rütbeydi ama yüzbaşılığın önlüğü falan değildi. Osmanlı ordusunda tabular, iki kola ayrılır, bu kolların başına da kolağası rütbesinde subaylar olurdu. Osmanlı ordusunun, dünya, daha doğrusu çağdaşı büyük devletlerin ordularından farklı bu yapısının sebebi, daha çok tüfekli piyade erine dayanması, top, havan, makineli tüfek gibi modern silahlarının az olmasıdır. Eskiden de ordular, bu günkünden daha az askerden oluşurdu. Mesela günümüzün bir komando taburu yaklaşık altı yüz askerden oluşur. Eskiden modern ordular da kalabalıktı ama silahı olmayıp, asker tüfeğine sayanan Osmanlı ordusu daha kalabalık birliklerden oluşuyordu. Pamuk'un buradaki amacı, nasıl ki Dalkavuklar Gecesi romanı nasıl ki iki ayyaş yalanına kaynaklık etmişte, bu roman da, muhtemelen yıllar sonra Kolağası Kemal söylemine kaynaklık edilmesi için yazdırılmıştır. Atsız, nasıl ki hiç görmediği Çankaya köşkünü, devasa bir saray gibi anlatmışsa, Pamuk'da kolağalığını üsteğmenlik gibi anlatmıştır. (Çankaya köşkü, yanılmıyorsam Ankara'nın eski bir Gayrı Müslüm'ün eski evi, ufak bir köşktür. Sonradan yanına Atatürk'ün kız kardeşi Makbule hanım için Penbe Köşk yapılmıştır. Bu küçük yapısından olsa gerek, sonraki cumhurbaşkanı İsmet İnönü, zaten Çankaya'ya çok yakın olan kendi evi olan, kendi Penbe köşkünden yaşayıp, her gün mesaiye Çankaya köşküne gitmiştir. Kenan Evren, daha cumhurbaşkanı olmadan önce, köşkün bahçesine devasa bir hizmet binası yaptırmış, eski köşkleri de müzeye çevirmiştir.) Bu arada Kamil adı, sokak argosunda aşırı saf erkek anlamına geliyor, öyle tesadüfen seçilmiş bir ad değil. Romanda Kamil, Karantina Erleri denen, yerli gönüllülerin başında.  Karantina erleri, Mingerlilerden oluşuyor. Gönüllüler karantina konusunda anlaşamıyor ama görevden azledilen vali ile bir olup, darbe yaparak cumhuriyeti ilan ediyor, ilk cumhurbaşkanı oluyor ve onun kişiliğinde bir efsane oluşturuluyor. Oysa kendisi sadece darbe yapmış, cumhuriyet ilan etmiş, kendisini de cumhurbaşkanı ilan etmiştir.



Romanı özetlemek istemiyorum, eleştirmek istiyorum. Kitapta Abdülhamit'te çaktırmadan övülmeye çalışılıyor. Osmanlının, romanda anlatıldığı gibi mükemmel ya da çok iyi bir karantina yönetimi yoktu.  Denizlerde dolaşan ve korku salan, Marsilya'da son moda toplarla falan donatolmamıştı. Tamam, roman kurgu, Minger adasının varlığına kadar. Oysa bu gerçekliğe uzak kurgunun amacı, siyasal İslamcıların gözünde Abdülhamit'i yükseltmek, Abdülhamit'in donanmayı Haliç'de çürüttüğü gerçeğini halkın gözünden silmektir. Bunu da sözde solcu Pamuk ile yapmaktır. Okurlarım, analarının tumanını FETÖ'ye satmış Liberalizm yaranlarına, solcu demeyelim artık. Osmanlının öyle cevval iki zırhlısı olsa, Yunanlılar sadecd Averof zırhlısı ile sözda Osmanlı donanmasını Çanakkale'ye hapsetmezdi. Sonradan piyangolarla, bağışlarla falan İngilizlerden gemi alındı ama İngilizler savaş başlayınca gemi falan vermedi. Almanlar da adaları kaybetmiş Osmanlı halkını iki zırhlı ile tavladı.



Veba gecelerindeki isimler de, Dalkavuklar Gecesi gibi imalı. Mesela Minger kelimesi, kronik başağrısı anlamına gelen Migren'den türetilmiş. Polonya kökenli Bonkovski paşa, Nazım Hikmet'in dedesi Borzecki ( Mustafa Celaettin Paşa) 'den türetilmiş. Amerikalı ünlü yazar Bukovski'nin adından bozma. Rober Kolej mezunu bili Bokovski ile alay etmez. Bu ismi muhtemelen Rasim Ozan Kütahyalı uydurmuş olmalı. Mina Mingerli'de, iki binlerin başında yazdığı anı kitabı ile adını duyurmuş olan Mina Urgan. 

Her iki kitap da Siyasal İslamcılar tarafından yazdırılmıştır. Giyimi, saçı ve yürüyüşü ile Hitler hayranı Atsız, ahbabı Rıza Nur tarafından yazdırılmış; bakın Türkçüler bile Atatürk ve İnönü'ye iki ayyaş diyor denmesi sağlanmıştır. Bu kitapla da amaç, sözde solcu, batılılaşmacı yazar aracılığı ile Atatürk'ü horgörmektir.

Yetmez amacılar pişman falan olmamıştır. Halen Fetö'nün emrindedir.



5 Eylül 2022 Pazartesi

NESİMİ ÇİMEN, ADAŞI KADAR BÜYÜK

 


Tarihte bazı büyük kişiler ve onların büyük isimleri vardır. Bir de onların adaşları vardır. Mesela folklor bilimcilere göre Toroslarda,  Yörükler arasında sekiz ayrı Karacaoğlan yaşamıştır. Mantık biliminin kurucusu meşhur büyük Aristo'nun yanında, İtalyanların sanat tarihçisi ve sanat felsefecisi küçük Aristo vardır. Bu ikisinin yanında da, Skolastik Aristorales vardır. Pek çok kili, divan şairi Farabi ile, filozof Farabi'yi aynı kişi zanneder. Aşık Yunus, Derviş Yunus, Yunus Baba ve Yunus Dede; bunların hiç biri Yunus Emre değildir. Pek çok Yunus Emre derlemelerinde adlarını görürüz. 

Tarihte iki bütük Martin Luther vardır. Biri Almanların meşhur ilahiyatçısı, Protestanlığın kurucusu Martin Luther, diğeri de Amerikalı siyahi lider ve insan hakları savunucusu Martin Luther King'dir. Bu bence ilginçtir. Çünkü Alman, Martin Luther, bir köle, sahibi Türk olsa bile itaat etmelidir, demiştir. Bu iki ünlü Martin Luther'in kölelik onusunda görüşleri farklıdır.

Tarihte iki Nesimi vardır.  Biri Aleviliğin yedi ulu ozanından, Seyit Nesimi'dir. Nesimi sadece ozanlığıyla değil, siyasi müdacelesi, gördüğü işlenceler (bıyıkları tek tek yolunmuştu, karakollarda çok dayak yemişti), Sivas katliamında şehit olması, kendisi kadar büyük bir ozan, müzik yapımcıdı oğlu Mazlum Çimen, piyanist torunu Saki Çimen'le şimdiden efsanelerin arasına karıştı.

Eserlerinin hangisinin telif, hangisinin derleme olduğunu ancak Mesam ( müzik eserleri sahipleri birliği) gibi kuruluşlar ve uzman bilim adamları bilebilir. Barış Güvercini eseri, yıllar sonra Bethowen'ın 9. senfonisinin yerini alabilir. 

Winston Churchill, Çanakkale savaşları için, bin yıl sonra bu savaşlar, Truva savaşları ile karıştırılacaktır demiştir. Bundan bir kaç yüz yıl sonra da Nesimi Çimen'in adı, Seyit Nesimi ile karıştırılacaktır

2 Eylül 2022 Cuma

C VE OMEGA DESTANLARI

 




C DESTANI

 

En fazla biberiyedeydi

İnsanları maydanoz besledi

Denizciler lahana turşusuna sarıldılar

Baş düşmanları iskorbüte karşı

Zenginler karanfili ilaç yaptı

Eskimolar onu balina derisinde buldular

Beyaz adam topraklarını çaldığında

Onun uğruna çam iğnesi yedi Kızılderililer

Başka yiyecek yoktu ona dair

Sürüldükleri dağ başlarında

Gene de tüm övgüyü portakal aldı




OMEGA DESTANI

 

Yirmi sekiz harfli Yunan alfabesinin

Son harfiydin sen

Felsefe bu alfabe ile başladı,

Bu yüzden ki ona üç ve altı dediler

Dokuzu karaciğer hallediyormuş dediler

Kuyruk yağını tu kaka ettiler

Sudan hafif zeytinyağına ağır dediler

Tereyağına kolesterol dediler

Ceviz, fındık, fıstık zaten çerezdi

Kaldık cıvalı tonbalıklarına

1 Eylül 2022 Perşembe

SENTEZDEN TÜRKLÜK ÇIKARKEN, TENGRİCİLİK VE ALEVİLİK



Şu günlerde Türk dünyası üzerinde bir hayalet var, Tengricilik hayaleti.  Ben bunun tek sebebinin  ya da en büyük iktidarın insanı dinden soğutan dincilik politikaları olduğunu düşünüyordum. Zaten Şamanizm denen Türklerin İslam öncesi inancına birdenbire, tek tanrı inancına atıf yaparak Tengricilik denmesi ve bir çeşit yüceltilmesi de, bu yönelmenin ispatı değil miydi?
Dikkatimi çeken diğer bir olay da,  bu akımın Türkiye'den değil, Kırgızistan-Kazakistan diyarında ortaya çıkması.
Dikkatimden kaçan ise, kaç yıldır Türk-İslam sentezi unutuldu. Zaten devletin büyük reisi de her türlü milliyetçiliği ayaklar altına aldık dememiş miydi bir kaç yıl önce? Bu sözünden de dönmüş değil.
Pek çok ahmağın anlamadığı, Kürt düşmanlığının Türkçülük olmadığıdır, tıpkı Alevi veya Gayrı Müslüm düşmanlığının Müslümanlık olmaması gibi.
Son bir kaç yıldır Türk faşistleri arasında Deizm moda olduğu gibi, Tengiricilik de moda oldu ama Faşizm, dindarlık konusunda olduğu gibi, Deizm ve Tengricilik konusunda da samimi değil.
İslamcı olurken amacı Gayrı Müslümler, Aleviler ve diğer dini aşağı olanlara karşı üstün olmaktı. Ancak son on yıldır görüldü ki, Müslüman olmak, Arapların üstünlüğünü kabul etmek, onlara itaat etmek ve onlara hizmet etmektir.
Ülkeye bu kadar çok Arap, ucuz işçilik için gelmiş olabilir. Biraz da ülkedeki Arap nüfus artsın diye geldiler. O zengin Araplar da, Türkler kendisine hizmet etsin diye geldi.
Neden Türklere ensarlık empoze ediliyor sanıyorsunuz? Ensarlığı çok iyi bir şey sanıyorsunuz.
Ensar diye peygamber ve yakınlarını misafir eden Medinelilere denir, bunu iyi biliyorsunuz. Bilmediğiniz bu ensarların başına ne geldiğidir.
Mekke'nin fethinden sonra, daha doğrusu da fetih belli olunca, devlet yönetiminden ensarları uzaklaştırıp, akrabaları olan Kureyşileri ve yakın akrabası Haşimileri doldurdu. Onların kendisine karşı öfkesini görmedi, akraba olmalarına güvendi.
Amr İbn-ül As, halife Osman'ın oğluydu mesela, din dersi kitapları hakem olayından dolayı ona beddua etse de, bu ayrıntıyı hep atlar.
Din öğretmenlerin anlatmayı unuttuğu başka şeyleri de unuttuğu şeyler de vardır. Herkes iyi-kötü Kerbela olayını bilir. Bilmedikleri Kerbela olayının ertesi günü Medine'nin yıkılması, yağmalanması ve pek çok Medineli kadının ırzına geçilmesidir.
Araplar, tarih boyunca pek iyi misafirlik gösterdikleri söylenemez. Arapların iç kavgalarında taraf olursak başımıza gelecekler Medinelilerden farklı değil.
Bunun farkına varan pek çok faşist, İslamı bıraktı zira çoktandır Türk-İslam sentezi diye bir şey kalmadı, bunu daha önce söylemiştik.
Oysa dinsizliğin (deizm ya da ateizm) bir sorunu vardır, dinin size verdiği kimliği vermez.
Kuzey İrlanda'da ateistim dediğinizde size şu soruyu sorarlarmış.
-Katolik ateist misiniz, Protestan ateist mi?
Sonuçta ateist veya deist olmakla Müslümanlıktan kurtulamıyorsunuz (Bir Alevi olarak şahsi tecrübem, ateist veya deist de olsanız Alevi olmaktan kurtulamıyorsunuz.). Yeni nesil milliyetçiler, Araplar ya da orta doğunun halkları ile aynı ümmetten olmak istememeye başladı.
Sonra da İslam öncesi Türk inancına sarıldı, Tengricilik diye.
Tengricilik ya da Şamanizm dediğimiz İslam öncesi Türk inancıyla ilgili olarak hem elimizde fazla belge yok, hem de Şamanizm öyle yekpare ve homojen bir inanç değil.
Oğuz boylarını ile ilgili olarak Dedem Korkut kitabı var, o da faşizmin nefret ögesi olan Aleviliği işaret ediyor.
Şimdi akla gelen ilk itirazlar; 1, bu topluluk açıkça Sünni; 2, Türk olmayan Alevi toplulukları da var.
Alevilikle ilgili yaygın  tarihsel teori, ilk defa Babailer isyanı ile ortaya çıkmış olmaları. Benim teorime göre Selçuklu devletinde alt sınıf olan, sömürülen ve hor görülen Oğuz boyları, dedelerinin öncülüğünde isyan etti. İsyan ettikten sonra kendi iktidarlarına muhalif, Tat eri (Tacik-Farsi veya başka milletten) din adamlarını etkisini kırmak için dini baştan kurguladı.
Bu amaçla beş vakit namaz, Ramazan ayı orucu gibi ibadetleri dinden çıkardılar. Boy boylama, soy soylama denilen bol içkili toplantıları da bu ibadetin tam ortasına koydular. Semah'da belki Korkut Ata (Dedem Korkut) devrinde vardı. Zira Alevi semahını birebir Uygurlarda Sanem dansı olarak görebildiğimiz gibi, benzeri etkinlikleri, İran'ın Sünni Türmensahra halkında da görülmekte. Hatta Türkmensahra semahı, Koçgiri semahına çok benzemektedir.
Yani Alevilik, Oğuz dedelerinin, İslam öncesi inançları, incecik bir Şii-İslam boyası ile yeniden kurdukları halidir.
Peki öyleyse bu inanç neden başta toplumlarda da görülmektedir?
Her din gibi Alevilik de, Kürtler, Zazalar, Araplar, Romanlar, Arnavutlar, Tatarlar, Boşnaklar, Pomaklar ve Türklerle ilişkide pek çok millet arasında yayıldı. Hatta Selanik'den  Ankara'ya  1920'lerde mübadele ile gelen bir grup Sebataycı'da Alevilerin arasına yerleşmeyi seçerek Alevi oldu.
Ancak Alevilik, Osmanlı'da, özellikle Yeniçeri ocağının kaldırılması sonrası baskılar ile tekke ve zaviyeler kanunu yüzünden pek çok dede ocağının kapatılması gibi sebeplerden çok fazla asimilasyona kayıp verdi.
Alevi düşmanlığı, çoğu Arap ve Fars kökenli din adamlı-alimlerinin Türk düşmanlığıydı.
 Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam adlı kitapta, Osmanlı ordusundaki askerlerin hallerini anlatır. Askerlerin çoğu Müslüman olduklarını, elhamdürüllah müslümanız söz öbeğini söylemekten, İslam'ı tarif etmekten acizdir.
Daha ilginci milliyeti sorduğunda ortaya çıkar. Hiç biri milliyetini söyleyemez. Türk değil misiniz diye sorar ve cevap da:
-Estağfurullah der. Onlara göre Türklük, KIZILBAŞLIK demektir ve onun da ne olduğunu bilmemekteydiler.
Sonra Türk milliyetçiliğine de Alevi düşmanlığı öğretildi. Amaç Türkleri milliyetçilik adına kendi kültürüne düşman etmekti.
Bu ta Almanlardan daha fazla Alman etkisinde kalmış Atsız'da bile görürüz. Niğdeli Kadı Ahmet divanını gündeme getirerek Alevilere hakaret eder. Deli Kurt romanında ise Şey Bedreddin'in peşinden giden asilerin, Bedreddin'e Allah dediklerini iddia eder. Romanın kahramanı Varsaklara esir düşer, ancak Varsakların Aleviliğinden de bahsetmez.
Çünkü Atsız bir faşisttir ve faşistler azınlıklardan nefret eder, gelenekselleşmiş nefret kalıplarını kullanmayı pek sever.
Bir zamanlar Nazi rejimini inceleyen Japonlar, bu rejimin Japonya'da uygulanamaz olduğuna karar veriyorlar.Çünkü homojen bir toplum olan Japonya'da Yahudi olmadığı gibi, Yahudi yerine konulacak nefret edilen bir azınlıkta yok.
Oysa Türkiye'de böyle bir azınlık hep olmuştu. Siz bakmayın Osmanlıyı 72 milletin huzur içinde yaşadığı ülke gibi anlatan ders kitaplarına. Yükseliş dönemi dediğimiz dönemde bile yeniçeriler, sipahiler ve yer yer isyan eden halk-yerel yetkililer, ilk önce Gayrı Müslimlerin, Alevilerin ve bazı sevilmeyen tarikatların malını-mülkünü yağmalamaya alışmıştı.
Modern Türkiyeyi de Osmanlı gibi parçalamak için Osmanlı alışkanlıklarına geri dönülmesi ve hatta daha ileri gidilmesi gerekiyordu.
Zaten 1934 Trakya olayları ile zaten bu kökler hatırlanmış, Trakya ve Çanakkale civarındaki on binlerce Yahudi, Atsız'ın önderliğinde evinden, barkından olmuştu.
Demokrat Parti ile 6/7 Eylül yapıldı. 1960'dan sonra ülkede Gayrı Müslüm kalmayınca,  70^'lerde önce Alevilere, sonra Kürtlere saldırdı MHP ve Ülkücüler. Aslında Ülkü ocakları ya da komando kampları ilk kurulduğunda dini savunma adına pek çok Kürt üyesi vardı.
Sonra Kürt düşmanlığı yayıldı ki, kurulacak PKK'nın temeli olsun. MHP, Ülkücüler vs, hep derin devletin ve NATO'nun adamıydı ve gerçekte de iktidarı hedeflemekten her zaman uzak oldu. Hedefi hep solu ve azınlıkları ezmek oldu. Dünya'fa faşizmin ilk hedefi hep bu oldu, bu amaçla kuruldu.
Faşizmin bu amacını, daha İtalya'da, faşizme adını veren Mussolini rejimi kurulmadan evvel, Jack London, Demir Ökçe adlı romanında anlatmıştı.
Öte yandan Faşizm, aynı zamanda kendi kişiliğini de yer. Bunu en fazla Türk faşizmi yaşadı.1934 yazında Trakya'yı terk eden Yahudiler,, 6-7 eylül 1955 sonrası İstanbul'u terk eden Hristiyanlar, bizim yerimizi genişletmedi, onlar bu ülkeden çekip, giderek bizi yalnız bıraktılar.
En son  Kürtler ve Aleviler, Türklükten uzaklaştı.
Şimdi de İslam ve İslam adına iktidara konanlar Türklükten uzaklaştı. Artık yerli imalarının üzerinde Türk Malı damgası yok, Made in Turkey işareti bile yok.
Şimdi de sen dinden uzaklaşıyorsun. Son yıllarda milliyetçiler arasında deizm-ateizm yaygınlaşmakta.
Deizm ya da Ateizmin kötü yanı size bir kimlik vermemesidir. Bu Kuzey İrlanda'da Katolik Ateist-Protestan Ateist sorunu gibidir. Bu yüzden de İslam öncesi Türk inanışlarına ilgi arttı. Şamanizm yerine Tengricilik denmeye başlanması da bunun göstergesi.
Ancak sen bence geç kaldın bu yeni inanış için. Gerçi faşizm her şey için en başya geç kalmaktır.

31 Ağustos 2022 Çarşamba

FAKİRLİK EĞİTİMİ



Öğretmenlik hayatımda çok okul değiştirdim ve çok okul gördüm. Çok fazla gezip, çok fazla şey görünce, kafanızda bazı teoriler oluşuyor, doğru ya da yanlış.
Mesela kendinizce falan yöreliler şöyle, filan okul mezunları böyle diyorsunuz. Başkaları da bu görüşlerinize katılıyor veya katılmıyor.
Son atandığım okul Ankara'da bir fen lisesi ve aileler genelde biraz daha hali vakti yerinde insanlar.
 Doğrusu böyle bir okulda ilk çalışmışlığım değildi. Daha önce çalıştığım Anadolu Öğretmen liseleri (her ikisi de şu an fen lisesi oldu)de benzer durumdaydılar. Ancak burası hepsinden daha iyi.
Bu sene iki aylığına ve dört saatliğine geçici olarak bir imam hatip lisesine gidince de, bu okulları, daha önce çalıştığım diğer okullarla kıyaslama imkanı buldum ve kafamda kendi kendime bir teori oluşturdum.
Fakirlik, sadece parasız veya dar gelirli olmak değil, biraz da eğitimle oluyor.
Bu eğitim de ailenin desteği ile oluyor. Bu fikre, gittiğim imam hatipte, mezun olup, üniversiteye de beraber gitmiş bir çiftle karşılaşınca edindim.
Okulun öğle arasında,  öğretmenleri olan, okulun öğretmenlerinden biri ile sohbet ettiler, ben de tesadüfen sohbete dahil oldum.
Her ikisi de Kırıkale'de okuyordu ve anladığım kadarı ile oğlan sırf kıza yakın olmak için Kırıkkale üniversitesini yazmıştı.
Dikkatimi çeken oğlanın ilk hedefinin polis olmak olması, yüksek lisans veya başka bir şeyi umursamamasıydı.
Bizim çocuklarda ise, hep hedefler büyük ve çaresizliği pek tanımıyorlar. Bunun sebebi fen lisesine girerken aldıkları yüksek puanları olduğunu söylüyor.
Bu puanlar sebep değil, sonuçtur. Ben nasıl olsa fen lisesini kazanamam diye düşünürseniz, kazanamazsınız. (kendisini gerçekleştiren kehanet.)
Fakirlik eğitimi sadece aza kanaat edecek, şükür ettirecek bir din eğitimi değildir. Üzerine sendikalaşmamak da gereklidir, üzerine çaresizlik bilgisinin gençliğin kafasına kazınması gereklidir.
Mesela işçi, sadece az maaşla yetinen, sigortasız, sendikasız değil; patron kovana kadar iş değiştirmeyecek, işten atılması ciddi ciddi söz konusu olmadıkça iş aramayacak olmalıdır. İtaat ederek ve yalakalıkla durumu idare edebileceğini sanmalıdır.
Bunun için de genç insana daha hayatının ilk yıllarında umutsuzluk aşılanmalıdır. ressam, müzisyen mi olmak istiyor, aç kalırsın denmelidir, beceremezsin falan denmelidir. İlk hatasında her şey yıkılmalı, ayağa kalkması için destek olunmamalıdır. Genç insana çaresizliği içselleştirmelidir.
Bu fakirlik eğitimi, özelikle kişi ergenken verilmeli, her hevesi yarına kalmalı,  her umudu kırılmalıdır.
Oysa biz umutlarını kırmasak, cesaret vererek yetiştirsek, sadece fakirliği değil, her türlü çaresizliği yenecekler.

29 Ağustos 2022 Pazartesi

TECAVÜZÜN SİYASETİ



Bir kadın katili, salgın hastalık bahane edilerek salıverildi. (Kadının tesadüfen canını kurtarmış olması, katil olmadığı anlamına geldiği az sonra görülecekti) Sonra dokuz yaşındaki kızını, daha küçük kardeşlerinin gözleri önünde öldürüldü.
Bu afla bunun gibi dışarı çıkan çok kişi daha şimdiden suç işledi. Bu affı çıkaranların zerre kadar umurunda değil zira bir Alman atasözü der ki;  polis devletini suçlular yönetir. Ortalık suçlu kaynamalı ki halk polis istesin, polisin tutuklamalarını sorgulamasın.
Benzer bir baskı da kadınlar için yapılır. Kadınlar, sürekli bir erkeğin himayesini aramalıdırlar.Bunun için de erkeklerden korkmalıdırlar. Bu yüzden kadına saldıran erkek, saldırmaktan korkmamalı, asıl suçlu kadın olmalıdır. ( O saatte orada ne işi varmış)
Tecavüzcü evlenerek ya da bir şekilde işin işinden sıyrılmalı, asıl suçlu kızlığını kaybettiği için kadın olmalıdır. Kadın bu suçu yüzünden başına gelenleri kimseye anlatamamalıdır. Saldırıya uğradığı için kendisinden utanmalıdır.
Oysa bu utanç, yankesiciye para kaptıran, gaspa uğrayan ya da evi soyulan birinin bundan utanması gibidir.
Kadınının kocasına mutlak bağlılığı benzer utanç ve el alem ne der duyguları ile perçinlenmelidir. Kocasından boşanamamalı, dul hele de boşanmış dul kadın olmak; kadın için çok ağır yük olmalıdır. Boşanmanın yüküne katlanmaktansa, dayağa katlanmalı.
Baskı ve zorbalık, insanları kendi ürettiği zorbalıktan korur.
Bu kurdun diş ve pençelerinden , insanlara sığınan koyunların kaderinin, kasap bıçağı olmasına benzer biraz.
Hatta biraz da değil tam benzer. Dünya çapında tecavüz vakıalarının %80'inden fazlasının tanıdığı birileri yapar. Kadın cinayetlerinin faillerinin çoğu da tanıdığı erkeklerdir.
Benzer bir durum fuhuş sektörü için de geçerlidir. Eski Türk filmlerinde evlenmeden bakireliğini veren kızlar, genelde genelevde falan çalışır.
Genelev, bar ve benzeri iş yerlerinin bir işlevi de, kadınları genelev kadını olma tehdidi  ile korkutmaktır.
1991 yapımı Balıkçı Kral adlı bir filmden, bir sahne aklımda. Sokaktaki evsiz, baş rol oyuncusu ile bir sohbette, bu plazaları ben ayakta tutuyorum der. Patronu çalışanına emreder, gel kıçımı yala diye. Eleman isyan eder, canın cehenneme fakat beni görür. Benim bir işim ve maaşım var der ve patronunun kıçını yalamaya devam eder.
Kadınlar da fuhuş tehdidi ile özgürlüklerinden vazgeçmelidir.  Bu yüzden fuhşun müşterisi olan erkek nadiren kınanır ya da ayıplanır. Yasal cezadan bile bir şekilde kurtulur.
Daha da acı gerçek şudur ki, kadınları fuhşa sürükleyen genelde kocaları başta olmak üzere erkek yakınlardır.
Kadınların yapması gereken, bu erkek egemen, penisperest topluma karşı kendi ayağı üzerinde durmak ve her kadını, kendi öz kızı gibi sahiplenmek ve korumak zorundadır.